Dillirga Provokasyonu I[1]

Türkiye’nin Dillirga bölgesini bombalaması Kıbrıslı Rumlar ile Yunanistan arasında mesafenin büyümesine yol açtı

Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy

 

1964 yılının en kanlı çatışmalarından biri Dillirga bölgesinde yaşandı. Aralık 1963’ten beri münferit çatışmaların devam ettiği bölge, Kıbrıslı Türkler için yaşamsal bir öneme sahipti. 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’den silah ikmali bu bölgeden yapılıyordu. Ayrıca, yine bu bölgeden 1964 yılının Mart ayından itibaren yurtdışında okuyan –ağırlıkla Türkiye’den ve az sayıda da İngiltere’den—Kıbrıslı Türk öğrenciler adaya gizlice giriş yapıyordu. Ağustos başına kadar geçen süre içinde toplam 562 öğrenci Kıbrıs’a ayak basmıştı. Ancak Rum tarafı açısından özellikle rahatsızlık yaratan, Türkiyeli subayların da adaya bu bölgeden sızmalarıydı.

Türk tarafının Erenköy’den yaptığı silah ve adaya savaşmak üzere personel taşımasını Kıbrıs Rum tarafı yakından izliyordu.  Türk tarafının hesabına çalışan ve Erenköy bölgesinden başka yerlere silah taşıyan İngiliz Binbaşı Keith Marley 27 Mayıs 1964 tarihinde arabasında iki havan namlusu taşırken Kıbrıslı Rumlar tarafından yakalandığında, silahlarla birlikte bölgede komutan olarak görev yapan Aka Bey’in yazdığı bir mektup da Kıbrıslı Rumların eline geçmişti. Kıbrıslı Rumları endişelendiren mektupta şu abartılı sözler yer alıyordu:

“Arılarımız sabırsızlık içindedir. Bir hücum yapılsa, üç günde Lefke ile birleşebiliriz. Bu husustaki emirlerinizi bekliyoruz. Mevzilerimiz aşılmaz birer kaledir. Moralimiz tamdır. Karşıdan gemiler göründü, şu anda çok heyecanlıyım. Hep birlikte kıyıya koşuyoruz, daha fazlasını yazamayacağım...”

Her ne kadar Aka Bey bu mektubu Kıbrıslı Rumları korkutmak için yazdığını övünerek söylüyorsa da, gerçekte hem mektubun ele geçmesi, hem de genel olarak Marley olayı bölgede bulunan mücahitlerin moralini bozmuştu. En önemlisi,  Kıbrıslı Rumların dikkatlerini iyiden iyiye bölgeye çevirmelerine neden olmuştu. Binbaşı Marley Kıbrıslı Rum makamlarına verdiği ifadede tam beş sefer silah taşıdığını itiraf etmişti. Ayrıca, başka meslektaşlarının da kendisi gibi para karşılığında Türkler için silah taşıdığını söyleyerek kendisine silahları veren kişinin adının Hilmi Hasan olduğu bilgisini de vermişti.

Erenköy’ün savunması Türk tarafı için ölüm-kalım meselesiydi. Hem denize açılan bir ikmal yolu olmasından, hem de olası bir Türk müdahalesinde stratejik önem taşımasından ötürü her ne pahasına olursa olsun savunulmalıydı. Kıbrıs Rum tarafı ise çatışmaların başladığı andan itibaren Kıbrıslı Türkleri kesin bir yenilgiye uğratmak için Dillirga bölgesinde bulunan bütün Türk mevzilerini ele geçirmeye büyük önem atfediyordu. Böylece, Türkiye’den ikmal yolları kesilecek ve Kıbrıslı Rumların kesin zafere ulaşması kolaylaşacaktı. Nitekim 16 Temmuz 1964 tarihinde Makarios’un başkanlığında yapılan ve komutanların da katıldığı bir toplantıda Makarios, bölgenin bütün mevzilerden temizlenmesini emretmişti. Yunan hükümetinin çatışma ortamından uzak durulmasını talep etmesine rağmen Milli Muhafız birlikleri 5 Ağustos günü Türk mevzilerini ateş altına aldılar. 6 Ağustos günü çatışmalar devam etti. 7 Ağustos günü ise saldırıya geçildi. Fakat Milli Muhafız askerleri umdukları başarıyı elde edemediler. Bunun üzerine öfkelenen Grivas, 7 Ağustos gecesi bölgeye gerekli olan kuvvetten üç misli daha fazla kuvvet yığarak saldırıya geçti. Bu taarruz karşısında Kıbrıslı Türkler mevzilerini terk etmek zorunda kaldılar ve Erenköy’e sığındılar. 8 Ağustos sabahı “zaferini” yerinde görmek için bölgeye giden Grivas Türk uçaklarının bombardımanı ile karşılaştı. Türkiye Erenköy’ün düşmesini engellemek için adaya hava saldırısı yapma kararı almıştı ve Dillirga bölgesini bombalıyordu. Lefkoşa’ya karargâhına dönen Grivas büyük bir telaş içindeydi. Aynı gece toplanan bakanlar kurulunda Makarios son derece üzgün görünüyordu. Erken ve hızlı sonuç almayı ve bütün Dillirga’nın ele geçmesini bekleyen Makarios sonuçtan hiç memnun değildi. Bakanlar kurulu Türklerin elinde kalan Erenköy sahilinin işgal edilmesi için 8 Ağustos gecesi saldırı düzenlenmesine oy birliğiyle karar verdi. Buna paralel olarak, Türkiye’nin hava saldırısını şikâyet etmek üzere BM Güvenlik Konseyi’ne başvuru yapılması kararlaştırıldı. Ne var ki, Kıbrıs Rum birliklerinin böyle bir saldırıyı gerçekleştirebilecek hazırlıkları yoktu. Grivas’a saldırı için “ne zaman hazır olursunuz” sorulduğunda, “ancak yarın öğleden sonra” cevabını verdi. Grivas’ın yanıtı toplantıda bulunan herkesi şok etmişti. Yunan hükümetinin başından beri karşı çıktığı Dillirga operasyonunun fiyasko ile sonuçlanmak üzere olduğu belli olmuştu. Bakanlardan Arauzos, “madem Yunanistan bizi Türk saldırılarına karşı koruyamıyor, Rus hava kuvvetlerinin devreye girmesini isteyelim” deyince, bütün bakanlar ve General Grivas öneriyi kabul edip Sovyetler Birliği büyükelçiliğine başvurulmasını onayladılar. Makarios, Sovyetler Birliği ile yakınlaşarak Amerika’ya bir “uyarı” mesajı gönderilmesinde fayda görüyordu.

Makarios, sadece Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmakla kalmıyor, Yunanistan’dan da uzaklaşıyordu. Kıbrıs Rum halkı büyük bir düş kırıklığı yaşıyordu. Türkiye adayı bombalarken Yunanistan seyirci kalmıştı. Herkes “Hellas nerede?” diye soruyordu. Yunanistan tarafından göstermelik olarak adaya gönderilen beş bombardıman uçağı ada üzerinde kısa bir uçuştan sonra üslerine geri çağrılmıştı.

Başpiskopos Makarios Dillirga saldırısı emrini verirken, Türkiye ile Yunanistan’ın Cenevre’de sürdürdüğü gizli görüşmeleri sabote etmeyi düşünüyordu. Nitekim Yunanistan’ın karşı olduğunu bildiği halde saldırı emri vermişti. Yunanistan başbakanı Yorgos Papandreu 8 Ağustos günü Makarios’a gönderdiği mesajda öfkeyle şunları söylüyordu: “Konuşup anlaştığımız her şey boşa gidiyor. Başka şeyler anlaşıyoruz, siz başka şeyler yapıyorsunuz.”  Türkiye’nin hava saldırısı tehdidi karşısında 8 Ağustos günü saat 10:05’te Yunan Savunma Bakanlığı Kıbrıs’a mesaj göndererek bütün saldırıların durdurulmasını istiyordu. Fakat Grivas Yunanistan’ın emirlerine aldırmıyordu. Bu yüzden Grivas sonunda istifa etmişti. Komutaayı eline alan General Karayannis Yunanistan’ın çağrıları doğrultusunda saldırıları durdurmak istediyse de, bunda başarılı olamamıştı. İçişleri bakanı Yorgacis Karayannis’e “sen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin memurusun, emirlere kulak vermen gerekiyor. Papandreu’yu unut!” diyordu. 9 Ağustos sabahı önce Yorgacis sonra da Makarios Yunanistan’ın savunma bakanı Karafulyas’ı arayarak, Türkiye’nin adaya çıkarma yapacağını ileri sürüyor ve Yunanistan’ın yardım etmesini istiyorlardı. Karafulyas’ın yanıtı çok sert olmuştu: “Siz bunu bizden habersiz başlattınız, bize danışmadınız, oysa anlaşmamız bunu gerektiriyordu. Şimdi derhal bütün çatışmalar durdurulmalıdır.”  9 Ağustos günü sabah saat 10:00’da  Türk uçakları bölgeyi yeniden bombalamaya başlayınca, Kıbrıs Rum Bakanlar Kurulu toplandı ve saat 13:30’a kadar bombalamanın durdurulmadığı takdirde Milli Muhafız Ordusu’nun Türk köylerine saldırması kararı alındı. Karar Amerikalılar üzerinden Türkiye’ye bildirildi. General Karayannis bu karara da itiraz etti. Türkiye’nin adaya asker çıkarma girişimi karşısında Kıbrıslı Türklerin katledilmesi veya katledilme tehdidi çatışmaların başlangıcından beri Kıbrıslı Rum liderliğinin gündemindeydi. Nitekim Erenköy çatışmaları devam ederken, Türkiye’nin çıkarma yapacağından korkan Kıbrıslı Rum yöneticiler, Kıbrıslı Türklere saldırma tehdidine başvuruyorlardı. Çalışma bakanı Tassos Papdopullos Amerikalılara, yukarıda da değindiğimiz gibi, Türk gemilerinin Kıbrıs’ın kara sularına girmesi halinde, Kıbrıslı Türklerin 75 dakika içinde yok edileceklerini söylüyor, bunun için gerekli plan ve araçların hazır olduğunu belirtiyordu. 9 Ağustos günü George Ball Başkan Johnson’a şu mesajı geçiyordu:

“Bütün gece Kıbrıs’taki gelişmeleri izledik. Dün akşam onları durdurduğumuzu düşünüyorduk ama Türkler bu sabah bombardımana devam ettiler. Yaklaşık olarak 65 uçak kullandılar ve napalm bombası ile 750 litrelik bombalar attılar. Makarios hükümeti Lefkoşa’da bizimkileri haberdar etti ve Kıbrıs Türk nüfusuna karşı genel bir katliam amacıyla saldırıya geçeceklerini söylediler. Makarios ve İnönü’yü bu işi durdurmak için en sert şekilde uyardık ama bunun sonuç vereceğinden emin değilim. Önümüzdeki birkaç saat içinde günümüzün en kanlı savaşlarından biri yaşanabilir.  (…) Bu insanların kana ne çok susadıkları tarif edilemez. İnönü askerleri kontrol edemeyebilir, bu da bizi meşgul eden başka bir konudur.  (…) Dün gece saldırı sınırlıydı. Bomba kullanmadılar, sadece roket ve makineli tüfek. Türkler açısından saldırı bitti gibi görünüyordu.  Fakat Kıbrıslı Rumlar gece boyunca savaşa devam ettiler ve bu da Türklerin bu sabah yeniden başlamasına yetti. Bu sefer napalm ve 750’lik bombalarla… Durum çok ciddileşti. Birkaç Rum köyü alevler içindedir. Şimdi, bütün bu durum sona ermezse, Makarios’un tek seçeneği Kıbrıslı Türkleri –100 binini de– esir olarak kullanmak ve onları katledeceği tehdidinde bulunmaktır.”

George Ball, Papandreu hükümetinin olumlu davrandığını, Makarios’tan saldırıları durdurmasını istediğini ama sonuç alamadığını da belirtir. Ball  “Türkler o kadar aşırı gittiler ki, işleri yoluna koymak çok zor olacak” diyordu. Türkleri çıkarma yapmaktan alıkoymak için en iyi kozun onlara diplomatik baskı uygulamak olduğunu söyleyen Ball, “eğer onları durduramazsak, o zaman adayı askeri kuşatma altına alıp izole edeceğiz ve ortamın dinginleşmesini bekleyeceğiz. (…) Türkleri durdurmak için onlara Kıbrıslı Türklerin katledileceğini bildikleri halde devam etmeleri durumunda bütün medeni devletler tarafından kınanacaklarını söylemek gerekiyor. Söyledim de… Kıbrıs hükümetine de böyle bir katliama girişirlerse bütün medeni insanlar tarafından katil olarak mahkûm edileceklerini söyledim.” George Ball, bir an önce ateşkes anlaşması yapılmasını ve Yunanistan ile Türkiye’nin Acheson Planı temelinde bir anlaşmaya varmalarını istiyordu. Ateşkes Güvenlik Konseyi’nin 193 numaralı kararı ile sağlandı ama Acheson Planı’nı taraflara kabul ettirmek mümkün olmadı. Hava saldırılarında 53 Kıbrıslı Rum öldü, 125 kişi yaralandı.

General Karayannis Dillirga saldırısının sonuçlarını değerlendirirken Kıbrıs Rum tarafı adına tam bir başarısızlıktan söz ediyordu. “Güç kullanarak Kıbrıslı Türkleri yıldırmak başarısız oldu, çünkü Türk hava kuvvetlerinin müdahalesi kuvvetlerimizin moral çöküntüsüne yol açtı ve bizi hedeflerimize ulaşmaktan alıkoydu.” Tek kazanımın Kıbrıslı Türkleri Erenköy’de 1.000-1.500 metrelik uzunluğu ve 3 kilometrelik derinliği olan bir bölgeye hapsetmek olduğunu ileri süren Karayannis, bunun son derece önemsiz bir başarı olduğunu söylüyordu.

General Karayannis Dillirga çatışmalarının diplomatik sonuçlarının ise Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan açısından tam bir “felaket” olduğunu iddia ediyordu. Yunan komutana göre Kıbrıs Rum tarafının Sovyetler Birliği’ne yaklaşması çözüm arayışlarını iyice çıkmaza sokuyordu. Karayannis, bir noktanın altını ısrarla çiziyordu: “Karşılıklı kabul edilebilir bir anlaşmaya ulaşmak için sürdürülen müzakereler kesildi ve Acheson Planı boşa gitti.” Gerçekten de, günümüze kadar tartışma konusu olan Acheson Planı Dillirga saldırısıyla tarihe karıştı. Hatta Dillirga saldırısının zamanlamasına baktığımız zaman, Makarios’un bu saldırıyı özellikle Acheson Planı’nı torpillemek için yaptığını söyleyebiliriz. Nitekim Acheson Planı sürecinde başbakan Papandreu’nun özel temsilcisi sıfatıyla Acheson ile bir araya gelen Yunanlı diplomat İonnis Sossidis yazdığı değerlendirme raporunda Makarios’un “Mansura saldırısını Acheson Planı’nın ortadan kaldırmak için düzenlediğini” iddia ediyor ve Acheson’un kendisine Yunanistan’ın Makarios’u denetleyebilmek için adayı askerî bakımdan kontrolü altına alması gerektiğini söylediğini ileri sürüyordu.

Türkiye’nin Dillirga bölgesini bombalaması Kıbrıslı Rumlar ile Yunanistan arasında mesafenin büyümesine yol açtı. Kıbrıs Rum liderliği Atina’nın doğrudan devreye girmesini beklerken, Yunanlı yetkililer Kıbrıs Rum liderliğinin Atina’ya danışmadan kendi başına davranmasından ve işleri Yunanistan’ı Türkiye ile savaşın eşiğine getirmesinden şikayet ediyordu. Makarios’a yakınlığı ile bilinen Kral Konstantinos bile çok sert bir dille Kıbrıs Rum tarafını eleştiriyordu. Makarios ile Atina’da yaptığı bir görüşmede Makarios’a yükleniyor ve Yunanistan’ın Kıbrıs için savaşa girmeyeceğini söylüyordu. Konstanitinos, “siz bir sabah uyanıp Türkleri kesmeye karar verdiğiniz için ben Türklerle savaşa girmem. Bunu anlayın, ben Yunanistan’ı bunun için savaşa sokmam” diyordu.

Mansura-Erenköy çatışmaları Rum-Yunan ilişikilerinde başka açılardan da vahim sonuçlar doğurdu. Yorgos Grivas ile General Karayannis birbirlerine girdi. General Karayannis Yunan hükümetini de eleştiriyor ve Kıbrıs’ı bir vilayeti gibi idare etmek istemekle suçluyordu. İçişleri Bakanı Yorgacis, General Karayannis ile  kavga etti. Makarios ise Papandreu ile karşı karşıya geldi. Kıbrıs Rum liderliği Yunanistan’dan aradığı desteği bulamadı ve büyük düş kırıklığına uğradı. Hayalkırıklığı içerisindeki Makarios yüzünü Moskova ve Mısır’a çeviriyordu…

 Kıbrıslı Türkler ile Türkiye arasında da sorunlar baş gösterdi. Aşağıda da göreceğimiz gibi, Kıbrıslı Türkler Dillirga bölgesini bombalamakta geç kalan ve adaya çıkarma yapmayan Türkiye’ye sitem ediyorlardı. Öte yandan Türk-Amerikan ilişkilerinde de büyük gerilimler yaşanıyordu. Türk dışişleri bakanı Erkin ABD Ankara büyükelçisi Hare’ye Kıbrıs konusundaki “(tutumunuz) Amerikan hükümetinin Türk hükümetine ihanet etmesidir” diyordu. Erkin, Erenköy dışında Kıbrıslı Rumların istedikleri her yeri ele geçirdiklerini söylüyor ve Amerikalıların Kıbrıslı Rumların geri çekilmeleri için hiçbir şey yapmadıklarından şikâyet ediyordu.      

 

 

[1] Bir Hınç ve Şiddet Tarihi adlı kitabımdan derlenmiştir.

 

İlgili Haberler

Dergiler Haberleri