Dimitris Ergadudis  yazdı “Ayluka, Aykasiyano ve Tanti’nin hamamından hatıralar…” 1

Sevgül Uludağ

Değerli arkadaşımızın kaleme aldığı ve “Lefkoşa’nın Ayluka mahallesinden hatıralar: Ayluka’da Efendi Dede’nin Hüzünlü Öyküsü”, Ağustos 2019’da YENİDÜZEN’de bu sayfalarda yayımlanmıştı. Ardından bu öykümüz, POLITIS gazetesinde Eylül 2019’da yayımlanınca, bir Kıbrıslırum okurumdan bir elektronik posta aldım…

Bu okurum şöyle yazıyordu:

“Sevgili Bayan Uludağ,

POLITIS gazetesindeki bugünkü makaleniz beni çok etkiledi.

Ben 1944 yılında Yenicami’de, Aftokratiras Theodoras Sokağı’nda dünyaya gelmiştim ve Ayluka’dan pek çok sınıf arkadaşım vardı, sık sık onları evlerinde ziyarete gitmekteydim.

Her yıl 18 Ekim tarihinde Ayluka’nın isim gününü kutlamaktayız.

Ekte bu günle ilgili birkaç yıl önce kaleme almış olduğum bir makale bulunmaktadır…”

Dimitris Ergadudis’in kaleme almış olduğu ve birkaç yıl önce ALITHIA gazetesinde yayımlanmış olan bu makalesini “google translate” yaparak (google aracılığıyla çeviri) okuyunca, çok hoşuma gidiyor ve ona yazarak bu makaleyi kullanmak istediğimi söylüyorum. O da buna izin veriyor ve bana iki kısa makale daha gönderiyor – bu makaleler de aslında onun hatıralarından oluşuyor, Aykasiyano bölgesinde ve Tanti’nin hamamında geçen hatıralar bunlar…

Bana Rumca olarak göndermiş olduğu bu üç yazıyı, çevirmenim Gina Chappa’ya gönderiyorum, o da bunları İngilizce’ye çeviriyor. Ben de YENİDÜZEN’deki okurlarım için bunları Türkçeleştiriyorum…

Bugün sizlerle Dimitris Ergadudis’in hatıralarından oluşan bu üç makaleyi paylaşmak istiyorum.

Dimitris Ergadudis’in makaleleri şöyle:

Ayluka Yortusu Kutlamaları…

18 Ekim. Ayluka Yortusu kutlama günü. Arkadaşım Andreas’ın kilisesi, Türk mahallesinin kalbinde aynı ismi taşıyan kiliseyle Ayluka Yortusu’nu kutluyor.

Bütün aile sabah erkenden giyinip kuşandık ve Ayluka’ya doğru yola çıktık. Tanti’nin Hamamı’nı geçtik ve Türk mahallesine girdik. Bizimle birlikte Aykasiyano’dan, Kaymaklı’dan ve Palluryotissa’dan da pek çok kişi vardı. Rumca isimlere sahip sokakları görünce, kiliseye yaklaştığımızı anladık. Önce Plateon Sokağı. Sonra Lukianos Sokağı, Apostolu Luka’ya doğru sol, sonra sağda Korinthu sokağı (işte kilise orada, haç çıkarıyoruz) ve sonunda Friksu Sokağı.

Kiliseye varmadan birkaç blok önce, papazın güçlü sesini duyduk. Kilisede çok sayıda insan vardı. Biz de içeriye girmeyi başardık. Ben hiçbir şey göremiyordum. Kısa boyumla, yalnızca yetişkinlerin bacaklarını görebiliyordum ve hava alabilmek için başımı yukarı doğru kaldırıyordum.

Rahatsız olmaya başlamıştım ancak ninemin ciddi duruşunu görünce, bir şey söylemeye cesaret edemedim. En sonunda ayin başladı. Kilise çanlarının sesi, etkileyici bir atmosfer yaratmıştı.

Kilisenin avlusuna doğru ilerledik, çevredeki evlerde bulunan kadınlar balkonlarına çıkıyor ve haç çıkarıyorlardı.

Ayin sona erince ailmizden izin alarak, panayır için kurulmuş kiosklardan bir şeyler satın almak istedik.

Ninem bana “Paran var mı?” diye soruyordu.

Vaftiz anamın bana doğumgünümde vermiş olduğu bir şilinim vardı. Erkek kardeşimin ise iki şilini vardı ve bu parayı “kazandi” denen çekilişlerde harcayacaktı.

Dikkatimi bazı yeni pennalar çekimişti, bunlara hiç mürekkep doldurmadan yazmaya devam ettikleri söylenmekteydi. Size söylemeliyim ki bu gerçek bir mucizeydi. O güne kadar dolmakalemler vardı ki her üç-dört günde bir, bunları mürekkeple doldurmak gerekmekteydi.

Her zaman ileriye baktığımdan ve üçüncü sınıftan itibaren pena kullanmaya başladığımızdan – birinci ve ikinci sınıflarda kurşunkalem kullanmaktaydık – “uzun süre yazacak bir pena” almaya karar vermiştim. (Tükenmez penna.) Mucize penanın adı buydu. İngiliz orijinliydi ve markası da Biro idi.

Şilini verdim ve pennayı aldım. Göğüs cebimden çıkardığım kağıtta penanın yazıp yazmadığını denedim. Sonuçtan o kadar heyecanlanmıştım ki koşturarak nineme bunu göstermeye gittim.

Sucuk satan bir kioskta buldum onu, satıcıyla pazarlık yapmaktaydı. Satıcı on şilin derken, ninem beş şilin diyordu. Sonuçta yedi şiline anlaşmışlardı. Yine ninem kazanmıştı.

Bir parça sucuğu ağzına tıktı ve – neden böyle yaptım bilmiyorum – ona sihirli pennayı anlatmaya başladım, içine mürekkep koymadan yazan sihirli pennayı… Ninemin gözleri parladı ve öksürdükten sonra bana “Bu sahtekar nerede? Mürekkepsiz yazan pennaymış, böyle bir şey duyulmamıştır… Ellerine göre bir çocuk bulup onu kandırdılar” dedi.

“Sihirli penna”yı satan satıcıyı bulduk, Bayan Paraskevu, ellerini beline dayayarak ona şöyle dedi:

“Çocukları kandırıp onların şilinlerini almaya utanmıyor musun? Polisi çağırmadan çabuk çocuğa şilinini geri ver” ve pennayı alıp zavallı adamın tezgahının üstüne fırlattı, adam daha fazla rezillik çıkmasın diye şilinimizi bize geri verdi.

Ertesi günü okulun yarısı, büyük bir gururla birer biro penna tutmaktaydı, bense nineme bir hafta boyunca konuşmadım…

DEVAM EDECEK