Diplomasına baktı.
Duvara asmıştı.
Bir köşesinden ‘vesikalık’ gülümsüyordu.
İsmi dolma kalemle ve şatafatla yazılmıştı üzerine.
Yüksek sesle okudu.
Gururlandı.
***
‘Tak takıştır, sür sürüştür, inadına gel, piyasa vakti, muhallebiciye’ diyen dost bir dizesi yoktu belleğinde...
Orhan Veli’yi duymuştu da, hiç okumamıştı!..
Özdemir Asaf’ın “Lavinia”sını tanımazdı, yolda görse...
‘Mavi Gözlü Dev’den birkaç mısra vardı ezberinde, Cemal Süreya’yı duyardı mesela da “Saat onikiden sonra, bütün içkilerin şarap olduğunu” anlamazdı.
Ne ‘böcek’ gibi uyanmıştı bir sabah, ne de Gregor Samsa’yla iki tek atmışlığı vardı.
En azından ‘Şeker Portakalı’ndan tatsa, ‘Simyacı’yla yollara düşse, biraz yorulurdu.
‘Savaş ve Barış’ı yarım bıraksa da olurdu...
***
Henüz ana babası ayaktayken ve para kazanırken, bir ucundan ‘et yığını’ olarak girdiğin yurdum diploma fabrikalarının öte ucundan genelde yine ‘et yığını’ olarak çıkma şansı varken.
Evet, kanı kaynadı...
Yeni diplomalar alacak, yeni çerçevelere sığacak, yeni vesikalıklarla gülümseyecekti...
***
Bir vekil tavlamanın, bir merkez yöneticiyle akraba olmanın ya da ‘delege’ gömleğiyle istihdamın kutsal kabul edilidiği yarım adada, kitap okumasına çok da lüzum yoktu.
Diplomasına baktı.
“Biraz daha” dedi, “profösöre kadar yolum var...”
***
Diplomalı kültürsüzlüğün ve varlıklı cehaletin cennetinde, onca ‘haksızlık’ vardı ama nedense herkes ‘haklı’ydı...
Nedense !..
---------------------------------------------------------
Sosyal paylaşım dedikleri
Sosyal medyada, hasta yatağından yansıyan fotoğraf paylaşımları hepimizi geriyor.
Hem de nasıl!..
Anlıyorum, insanlar böylesi zamanlarda biraz daha fazla ilgi, destek istiyor.
Öyle de duyguları ‘sözcükler’le de anlatmak mümkün.
Hasta yatağında acılar içinde bakan bir çift göz, ağızda oksijen, bilekte serum görüntüler karşısında ‘dağılıyoruz’ tam da…
***
Bir de hastaneden “yer bildirimi”nde bulunan, yani “şu anda hastanedeyiz” diyen ama tek cümle açıklama yapmayanlar var ki, insafsızlık…
Sosyal paylaşım dedikleri bu değil a dostlar…
Yapmayınız, ne olur.
---------------------------------------------------------------------
haftanın notları
• Öyle dalıp dalıp gidiyorum, Che Guevara, Kıbrıs’ın kuzeyinde doğmuş olsaydı, önce kendine devlette garanti bir iş ayarlayarak, acaba boş zamanlarında devrim yapar mıydı?
• ‘Ona buna laf yetiştirme’ üzerinden bir hayatı olurdu belki de, ya da doktor olmanın avantajıyla Meclis’e girerdi.
• Diploma törenlerinde ailelerin ön tarafa gelerek fotoğraf çekmesi yasak!..
• İyi de profesyonel fotoğrafçılar ve basın, zaten görüntüyü kapatmaya yetiyor. Hem bir çocuğun,
• en güzel anında, anne babası ile göz göze gelmesinden daha anlamlı ne olabilir ki!.. Bu törenler ‘protokol’ değil ‘çocuklar’ için!.. Bırakınız, herkes, istediği gibi yaklaşsın, yakınlaşsın çocuklarına...
• Dikkatimi çekti, bir gıdım ‘ot’la yakalanan gençlerin, ‘tecavüz’ mağdurlarının falan ismi açıklanıyor da, mesela ‘casino’da basılan tek bir yurttaşın adı yansımıyor gazetelere, açıklanmıyor, ‘mahkemeye çıkarıldıkları gün’den kimselerin haberi olmuyor!..
• UYUŞTURUCUYA karşı yürüyor, şiir okuyor, şarkı söylüyor, dans ediyoruz!..
• Keşke bir de ‘rehabilitasyon merkezi’ inşaa etsek, birlikte, dayanışarak...
• Aziz Yıldırım sormuş, “Kıbrıs’ta sarı lacivert takım varsa katkı yapalım!..” Biraz Fenerbahçe tarihine baksa görürdü ki, kulübünün kadın takımında kaptanlık yapmış Ayten Berkalp var ve Fenerbahçe’den gelen formalarla ilk sahaya çıkan, Doğan Türk Birliği !..
• Ne Aziz beyin haberi var, ne de dernek başkanımızın, anlaşılan...
• Çok güneşte kalmayınız!.. İyi pazarlar
---------------------------------------------------
Sifonu çekiniz
Çok abartıyoruz bazen kendimizi, toplum olarak...
“İngiliz medeniyeti” görmüşüz, güya..
Okuma - yazma oranımız zirvede...
‘Marka’ giyiniyor, yazları ‘dünyaya açılıyor’, en gıcır arabalarla geziyoruz da...
Örneğin ‘tuvaletin sifonunu çekmeyi’ bilmiyoruz...
Atatürk Spor Salonu tuvaletinde karşıma çıkan ‘uyarı’yla utandım.
İşte ‘medeniyet’ seviyemiz bu!..
Elbette kimseler üzerine almayacak da, bu uyarıları yazanlar da ‘deli’ değil sonuçta...
Çocuklar ise bunu yapan, “bizim yetiştirdiğimiz çocuklar”, bir başkasının değil asla...
Ana baba olarak...
Dene nine olarak...
Eğitimciler olarak...
Ya da hani ilk akla gelen göçmen işçiler falansa, ki sanmam, onların ‘spor salonu’na gidecek çok mu dermanı var, yani...
Üniversiteli gençlerse, daha bir utanılası durum...
***
Asıl mesele hissetmediğimiz ‘aidiyet’...
Tepeden tırnağa ‘bencillik’, asıl mesele.
Doğrudan kendimize ait olmayan ne kadar değer varsa, ister maddi olsun ister manevi, son derece hoyratça harcıyoruz...
Özensiz... Sorumsuz...
Paylaşmayı bilmeden, öğrenmeden...
‘Tüketici ve yok edici’ bir toplum oluyoruz giderek, ‘hep bana, hep bana...’
‘Çok bilmiş’ hallerimize bir tokat bu levha!..
“Çöpleri çöp sepetine atınız” diyor!..
-----------------------------------------------------------
benim doğduğum köylerde / şimal rüzgarları eserdi / ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır / öp biraz! - Cahit Külebi