Esra Gedik
esragedik.34@gmail.com
Dil midir iktidarı yaratan yoksa iktidar mıdır dili yaratan? Örneğin, bugün “masa”ya sen “masa” dediğin, ben “masa” dediğim için onun adı “masa”dır ama bir gün gelip ben ona “sandalye” desem, sen “sandalye” desen, başkası “sandalye” dese o bundan sonra sandalye olur. Bu nedenle hep günlük dile ve onun kurguladıklarına bakmışımdır. Gene bu nedenle her yerde kadın görürüm; zira çoğu olayın, olgunun hep kadın ya da kadın bedeni üzerinden anlatıldığını düşünüyorum ve bundandır itirazım. Ben dilin kadın dediği o “kadın” değilim ve kadınların da dilde tanımlanan o “kadın” olduğuna inanmıyorum. Tüm çabam o “kadın”ı yeniden adlandırmak. Var olan tüm kalıplaşmış anlamları değiştirmek. Dünyaya bu gözle bakan herhangi birinin dilin cinsiyetçiliğinden rahatsız olmamasını mümkün görmüyorum. Örneğin manşetlerde sıkça karşılaşırız "adam gibi" sevinemediğini söyleyenlerle, ülkede "adam gibi" muhalefetin olmamasından dert yananlarla. Muhalefetiyle iktidarıyla her tarafı "adam" dolu olan ülkemizde sanırım, "doğru düzgün" muhalefet yok denmek isteniyor ama bunu anlatacak kelimeleri "doğru düzgün" seçen de yok sanırım.
Burada erkeklikler, "erkeğe" dair kültürel alışılagelmiş resimler, mitler ve algılar bütününü ifade ederken her zaman için "güçlü, şiddete yatkın, egemen, dayanıklı, saldırgan, bağımsız, aktif vb" nitelemelere referans verilir. Erkeklik ideolojisi bu idealler, normlar ve rol tanımlamaları günümüzde de toplumsallaşmalarda belirleyici olmakla kalmayıp, aile içinde, toplumsal ilişkilerde, görsel medyada, filmlerde, efsanelerde, hikâyelerde ve yaşamın daha başka alanlarında toplum tarafından yeniden üretilerek yaşatılıyor.
Bazen görünen bilinen şeylerin tekrar tekrar yüksek sesle söylenmesi gerekiyor. Onları, normalliklerinden çıkarmamız gerekiyor. Belki hepimiz farkındayız sözlü ya da yazılı basında, televizyonda, reklâmlarda, dizilerde neyin, niçin yapıldığının. Belki de bu haberleri, reklâmları, dizileri yazan insanlar ne yaptığının farkında değil, ama farkında olsak da olmasak da kadını bu tür verili algılar üzerinden yansıtma ya da şiddete bu tür nedenler (yoksulluk, işsizlik, kocalık hakkı vb.) bulma ve öyküleştirme, şiddeti ve var olan kadın algısını meşrulaştıran, doğallaştıran ve yeniden üreten bir mekanizmaya hizmet eder. Ben bunu sorunlaştırmazsam “aman canım biliyoruz zaten medyanın neyi, neden yazdığını, kime hitap ettikleri de belli zaten bunların” deyip geçersem, o zaman o tanımlama orada kalakalır ve günlük dil içinde öyle sağlam bir yer alır ki, o algıyı yıkmak imkânsızlaşır. Şunu görüyorum: İki yönlü akan bir nehir; dilin üzerinde bir etkim varsa, dilin de benim düşünce ve var oluş biçimimde bir etkisi var. Dilin ne kadar kudretli olduğunu, kişiler üzerinde ne kadar büyük bir etkisi olduğunu göz ardı ediyoruz.
Reklamlar da bu dilin yeniden üretildiği ürünler. Reklâmlarda önemli olan mesaj vermek, bir fikri kitlelere aktarmak tabi, bu hep böyle anlaşıldı. Önemli olan ne anlattığın; nasıl anlattığın değil. Neyi anlattığı kadar, nasıl anlattığını da önemsedim. Bu nedenle ben reklamların diline de takılıyorum. Bunun amacı kadının insan hakları ihlâllerini teşhirine ve kadınların, cinsiyetlerinden ötürü ayrımcılığa uğramadıkları bir dil oluşturulması, kadınların kurban, zavallı mağdur, cinsel nesne, kutsal ana, namus simgesi, vb. geleneksel roller çerçevesinde, erkeklere bağımlı olarak sunulmasının engellenmesidir. Örneğin, Huggies’in kızlara ve erkeklere özel bezinin tanıtım reklamı. Birbirinden farklı boşaltım sistemi organına sahip olan bebeklere özel üretilmiş bezleri, toplumda var olan kadın ve erkek rolleri üzerinden anlatmak. En başından farklı cinsel organlara sahip olmak, size kadın ve erkek olma fıtratı veriyormuş gibi sunmak. Sizi de rahatsız etmiyor mu? Bir başka örnek Toyota’nın başı özgürlükçü, sonu yine evlilik ve çocukla biten reklamı. Reklam, oyuncak bebek de olsa bir kadının bağlarından kurtulup ‘bekle hayat geliyoruz’ diye isyanı ile başlarken, sonunda kadının mutluluğu Romeo’sunu bulup, ondan bir çocuk yapmakla bitiyor. Başka bir deyişle, reklamı her gördüğümde “kadınların beklediği hayat bu mudur?” diye sormadan edemiyorum.
Benim iddiam neden ezber bozan reklâmlar, filmler, diziler vb yapılmasın ki? Ezberi tekrar eden bu reklâmlar neden sorun edilmiyor ki? “Amaç kar elde etmek, kapitalist düzenin getirdiği kadın sömürüsü işte bunlar, ne bekliyorsun belgesel gibi eğitici mi olmasını” sorularının tam da farkında dediğimiz insanlardan gelmesi beni kahrediyor. Sen biliyorsun ben biliyorum ama Saramego’nun romanındaki körler gibi öyle farkında olduğumuz beyaz bir körlükte yaşıyoruz. Gören gözlerin gördüğünü görmemeyi tercih etmek anlaşılır bir şey değil benim için. Ve ben bunun için utanmadan söylüyorum: ben bir feministim.