Simge Çerkezoğlu
Kıbrıslı Rum liderlerden Dimitris Hristofias önemli bir kitaba imza atarak anılarını ‘Sessizleştirilen Tarih’ isimli bir kitapta topladı. Tam da ismiyle müsemma olan bu kitap, Hristofias’ın sadece hayatını anlatmakla kalmıyor, yaşanan pek çok tarihi olay üzerindeki örtüyü de kaldırıyor. Okunmaya değer bulduğum bu kitapla ilgili olarak Dimitris Hristofias’la bir röportaj gerçekleştirdik. Elbette sevgili arkadaşım Düriye Gökçebağ’ın katkılarıyla… Uzun uzun Kıbrıs’ta yaşananları ve anılarını bizimle paylaşan Hristofias’ın anlattıklarının bir kısmını burada okuyacaksınız ancak bir kısmı ise bizde saklı kalacak.
“TARİHİN GİZLİ KALAN YANLARINI ANLATMAK İÇİN BU KİTABI YAZDIM”
“Resmi tarihin olayları belirli ideolojiler doğrultusunda anlatan bir yapısı var” diyor Hristofias ve gerçekleri olduğu gibi anlatma amacıyla bu kitabı kaleme aldığına vurgu yapıyor.
“Kıbrıs sorunu temelde mümkün olanla olamayan arasındaki çatışmadır. En büyük hata ise geçmişte mümkün olan bağımsızlık fikrinden uzaklaşıp, mümkün olmayan ENOSİS fikrine kapılınca yapıldı. Bu imkânsız isteğin peşinde Yunanistan’daki cunta dönemine kadar vardık. Onların amacı güya ENOSİS iken çifte taksimi savunan emperyalist güçlerin dayattığı bir takım olguları kabullenmek zorunda kaldık. Darbe artık son nokta oldu ve arkasında da emperyalist güçler vardı. Bence adada iki askeri işgal yaşandı. Biri Yunan cuntası, diğeri Türkiye tarafından yapıldı. Bizler de olayların ardından sürüklenerek, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait olan Kıbrıs’ın Türkiye işgaline uğramasına kadar geldik. Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgal edilmesi, taksim tehlikesini de beraberinde getirmektedir. İki toplumun birbirinden uzaklaşması serbest dolaşım hakkının elimizden alınması… Tüm bunlar bizi bu noktaya taşımaktadır. Ben tarihin gizli kalan yanlarını anlatmak için bu kitabı yazdım ve tam da bu nedenle kitaba ‘Sessizleştirilen Tarih’ ismini verdim.”
Hristofias kitabında Kıbrıs’ın tarihine ilişkin şöyle bir ifadeye yer veriyor. “Kıbrıs şovenizmin kurbanı oldu, bugüne kadar da bunun bedelini ödedi.” Bu ifadede kastedilen şovenizmin Türk şovenizmi mi Yunan şovenizmi olduğunu merak ediyorum ve bunun nasıl aşılabileceğini soruyorum. Gülüyor ve anlatmaya başlıyor.
“Tabii ki iki taraftaki şovenizmden bahsediyorum. Zaten AKEL olarak bizler yıllardır iki toplumdaki şovenist unsurları karşımıza alıyoruz. Şimdi ise mümkün olan nedir biliyor musunuz? Federalizm. Hatta sadece bu da yeterli değil. Mümkün olan iki toplumlu, iki bölgeli federalizmdir. İlk başta üniter devlet olma fikri ile yola çıktık ama bugün bu noktaya vardık. Gerçekleşmesi mümkün olan da budur. Bu tezi zaten Makarios da kabul etmişti. 1977 ve 1979 Doruk Anlaşmalarında da imzalanarak federal yapıda karara varılmıştı. Üstelik BM de bunu benimsemiş ve tüm bunlar pek çok oylamanın ardından kabul edilmişti. Eğer iki toplumlu, iki bölgeli federal bir çözümü kabul etme gücünü kendimizde bulursak, bu yönde çok çaba sarf edersek, temel özgürlükler, dolaşım ve insan haklarını kapsayacak bir anlaşma ile ortak vatanımızı birleştirebiliriz. Böylece eşit vatandaşlar olarak hayatlarımızı sürdürebiliriz. Kitabımda da yazdım Kıbrıslı Rum sağcılar Kıbrıslı Türkleri ikinci sınıf vatandaş gibi görürlerdi. Şovenlerin amacı Kıbrıslı Türkleri ikinci sınıf vatandaş haline getirmekti. Bir solcu olarak büyüme şansına sahip olmanın yanında, bir komünist partide de yer aldım. İki taraftaki şovenist unsurlarla mücadele etmek için gelebileceğim en iyi konuma geldim ve bu mücadeleyi federal çözüme ulaşabilmek amacıyla verdim. İlk başta askersiz ve ilerleyen zamanlarda da yabancı üslerin olmayacağı bir Kıbrıs’ı hayal ediyorum.”
“ÖZKER ÖZGÜR YÜREKLİ BİR İNSAN, GERÇEK BİR VATANSEVERDİR”
Tam da bu noktada Yunan Komünist Partisi’nin son olarak Kıbrıs’ta federal bir çözümü desteklemeyeceği yönünde basına yaptığı açıklamaları soruyorum. Konu Kıbrıs Türk siyasetinin en önemli isimlerinden Özker Özgür’e kadar uzanıyor ve Hristofias Özgür’ü gözyaşlarıyla yâd ediyor.
“Bu konuda çok üzgünüm. Yunan Komünist Partisi çok şerefli bir tarihe sahip olan bir partidir. Vatansever bir tarih yazmıştır. 1941yılında Yunanistan’ı Alman işgalinden kurtaran bir parti olarak tarihe geçmiştir. Normal şartlarda komünist partiler birbirlerini desteklemelidir. Tabii her komünist partinin kendi ülkesiyle yönelik sorumluluğu da vardır. Vatanı için aldığı karara saygı duyulması beklenir. Bu yüzden de Yunan Komünist Partisi bugüne kadar kurultay kararlarında iki bölgeli iki toplumu federasyonu benimsediğini açıklamıştı. Bu da AKEL’e olan saygısından ötürü alınmış bir karardı. Fakat Yunanistan Komünist Partisi’nin geçen gün aldığı kurultay kararıyla, Kıbrıs’ta varılacak federal bir anlaşmaya karşı olduğunu açıklaması, bunu faşist bir çözüm olarak nitelendirmesi beni çok üzdü. AKEL Kıbrıslı bir partidir, Ada’da yaşayan Türklere ve Rumlara aittir. Bunu söylerken çok duygulanıyorum ve sevgili yoldaşım Özker Özgür’ün sözlerini hatırlıyorum. Özker Özgür ‘her zaman Kıbrıs’ın tek bir komünist partisi vardır o da AKEL’dir diyordu, üstelik bunu da söylerken CTP’nin başkanıydı. Elbette bu sözler onun ne kadar yürekli bir insan ve gerçek bir vatansever olduğunu gösterir.”
“UMARIM AKINCI’NIN ANİ ÇIKIŞLARI TAKTİK İCABIDIR”
Hristofias kitabının bazı yerlerinde, yoldaşım diye bahsettiği Mehmet Ali Talat’a yönelik eleştirilerde bulunuyor. Hatta partiler arası yapılan bir görüşmede, Talat’ın Denktaş gibi konuştuğunu söylüyor. Bu anı üzerine aklıma Kıbrıslı Türklerin liderlere ilişkin yakınmaları geliyor.
“Bir gün Lefkoşa’nın kuzeyinde AKEL ve CTP’nin partiler arası görüşmelerinin birinde Mehmet Ali Talat’ın Kıbrıs sorununun çözüme ulaşması yönünde gösterdiği aceleci tavırlara karşı şöyle bir tepkim oldu. Yoldaşım Mehmet Ali, ne yapmak istiyorsun? Yoksa Denktaş’ın konfederasyona ilişkin fikirlerini mi destekleyelim dedim. Gayri ihtiyarı olarak bana, “neden olmasın” dedi. O sözden sonra hiç unutmam dört saat daha toplantıya devam ettik. Bu söz nedeniyle CTP merkez komitesinden de tepki aldı ve özür diledi. Samimi olduğumuzdan dolayı her şeyi açıkça yüzüne söylerdim. Zaman zaman o da bana tepki gösterirdi. Tüm bunlara rağmen, gururla söylüyorum ki bu tartışmalarımız bizi uzlaşıya götürdü. Kıbrıslı Türk liderlerin zaman içinde Denktaş’a dönüşme iddialarını da gerçekçi bulmuyorum. Bunlar yanlış algılar ve yeniden birleşme için çalışılan günlerde barışa hiçbir katkı sağlamıyor. Hatta güneyde özellikle federal çözüme karşı olan bazı partilerin ekmeğine yağ sürüyor. Umarım Akıncı’nın ani çıkışları da taktik icabıdır. Ben buna inanmak istiyorum. Mesela ‘sığınacak tek liman Türkiye’dir derken gerçekten bunu kast ediyorsa bu yandığımızın günüdür anlamına gelir.”
Talat’a yönelik kitapta yer alan ikinci bir eleştiri de Türkiye ile olan ilişkilerle ilgili. Müzakere sürecinde çok çalkantılı görüşmeler yaşandığını söyleyen Kıbrıslı Rum Lider Hristofias, bu çalkantıların Talat’tan öte sürekli ve eksiksiz olarak bilgilendirilen Ankara ile yaşandığını anlatıyor.
“Müzakerelere her aşamada müdahil olma konusu, aslında Türkiye’de Cumhurbaşkanının kim olduğu, çizgisinin nasıl olduğu ve Kıbrıslı Türk lider üzerinde nasıl bir etkisi olduğuyla alakalı. Mesela Denktaş, Türkiye’ye karşı çok ciddi tavır alabilen, önemli bir şahsiyetti. Taksim uğruna Türkiye’ye dayatmadığı kalmamıştı. Ciddi bir ağırlığı vardı. Demirel onu boşuna Türkiye’nin milli lideri ilan etmedi. Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiği ilk yıllarda yapıcı ve açık görüşlüydü. Ancak Kıbrıs’ta karşısında Denktaş gibi bir lider buldu. Daha sonra da yeniden seçilmesini engelledi ve Talat’ı yönetime getirdi. Ardından onu da devreden çıkarıp Eroğlu’nun seçilmesini sağladı.”
Elbette Dimitris Hristofias’la geçmişi ve Kıbrıs konusunu konuşup da Annan Planı sürecini sormamak olmazdı. Kitapta süreç detayları ile yer almasa da şöyle bir ifadeye yer veriyor “eğer referandum ertelenseydi ve her iki tarafta da iyi niyet olsaydı planın yeterli sayıda maddesi iyileştirilecek ve bir çözüm önerisine varmanın mümkün olduğu kanıtlanacaktı.” Bu durumda aklıma neden bu yapılmadı ve AKEL bu plana hayır dedi diye sormak geliyor. Ancak kendisi bu konuyu çok da konuşmak istemediğini bana hissettiriyor.
“AKEL olarak Annan Planı’na evet demedik çünkü sıkıntılı noktalar vardı. Eğer değişmiş olsaydı evet derdik. Ben bu konuda çaba gösterdim. Mehmet Ali Talat’la da bu noktaları düzeltmeye çalıştık. Bu konuda çok fazla konuşmak istemiyorum. Zaten daha sonra yaptığımız müzakerelerde uzlaştığımız noktalara bakarsanız, bunlar kitapta da detaylarıyla var, aradaki farkı görürsünüz. Ben referandum için uzatma istedim ama ne Talat’tan ne de Erdoğan’dan bu yönde olumlu bir cevap almadım.”
“ŞU ANA KADAR VARILAN UZLAŞILAR BİZİMKİLERDEN ÇOK FARKLI DEĞİL”
Kitabında devam eden müzakere sürecine de değinen Hristofias, Anastasiadis’in bugün, geçmişte kendisini eleştirdiği, Hristofias–Talat görüş birliğine, destek verdiğini yazıyor. Ben de müzakerelere ilişkin öngörülerini soruyorum.
“Daha önce müzakereleri ben yürütürken Anastasiadis muhalefetteydi. Sürekli olarak beni ve vardığımız uzlaşmaları eleştirirdi. Şu an ise Akıncı ve Anastasiadis’in vardığı uzlaşılar bunlardan çok farklı değil. Ancak bundan sonra müzakerelerde ne olacağını öngörmem için bilgilendirilmem gerekiyor. Açıklamalardan öyle anlaşılıyor ki Yönetim, Ekonomi, Avrupa Birliği başlıklarında uzlaşmalar var. Bunlar zaten bizim uzlaştığımız konular. Geçtiğimiz günlerde açıklanan Güvenlik ve Polis Güçleri konusundaki uzlaşıya da biz, Derviş Eroğlu ile görüştüğümüz dönemde, varmıştık. Hatta bizim Derviş Eroğlu ile ekonomi başlığında da bazı uzlaşılarımız var. Geriye Mülkiyet ve Güvenlik kalıyor. Esas olan da bunlar.”
“KUZEYE GİTTİĞİMDE PEK ÇOK YENİ CAMİ GÖRÜYORUM”
Tüm bu süreçler içerisinde kitapta hiç konusu geçmeyen bir konudan, din konusundan da bahsetmek istiyorum. Özellikle kilisenin Kıbrıs Rum toplumu üzerindeki etkisini soruyorum ve konu Ada’nın kuzeyindeki duruma da geliyor.
“Ben görevde bulunduğum sürece Kilise ile çok zıt düştüm. Her zaman Kıbrıs Cumhuriyeti’nin teokratik bir yapısının olmaması gerektiğini savundum. Çağdaş bir devlet olmamız ve kilisenin devlete dair konularda söz sahibi olmaması gerektiğini düşünüyorum. Belki Başpiskoposun herhangi bir konuda görüşü olabilir. Fakat bu görüşü siyasi olarak dayatma hakkı olmamalı. AKEL de her zaman bunu savundu. Bu nedenle de kilise ile çok çatıştık. Öte yandan, Kıbrıslı Rumların aksine, din bakımından Kıbrıslı Türkler benim gözümde çok yüksek bir yerdedir. Ben öyle değilim ama Kıbrıslı Rumlar çok dindardır. Oysa Kıbrıslı Türkler çok çağdaştır. Neredeyse ateist gibidirler. Böyle oldukları için de onlar adına mutluyum. Ancak son zamanlarda Türkiye’deki yönetim Kıbrıs Türk toplumunda dindarlığı empoze etmeye çalışıyor. Kuzeye gittiğimde pek çok yeni cami görüyorum. Hatta bununla kalmayıp eğitimle ve yapılan bazı sözleşmelerle de daha dindar bir toplum yaratmaya çalıştıklarını fark ediyorum. Kıbrıslı Türk lider Akıncı, CTP, TDP ve eğitim sendikaları da buna tepki gösteriyor. Umut ediyorum ki en erken zamanda mülkiyet ve güvenlik konularında da uzlaşıya varılır ve Türkiye’nin bu topraklara hükmetmesi son bulur. Din konusu ve su konusu yanında şimdi gündemde elektrik de var. Bu süreç bu şekilde devam ederse çok kötü olacak. Ada’nın bir tarafının Türkleşmesi diğer tarafının ise Yunan olmasına müsaade etmemiz mümkün değil. Bu nedenle çözüm için ortak mücadele ivme kazanmalı ve Kıbrıs’ın tamamının Kıbrıslılara ait olduğu unutulmamalıdır.”