Ulaş Gökçe
Din, camideki imama ve kilisedeki papaza indirgenemeyecek kadar derin ve geniş bir konu. Dahası din, cami ve kilisenin ötesinde, çok öncesinde ve farklı alanlarda var olan ve olacak bir olgudur. Çünkü mucizelere, kurtarıcıya, her türlü gizlenmiş ve aleni adaletsizliği görüp bunu düzeltecek olana inanç cami ve kiliseye sığamayacak kadar geniştir. İnsan bunların umuduyla yaşar. Sadece camiye ve kiliseye giden değil, gitmeyen, dinle ilgisi olmadığını düşünenler de böyledirler. Çünkü insan umutla yaşar. Çünkü insanın doğası böyledir.
Daha önceki Adres Kıbrıs sayılarında dinlerin veya bazı dini inançların zaman içerisinde evrilerek, başka bir dine büründüklerini ve bugüne geldiklerini anlatmıştık. Bugün ise dini inançların laikleşerek kurumsal dinlerden ayrılıp, farklı bir şekle büründüklerinden bahsedeceğiz ve konuyu Kıbrıs’a getireceğiz.
DİNLERİN FARKLILAŞMASI
Bilindiği gibi dünyanın en adaletli toplumları olarak İskandinav Sosyalizmi ülkelerini, yani İsveç, Norveç, Finlandiya’yı gösteriyorlar. Bu ülkeler aynı zamanda dünyanın iktisadi olarak en refah toplumlarıdırlar. Adaletli olmak refahı da getirdi. Zengini az, refahı yüksek, toprağın üstünün ve altının herkesin olduğu ülkeler… Bu ülkelerin bir başka özelliği de buralardaki kiliselerin özellikle son 20 yıldır neredeyse tümden cemaatsiz kalmalarıdır. Çünkü İskandinavya’daki refah toplumu dinle ilişkisini neredeyse tümden kesmiş durumda. Kadın papazlar, eşcinsel papazlar, eğlence düzenlenen kiliseler, çağdaş kurumlar ama cemaatleri kalmamış. Fransız Devrimi ile başlayan dini tahakküme isyanla tetiklenen sekülerleşme sanayileşmenin doruğa çıktığı 20. yüzyılda, özellikle batılı ülkelerde, artık yeni, “devrimci” olmayan, ateizmden uzak bir sürece girmişti. Refah ve güvenlik artıyor, bilim ve teknik hızla gelişiyor, korkular azalıyordu. Bununla birlikte 1789 Paris’inin Fraternité, yani kardeşlik söylemi yerini dayanışmaya ve özellikle bireyselleşmeye, yalnız insana bırakıyordu. Ahirete mutlu günler vaat eden, zamanın getirdiklerine uzun süre direnen, toplu hareketi, kimliği ve ibadeti gerektiren kurumsal dinler artık günlük hayattan düşüyor ve birer geleneksel, folklorik kurumlar haline geliyorlardı.
SİSTEMLERİN DİN HALİNE GELMESİ
Toplumların sekülerleşmesinde çeşitli etkenler yer alır: Bilimin gelişmesi, akılcı düşüncenin yaygınlaşması, dinle insan arasında ciddi bağ kuran gelecek kaygısı ve korkunun azalması. Katolik, Ortodoks Kiliseleri, Sünni İslam gibi güçlü, kurumsal dinler 20. yüzyılın ortasından itibaren hem sekülerleşmeyle hem de bazen daha güçlü kurumsal ve kurumsal olmayan dini inançlara mağlup olmaya başlamışlardı. Bunların en başında, çeşitli yerlerde din haline gelen sosyalizm de bulunuyordu. Bu sadece sosyalist ülkelerde değil, belki daha da fazla, işçi sınıfı hareketlerinin yoğun olduğu kapitalist ülkelerde görünüyordu. Toplumun bir kısmı refah içinde bireyselleşerek dinden uzaklaşırken, diğer bir grup gelecek mutlu ve adaletli ve müreffeh günlere olan inancı sosyalizm mücadelesinde buluyorlardı. İşin doğruluk-yanlışlık boyutunu değil, sadece inanç boyutunu ele aldığımızda bu dönemde hem sosyalist ülkelerde, hem de kapitalist ülkelerdeki sosyalist hareketlerde eski dinin tüm özellikleriyle yaşadığını görebiliriz. Artık yol gösteren, gelecek güzel günlerin kurucusu, adaleti sağlayan, her zaman doğruyu gören ve buna sevk eden, kudretli ve bilge, tüm dertlere çare olan sosyalist devlettir, o devlet henüz ortada yoksa partidir. Kapitalizmin daha acımasızca yaşandığı Kuzey Amerika’da ise kurumsal dinler zayıflarken zenginlik kendi başına bir amaç, varılacak son nokta, mutluluk ve fetiş kaynağı olarak dini öğeler taşıyarak, “Amerikan Hayali” ile egemen olmaya başladı. Geçen yüzyılın ilk yarısından itibaren milli fikir, milliyetçilik de dinin yerini alan ciddi unsurlardan biri oldu. Almanya, Şili, İspanya, Libya, Arnavutluk, Bulgaristan’daki çeşitli sözde ideolojik kılıflar altında güce erişen rejimler cumhuriyetin kurulmasının ardından Türkiye’de yaşandığı gibi tüm fikir ve inanç dünyasını işgal etme amacı güttüler. Bu nedenle ulusalcı rejimler, dini bir araçtan çok rakip görüyorlardı. Çünkü İsa’nın “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür” ifadelerinin gerçek hayatta bir karşılığı vardır.
Burada ve daha önceki yazılarımızda bahsettiğimiz gibi dinlerle rekabet eden, onların yerlerini alan laik ve hatta ateist dinler dün mevcut olduğu gibi bugün de mevcuttur. Peki egemen bir devlet ideolojisinin veya tek parti iktidarının olmadığı, oldukça dinden uzak Kıbrıslı Türklerin yaşamında klasik manada dinin yerinde kim oturuyor?
****************************************
KIBRIS’TA DİN
1974 öncesi ve sonrası Kıbrıslı Türklerin çeşitli din dışı inanç merkezleri olmuştur. Bu bazen Türkiye, bazen zenginleşme, bazen dünyaya ve Rumlara kendini ispat etmeydi. Ancak Kıbrıs’ta yakın tarihin en önemli din unsuru olarak Kıbrıs’ta bir çözümün egemen olduğu görülmektedir. Din, bugünden kaygı, yarından korku, daha güzel günler vaadi, mutlak ve ebedi huzur ve refah, tapınma gibi öğelere sahiptir. Kıbrıslı Türklerin önemli bir kısmı Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine tam olarak bu noktadan bakmaktadırlar. Sol partilerin neredeyse tümü yaşanan sorunların çözümünü, sağlık, trafik, eğitim, kültür konularının çözümünde tek bir formüle sahiptirler: Kıbrıs sorununun çözümü. Kıbrıs’taki mevcut durum bir anomali kaynağı olmasaydı adına Kıbrıs Sorunu denmezdi. Kıbrıs’ta sorun olduğu şüphe kaldırmaz. Ancak bu sorunun çözümünün tüm sorunları çözeceğine inanmak kendi başına, bu inancın sahiplerini rasyonel alandan dini alana götürmektedir. Siyasi partiler programlarındaki pek çok sorunun kaynağına Kıbrıs sorununu eklerken, çözümünde de Kıbrıs sorununun çözümüne işaret etmektedirler. Kıbrıs sorununun çözümü eğitimde dünyadan geri kalmışlığa çare olacaktır, yollarda gençlerin ölmesini önleyecektir, daha az kanser hastası olacaktır, hastaneler, devlet daireleri, memurlar ve doktorlar ancak çözümden sonra daha iyi çalışacaklardır.
MUCİZEDEN UMUT DUYMAK
Günlük hayatın çevre, eğitim, trafik, sağlık gibi çözümü ertelenmiş sorunlarının arkasında Kıbrıs sorunun ortadan kalkmasıyla birlikte gelecek çözümün mucizevi gücüne inanç saklıdır. Dinde vücut bulan çilecilik, zahitlik gibi günlük hayatı ve kısa vadeli geleceği önemsizleştiren tutumlar bile Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak geniş kitleler üzerinde etki sahibi olabilmektedir. Ekonomide, eğitimde, sağlıkta, sosyal sigorta sisteminde yapılan hataları yapanların, bu hataları Kıbrıs sorunun çözümü ön plana çıkararak kapatmaya çalışması ise sadece bir tür kurtuluş gününe işaret etmemekte, aynı zamanda bu hataların üzerini kapatmak için de kullanılmaktadır. Bu kurumsal dinlerde sıklıkla kullanılan bir yöntemdir.
İnsan, doğası gereği, mucizeden umut duyar. Çünkü kendinden ve hayattan umudunu yitirmesi, bu dünyayla tüm bağlarını koparmasına neden olur. Mucizeye inanç bu güçlü duygu umuttur. Mucize tüm mağlubiyetlerin, başarısızlıkların, yanlışlıkların şifasıdır. Pazartesi başlamayan tüm diyetler gibi hayat insana, mucizelerin olmadığını, Pazartesi geldiğinde gösterir.
Bu konuda Doğu’nun iki bilgeliği var: “Mucizeden umut duymak gereklidir ama mucizeyi beklemek yanlıştır” ve “Mucizeye inanmak gerekir ama ondan umut duymak yanlıştır.”
Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi, Kıbrıslı Türklerin sorunlarını yine kendi başlarına çözecekleri gerçeğini değiştirmeyecektir.
Not: İllüstrasyonlar, İtalyan sanatçı Marina Marcolin’e aittir.