Din İşleri Dairesi Başkanı’nın, bireyin özel hayatına ve aile içi ilişkilere müdahale anlamına gelen bazı söylemlerde bulunması haklı olarak tepki çekti.
Demokrasi ve laiklik ilkelerinin reddedilmesi anlamına gelen bu söylemlere karşı hükümetin atması gereken ilk adım, bu kişinin görevine hemen son vermesiydi.
Hükümetin mevcut koşullarda bu adımı atmayacağı ve hatta benzeri daha vahim gelişmeler karşısında bile kamuoyunun sesine kulak vermeyeceği anlaşılıyor.
KıbrıslıTürk kamuoyu, Din İşleri Dairesi başkanının söylemleri nedeniyle, toplumsal varlığını ve demokratik-laik düzeni hedef alan tehlikeyi daha derinden hissetmiştir.
Bazı tarihsel olgular KıbrıslıTürk toplumunun belleğinde güçlü şekilde var olduğu için bu tehlikenin deşifre edilmesi çok da zor olmamıştır.
Ama, tehlike sadece bahsi geçen söylemin dillendirilmesi değil, böyle bir anlayışın devlet yönetimine hakim kılınmak istenmesidir.
KıbrıslıTürk kamuoyu, öteden beri birey ve insan haklarını ortadan kaldırmayı ve laik siyasal düzeni yıkmayı hedef alan müdahalelerin kimi zaman ‘dinsel hizmet’ ya da ‘dinsellik’ adı altında yürütüldüğünün farkındadır.
Türkiye’de olup bitenler bu gerçeğin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.
KıbrıslıRumlarla bazı siyasi konularda farklı düşündükleri ve hatta çatışma içinde oldukları dönemlerde bile, KıbrslıTürklerin dinsel inanışlarına ve laik siyasal yaşamına dönük böylesi bir müdahale yapılmamıştı.
KıbrıslıTürkler ve KıbrıslıRumlar, bu ortak coğrafyada birbirlerinin dinsel inancına karışmamayı, yani inanç özgürlüğünü çoktan öğrenmişlerdi.
Zaten tersi olsaydı, Cami ve Kiliseler, kasabalarda ve karma köylerde, birbirlerine iki adım ötede kurulmazdı.
KıbrıslıTürk toplumunun demokratik ve laik siyasal yaşama olan derinden bağlılığı, bugün anayasa ve yasalarla güvence altına alınmıştır.
KıbrslıTürkler için, birey, herhangi bir dine mensup olup olmamaya, eğer dinsel bir inanca sahipse, bu inancı kişisel hayatına nasıl yansıtacağına karar verme hakkına sahiptir.
Yani KıbrıslıTürk bireyler, bu konularda, kendilerinin üstünde ya da kendilerine hükmetme hakkına sahip herhangi bir kişi ya da kuruluşun varlığını öngörmüyor.
Bu tam da laik-demokratik düzeni tarif eden bir anlayıştır.
Bu anlayışı benimsemeyip, siyasal hayatı dini kurallara göre yeniden yapılandırmak isteyenlerin en başta demokratik-laik siyasal sistemle ciddi bir sorunları vardır.
‘Dinsel hizmet’ sunma adına ve dinsel hizmet sunma amacına sahip bir kamu örgütündeki konumunu istismar ederek, bireyin hayatına müdahale etmeye ya da aile içi ilişkileri düzenlemeye kalkışan söylemlerde bulunmak!
Ne anayasamız ne de tüm eksikliklerine rağmen, 29/1993 sayılı Din İşleri Dairesi Yasası, bu daireye, en tepedeki görevlisi de dahil olmak üzere, bireyin özel hayatına müdahale etme hakkı vermemektedir.
Eğer daire ve görevlileri böyle bir hakka sahip olsaydı laiklik ilkesinden bahsedemezdik.
Ama, ortada, bazıları mevcut yasadan kaynaklanan garipliklerin olduğu da yadsınamaz.
Anayasanın 131. maddesi ‘Din İşleri Dairesi’nin kuruluş ve işleyişi ile görevlerinin yasama organı tarafından çıkarılan bir yasayla düzenlenmesini öngörüyor.
Yani anayasamız, ‘Din İşleri Dairesi’ni idari bir kuruluş olarak tanımlamaktadır.
Ama 29/1993 sayılı yasaya baktığımız zaman, bu dairenin ‘dini ve idari bir kuruluş’ olarak tanımlandığını görüyoruz (m. 6(1).
Devlet içinde, dinsel hizmetleri sunan bir kuruluş olabilir ama dinsel bir yapılanma olamaz.
Yani dini bilgiye sahip kişilerin, belirli bir hizmeti sunmak amacıyla devletin bir kuruluşunda görev alması, o kuruluşa dinsel kuruluş kimliği kazandırmaz.
Ama sorun sadece bununla sınırlı değil.
Eğer ‘Din İşleri Dairesi’ dinsel bir kuruluş ise, hangi dinin kuruluşu olduğu sorulmaz mı?
Laik bir devlette, ne devletin kurup yönettiği dinsel bir kuruluş ne de devletin desteklediği ve diğerlerine karşı tercih ettiği dinsel bir inanç olamaz.
Devletin belirli bir dinsel inancı desteklemesi, onu toplumun resmi dini olarak görmesi, dini hizmetleri sadece belirli bir inanca ve inanç grubuna göre düzenlemesi laiklik ilkesiyle çelişir.
Yani laik devlet dinsel inanclara karşı sağır ve kör olan devlettir!
Yasadan kaynaklanan daha başka önemli sorunlar vardır.
Yasa’nın 6 (2) (D) maddesi Din İşleri Dairesi’ne garip bir görev vermektedir: ‘İslam dinine girmek isteyenler için gerekli işlemleri yapmak.’
Bireyin toplumsal ve siyasal hakları ile devlet faaliyetlerinin yasama organı tarafından belirlenen rasyonel kurallara göre düzenlendiği bir toplumda, devletin idari bir kuruluşu, niçin bireylerin dinsel inançlarıyla ilgili soruşturma yapıp işlem yürütmektedir?
İslam dinini benimseyen bir kişi niçin Din İşleri Dairesi’ne başvurmak zorundadır?
Böyle bir başvuru yapmadığı zaman, islam dinini benimseyemez mi?
En başta dini yerlerin ‘tamir, bakım ve donanımlarını yapmak’la görevlendirilen bir idari kuruluş, birey-tanrı ilişkisinde niçin rol sahibi yapılmaktadır?
Yasa’da buna benzer diğer gariplikler de dikkat çekicidir.
Sanki birileri, laiklik ilkesini yıpratmak amacıyla önceden bazı adımları atmış gibi!
Eğer laik bir devlet olarak kalacaksak bu garipliklerin ortadan kaldırılması gerekmez mi?