“Diplomat Mezarlığından Notlar”

Bir dönem İsveç’in Kıbrıs Büyükelçiliğini yapan Ingemar Lindahl Kıbrıs sorununu yazdı

Simge Çerkezoğlu

Kıbrıs için kuşkusuz en önemli dönemlerdi 2002-2004 yılları… İçinde resmi tarihin hiç anlatılmadığı pek çok detay saklıydı. Önce Kıbrıslı Rum lider ‘Sessizleştirilen Tarih’ kitabıyla bu döneme ışık tuttu. Şimdi de dönemin İsveç büyükelçisi Ingemar Lindahl… Heterotopia Yayınlarından çıkan “Diplomat Mezarlığından Notlar” kitabı pek çok önemli gözlemi, olayı, anıyı içinde barındırıyor, günü gününe okura aktarıyor. Lindahıl’a göre Kıbrıs için en önemli dönem 2002 yılıydı, sorun çözülebilirdi, ama tarihi bir fırsat kaybedildi. Elbette bunun sonrası da vardı, hepsini bu kitapta anlattı. 2001’de Büyükelçilik’te Özel Temsilcilik görevinde bulunan Lindahl, 2004-2012 yılları arasında da Büyükelçilik yaptı.          

Ingemar Lindahl İsveçli bir diplomat, bunun yanında tam bir edebiyat tutkunu… Okuyor, yazıyor, araştırmalar yapıyor, kitaplar yayınlıyor. Yayınlanmış pek çok akademik araştırması yanında ülkesinde çok okunan şiir ve biyografi kitapları da var. Öncelikle onu biraz daha yakından tanıyor, edebi yönüne ilişkin bilgi ediniyorum.  

“1968 yılından 2012 yılları arasında İsveç Büyükelçiliği’nde görev aldım. Diplomat olarak çalıştım ama hayatım boyunca şiirler, kurgu hikâyeler yazdım. Yazmak her zaman hayatımda oldu. Üniversite’de New York’da çeşitli araştırmalar yaptım. Onları kaleme aldım; İskandinavya’yı yeniden inceledim, savaş, çatışma gibi farklı konularla ilgili makaleler yazdım. Nükleer sorunlarla ilgili bir araştırmam 1988 yılında Macmillan Yayınevi tarafından kitap olarak yayınlandı. Ayrıca İsveç’te şiir kitaplarım ve iki de biyografi kitabım yayınlandı. Biyografi kitaplarında yakın dostlarımın hayatını anlattım. Bunlardan biri yaşamını daha fazla Paris’te sürdüren İsveçli ünlü bir ressamla ilgiliydi. Diğer biyografi kitabım ise ünlü bir yazar olan, bu ressamın eşini anlatıyordu.”

“KIBRIS’IN İLK ARKEOLOJİK KAZILARINI İSVEÇLİ ARKEOLOGLAR YAPTI”

Tabii İsveç’in Kıbrıs tarihi açısından önemli bir yeri var. İsveç 1964 yılında Kıbrıs’a ilk Birleşmiş Milletler askeri gönderen ülke olarak anılmakta. Lindahl’a göre iki ülke arasında bundan çok daha önemli bir bağ saklı.   

“1964 yılından bu yana, düşündüğünüzde çok uzun bir zamandan bahsediyoruz. Her altı ayda bir buraya gelen askerlerin değiştiğini de düşünecek olursak binlerce İsveçli askerin yolunun Kıbrıs’la kesiştiğini anlayabiliriz. Kıbrıs’la ilgili onlarca anı biriktiren, buradaki yiyecek kültürünü ülkelerine taşıyan, Kıbrıs’tan birileri ile evlenen askerlerimiz bile var. Ancak bana göre iki ülke arasındaki en önemli bağ İsveçli arkeologların Kıbrıs’ta uzun zaman sürdürdükleri kazı çalışmalarında gizli. Kıbrıs’taki ilk bilimsel kazılar bizim arkeologlarımız tarafından yapıldı. Adanın tarihinin ne denli eski olduğu, yazının dahi bulunmadığı çağlara dek uzandığı ortaya çıkarıldı. Bence bu ilişkimizin en güçlü yanı, hatta o yıllarda bazı buluntular İsveç’le de paylaşıldı. Şu anda başkent Stockholm’da Akdeniz ve Yakın Doğu Antikaları müzesinde bu eserler sergilenmeye devam ediyor. Bu arkeolojik çalışmalar Kıbrıs’ı bizim için özel kılıyor.”

“KIBRIS SORUNUNU 2002 YILINDA ÇÖZMEK MÜMKÜNDÜ”

Elbette bir araya gelme nedenimiz Lindahl’ın “Diplomat Mezarlığından Notlar” isimli son kitabı… İngilizce dilinde kaleme alınan bu kitap, Heterotopia Yayınları sayesinde geçtiğimiz günlerde okuyuculara ulaştı.  Günlük şeklinde kaleme alınan kitapta, 2002-2004 yılları arasında, Kıbrıs konusunda yaşanan en hayati detaylar ortaya çıkıyor. Yazarın anıları bir döneme adeta ışık tutuyor. Neden bu isim, neden bu kitap diye sorarak sohbetimize başlıyoruz.

“Bu kitap özellikle Kıbrıs sorununa işaret ediyor. Bunun yanında bir diğer önemli konu da adaya gelen Birleşmiş Milletler temsilcileri. Hepsi kuşkusuz başarılı olmayı ümit ederek geldiler, ama hepsi de başarısız oldular. 1964 yılından bu yana geçen zamanı düşündüğümüzde sayıları neredeyse bir düzineye tekabül ediyor. Hatta bunlar arasında Kıbrıs sorununu çözme noktasında en büyük ihtirasa sahip olan, en iddialı diplomat, Amerika Birleşik Devletlerinden Richard Holbrooke da vardı. Kendisi özellikle eski Yugoslavya ile ilgili büyük başarılara sahipti, o bile Kıbrıs konusunda bir şey yapamadı, başarısız oldu. Bu bağlamda Kıbrıs bir diplomat mezarlığı olarak ifade edilebilir. Sanırım bu isim ilk olarak Kıbrıs konusunda yazan bir gazeteci tarafından deklare edilmişti. Oradan aklımda kaldı. Zaten kitabımı günlüklerimden yola çıkılarak yazdım. Bu açıdan isminin de biraz renkli olmasını, kulağa sıkıcı gelmemesini istedim. Elbette bu kitapta özellikle BM temsilcilerinin anlatmaya çalışmadım, ben daha çok Kıbrıs konusunda neden başarısız olunduğunu anlatmaya çalıştım çünkü Kıbrıs sorununu çözmek mümkündü ama olmadı. Kıbrıs’a dair anlaşmazlıkta dört önemli aktör var. Bunlar Yunanistan, Türkiye, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumları… Tüm bu aktörlerin bir noktada birleşmesi çok ender olabilecek bir şeydi ama bu 2002 yılında gerçek oldu. Fakat Rauf Denktaş, her şeye hükmediyordu ve bunun başarılı olmasını engelledi. Elbette daha sonra Denktaşın’ın yerine Mehmet Ali Talat seçilmişti ama artık çok geçti. Zamanlama çok önemliydi. Ben bu kitapta tüm bunları anlattım, anılarımı paylaştım.”

“KIBRIS AB’YE BİR BÜTÜN OLARAK ALINABİLİRDİ AMA DENKTAŞ BUNU RET ETTİ”

Yazar kitapta anılarıyla birlikte dönemin politik figürlerine dair de önemli çıkarımlarda bulunuyor. Dönemin Kıbrıslı Türk lideri Rauf Denktaş’ı Mr. No olarak anlatıyor. Denktaş’ı eski dönemin politikacısı olarak nitelendirirken Talat’ı güçlü inançları olan, bunlardan taviz vermeyen geleceğin politikacısı olarak görüyordu. 2002 yılında perde arkasında yaşananları aralıyor.      

 “Kıbrıs Cumhuriyeti tüm dünya tarafından biliniyordu ve Avrupa Birliği’ne üyelik planlıyordu. Prensipte tüm reformları gerçekleştirmiş bile olsa bölünmüş olarak Kıbrıs’ın AB’ye üye olması mümkün değildi. Fakat daha sonra bu durumdan dolayı her seferinde Kıbrıs’ın birliğe dahil olmasının da önünü kesemeyeceklerine karar verdiler. Böylece Avrupa Birliği zirvelerinden birinde bu çerçeve belirlendi; Her iki tarafın da iyi niyet göstermesi halinde Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne bir bütün olarak alınabileceğine karar verdiler. Tüm taraflar buna ikna olmuştu. Fakat Denktaş son anda bu öneriyi ret etti. Hatta Kıbrıs Cumhuriyeti olarak Avrupa Birliği’ne girmeyi ENOSİS olarak nitelendirdi. AB sürecine dair tüm bu detayları, referandumdaki hayal kırıklığını, Kıbrıslı Türklerin durumunu, tümünü, neden bu yılların bu denli önemli olduğunu elbette kitapta daha detaylı anlatıyorum.”

“2002 YILINDA TÜRKİYE’NİN İSTEĞİ AB ÜYELİK MÜZAKERELERİNİ BAŞLATMAKTI”

Kitap söz konusu yıllar arasında yaşanan, tanık olunan pek çok ilginç detaya yer veriyor. Kuşkusuz bu anekdotlar arasında en ilginç olanlardan biri 2002 yılında Türkiye Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın Lindahıl’a anlattıkları… Yakış, Türkiye Başbakanının AB’ye bir teklif paketi ile gittiğini ve bu pakete Kıbrıs konusunu da dahil ettiğini anlatıyor. Bunu yapma nedeni olarak da Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlama isteğini dile getiriyor. Kitaptaki bu alıntı insanın aklına Türkiye adada barış isterken ne kadar samimiydi sorusunu getiriyor.

“AKP Türkiye’de iktidara geldiğinde ülke çok kötü durumdaydı. Ekonomik kriz yaşanıyordu. Erdoğan ve partisi pek çok şeyi değiştirmek istiyor, AB ile de müzakere etmeyi planlıyordu. Bunu yaparken Kıbrıs’a dair de fikirleri vardı. Sizin kitaptan alıntı yaptığınız o gün Türkiye Dışişleri Bakanı Yakış bana tam olarak Recep Tayyip Erdoğan’nın düşüncelerini aktarmıştı. Tabii o dönemde AKP mecliste yeterince güçlü değildi. Hatta Erdoğan başbakan olamamış, Abdullah Gül’ü başbakan yapmıştı. Her şeyden önce istedikleri Avrupa ile iyi bir ilişki inşa etmekti. Elbette Kıbrıs konusunda barış yapmak istemeleri konusunda ne kadar samimi olduklarını tam olarak bilemem ama esas istedikleri Türkiye’nin üyelik müzakerelerini başlatmak, AB’ye üye olma yolunda ilerlemekti diyebilirim. Sizin de alıntıda söylediğiniz gibi bir paket hazırlamışlardı, içinde Kıbrıs da vardı. Adada barış istiyorlardı fakat önlerinde engel olarak Denktaş duruyordu. Hatta Kıbrıs’ı elinde tutmak isteyen askeri, Denktaş’ı feda etmeye de hazırdılar.”

“BARIŞA ADIM ADIM ULAŞMAK GEREKİYOR”

Elbette kitap söz konusu yıllar içinde yaşanan tüm süreçleri, iniş ve çıkışları, müzakereleri, uluslararası tüm görüşmeleri açıklıyor. Tüm bunlar yanında kuşkusuz bu süreçte yaşanan en önemli gelişmelerden biri 2003 yılında karşılıklı olarak başlayan geçişler olarak ifade ediliyor… Kitapta bu geçişlerin iki ihtimalden birini beraberinde getirmesinden söz ediliyor. Adanın birleşmesi veya iki ayrı devlet olarak bölünmesini… Acaba bugün hangi görüş daha ağır basıyor.

“Tabii o yıllarda, 2002’de Kıbrıs konusunda yaşananlardan ötürü insanlarda kızgınlık, öfke, hayal kırıklığı vardı. Biraz da bunu ortadan kaldırmak için karşılıklı geçişler başlatıldı. Kitabın tanıtım gecesinde Mehmet Ali Talat da bize bu durumu detaylarıyla anlattı. Bence bu çok doğru bir karardı. Belki çözüme ulaşamadık ama diğerini esrarengiz göstermekle de bir yere varmanın mümkün olamayacağını anladık. Kapıların açılması iki toplumun ne denli benzer olduğunu, ne denli benzer ilgileri, kültürleri, algıları olduğunu bize gösterdi. Bunun yanında insanların sosyalleşmesine olanak sağladı. Bugün Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkler yanında, Türklerle de sosyalleşiyor, konuşuyor. Ayrıca devam eden işbirlikleri, kurulan komiteler de var. Tüm bunlar adayı birleştirmek açısından önem teşkil ediyor diye düşünüyorum. Sizler burada aynı çevreyi, adayı, suçluları, kültürü pek çok şeyi paylaşıyorsunuz. Kıbrıs’ın geleceğine dair pek çok şey yazılıyor, söyleniyor. Ben kitabımın sonunda da söyledim barışa bir anda ulaşma fikrinden vazgeçilmeli, bu pratikte insanlar için öyle kolay olabilecek bir şey değil. Bunu adım adım, aşamalı olarak yapmak gerekiyor. Bunun iki aşaması var; her seferinde çözüme yaklaşılıyor ama taraflar korkup uzaklaşıyor. Esas olan bu durumu suiistimal etmeden, bunu göz önünde bulundurarak insanları barışa hazırlamak. Mesela bir referanduma gitmeden önce bazı adımlar atılmalı. Bu gaz konusunda olabilir, Maraş konusunda olabilir, havaalanı konusunda olabilir… Karşılıklı olarak bir güven verdikten sonra da ikinci adım olarak referanduma gidilebilir.”

“VİCTORİA CADDESİ AÇILIRSA KIBRIS’IN KÜLTÜR MERKEZİ DURUMUNA GELEBİLİR”

Kıbrıs konusu ile bu denli yakından ilgilenen, ada ile ilişkisini hiç koparmadan devam ettiren birisi olarak, iki topluma söylemek istedikleri de vardı. Aslında Lindahl’ın düşüncesi açıktı. Sonuca ulaşmak için bir an önce küçük adımlar atmaya başlanmalıydı. Ancak küçük adımlar bizi büyük sonuca ulaştıracaktı.

“Öyle görüyorum ki Birleşmiş Milletlerin yeni fikirleri var. Sanırım içinde bulunulan bu durumdan kurtulup, adımlar atmak için bu yönde bir şeyler yapmak gerekiyor. Toplumların barış için baskı yapması gerekiyor. İlk olarak hala daha fazla geçiş noktasının açılması gerektiğini düşünüyorum. Ben burada görevdeyken Victoria Caddesi’nin geçişlere açılması için çok uğraşmıştım. O nokta pek çok kilise, cami ve tarihi yapısıyla Kıbrıs’ın kültür merkezi durumuna gelebilir. Biliyorsunuz orada sadece Kıbrıslı Türk ve Rumların değil Ermenilerin de izleri var. Bu nokta geçişe açılıp düzenlenebilir, oraya müzeler, kültür merkezleri açılabilir. Çok da güzel olur bence, özellikle Lefkoşa’nın daha fazla geçişe ihtiyacı var.”

“SANATIN İNSAN HAYATINDAKİ HER ŞEYE DOKUNMA GÜCÜ VAR”

Kitap boyunca dikkatimi çeken bir diğer detay, politik ve edebi hayatı yanında, yazarın sanatın her alanına duyduğu yakın ilgiydi. Kıbrıs’ta bulunduğu süre boyunca Kıbrıslı sanatçılara, onların eserlerine çok ilgi göstermiş, kitabında onlara da yer vermişti. Elbette eşinin sanata olan yakınlığının da buna etkisi yadsınamazdı. Hayatı boyunca bu iki alanda sürdürdüğü yaşamında hangi dünyayı daha renkli bulduğunu düşündüm.

“Tabii ki sanatsal dünya çok daha renkli, kalıcı… Sanatın insan hayatındaki her şeye dokunma gibi bir gücü var. Politika ise sadece belli başlı sorunlara değiniyor. Bu nedenle sanat çok daha önemli, kıymetli...”       

     

 

 

 

Dergiler Haberleri