Kıbrıs’ın toplumlar arası çatışmalarına damgasını vuran Erenköy Direnişi’nin 57’nci yılı…1964 yılında Erenköy (Koççina) bölgesinde Türkiye ve İngiltere’den 700’e yakın Kıbrıslı öğrenci adaya gelerek, Erenköy’deki direnişe katılmıştı.
Erenköy Mücahitleri Derneği Başkanı, Erenköy mücahidi Mustafa Arıkan, Erenköy direnişinin Kıbrıs Türk mücadele tarihinde çok önemli bir yeri olduğunu, adaya silahların ilk kez Erenköy direnişiyle geldiğini anlattı.
Arıkan, direnişin psikolojik olarak halkta olumlu bir etki yarattığını, moral verdiğini ifade etti.
Arıkan, Erenköy’e çıkanlar arasında ideolojik farklılıkların o dönem yerleşmediğini, birlik ve beraberlik içinde olduklarını dile getirdi.
Türk Ajansı Kıbrıs’a (TAK) Erenköy direnişine ilişkin anılarını anlatan Erenköy mücahidi, dernek başkanı Mustafa Arıkan, çok zorluklar ve sıkıntılar yaşamalarına rağmen hiçbir zaman pişmanlık duymadığını belirtti.
Erenköy’e çıkış süreçlerini anlatan Arıkan, 1963 yılı Aralık ayında Ankara’da üniversitede okuduğunu, Kıbrıs’ta yaşananları yakından takip ettiklerini söyledi.
Öğrenci gruplarının dönemin Başbakan İsmet İnönü ile görüştüğünü, durumu aktardıklarını kaydeden Arıkan, Ankara’da de 100 bin kişinin miting yaparak, konuya dikkat çekmeye çalıştığını belirtti.
Arıkan, İstanbul’dan Antalya’ya giden bir grup öğrencinin Kıbrıs’a çıkmak için bir gemi işgal edip, silahlandığını ancak otoritenin izin vermemesi üzerine geri döndüklerini kaydetti.
Bu dönemde Ankara’da Atatürk Öğrenci Yurdunda kaldığını söyleyen Arıkan, 1964 yılında Zir Kampında bir gece kalıp eğitim aldıklarını, sonra Anamur’a gittiklerini, kendilerine çıkarma harekatında kılavuz olarak kullanılacaklarının söylendiğini belirtti.
Arıkan’ın anılarından…
“Temmuz ayında bizi çağırdılar, Zir Kampı’nda 10-15 gün eğitim aldık. Anamur’a sahile gittik orada Rauf Raif Denktaş ve TMT’nin kurucusu Rıza Vuruşkan bizi bekliyordu. Hep birlikte gece askeri hücumbota bindik, Erenköy’e gittik. Hücumbottan sandala geçtik, sandal arıza yapınca sürüklenmeye başladık ve karaya çıkmamız gereken yere değil yanlış yöne gittik.”
“7’sini 8 Ağustos’a bağlayan gece, çevre köylerdeki herkes; yurt dışından gelen 563 öğrenci, Londra’da gelen 35 kişi ve köylülerden oluşan 200-300 kişinin Erenköy’de toplandı. Esir düşülmemesi gerektiği, böyle bir durumda el bombası veya son mermiyi kullanmamız söylenmişti.”
“Patatesleri deniz suyunda pişirirdik. Su yoktu ancak denizde yıkanabilirdik. Bu zor şartlarda, açlıkla mücadele ettik ama isyan anlamında bir şey olmadı. Ben tarımla uğraşırdım, bu nedenle bana hendek ve mevzi kazma görevi verilirdi. Görevi tamamladığımda o incecik ekmeğin üzerine marmelat sürüp veririlerdi bize, ödül olarak. Çok sıkıntılar çektim ama Erenköy’e çıktığım için hiç pişmanlık duymadım”
Serakıncı: En cefa çeken nesil
Direnişin tanıklarından Eşber Serakıncı ise kendi neslini “En cefa çeken nesil” olarak tanımlıyor.
Bu direnişte “domdom” kurşunu ile karnından vurularak ağır yaralanan Serakıncı’nın iç organlarının çoğu tahrip oldu. Birleşmiş Milletler (BM) helikopteri ile Lefkoşa’daki BM Barış Gücü Kampı’na sevk edilen Serakıncı, 8 saat süren ameliyat sonunda hayata tutundu ve ardından kendi ısrarıyla sevk edildiği Lefkoşa Türk hastanesinde 9 ay tedavi gördükten sonra taburcu oldu.
Serakıncı’nın anılarından…
“Şunu söylemem lazım; bu arkadaşlar, özveri içinde vatan sevgisi içinde Kıbrıs topraklarına koştular. Kıbrıs tarihinde Erenköy bir dönüm notası olmuştur. 1963’te uçaklar uçtu ama garantör ülke olarak Türkiye’nin ilk fiili müdahalesi Erenköy’de başlamıştır. Onun kapısını açtılar.”
“1 ekmeği 18-20 parçaya böldüğümüz oldu.”
Erenköy’e çıkan üniversite öğrencilerinden Şakir Öksüz ise 2 gün 2 gece süren yoğun çatışmaların sona erdiği 8 Ağustos’u ikinci doğum günü kabul ediyor.
O günleri hiç unutmayan ve her fırsatta gururla anlatan Öksüz, Yalya’dan 2 gün 2 gece yürüyerek gelip, mühimmat aldıktan sonra aynı şekilde geri dönen isimsiz kahramanları, savunma eğitimi alıp gittikleri Erenköy’de gerçekleştirdikleri taarruzda hayatını kaybeden arkadaşını, okuldan arkadaşı Süleyman’ın (Uluçamgil) dikkatsizlik nedeniyle ellerinden kayıp gidişini, İsveçli BM subayı Lindh’in desteğini kah gururla, kah duygulanarak hatırlıyor.
“Sosyo-ekonomik durumu birbirinden farklı, değişik kesimlerden gelmemiz bizim kaynaşmamızı hiç etkilemedi. Fakiri, zengini, bir dilim ekmek bulunca birbiriyle paylaşıyordu. Açlık günlerinde 1 ekmeği 18-20 parçaya böldüğümüz oldu.”
Adaya asker göndermesi için diğer Kıbrıslı Türk öğrencilerle birlikte her gün Kızılay ve Sıhhiye’de eylem yapan Öksüz, bu aşamada asker gönderilmesinin mümkün olmadığı yanıtına karşılık “Asker gönderemezseniz bizi gönderin” diyerek ülkesini, insanını savunmak için adaya dönmeye gönüllü olan öğrenciler arasında yerini alır.
“Bir gün okulda bir arkadaş yanıma gelir ve ‘Erenköy’e çıkacak gönüllüleri kayıt altına alırlar. Sen de gitmek istersen, Atatürk yurdunda kalman lazım’ der. Ben de ev arkadaşlarıma ‘Karadeniz’e tetkik gezisine çıkıyoruz’ deyip evden çıktım. Zir Kampı’na, oradan da Erenköy’e gittim...”
Üniversite öğrencileri çatışmalar bittikten sonra bir buçuk seneyi aşkın süre Erenköy’de kalır ve ardından “yapacak görev yoksa, Türkiye’ye giderek, tahsillerini bitirmek” talebinde bulunur.
“Önce taleplerimizi sözlü dile getirdik. Bir şey olmadı. Dilekçe yazınca isyan sayıldı. Biz de çadırlarımızı topladık ancak nöbete gitmeye devam ettik. O zaman ciddiyetimiz anlaşıldı. Haklı buldular bizi. Ve 29 Nisan 1964’te geldiğim Erenköy’den 29 Ocak 1966’da ayrıldım. BM kamyonlarıyla Gemikonağı’na CMC iskelesine getirildik. Oradan da gemilerle Türkiye’ye götürülecektik. Ancak gemiye bindiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu. Zir Kampı’nda bizi eğiten komutanlarımız gemiyle bizi karşılamaya gelmişti. Hep beraber İskenderun’da NATO iskelesine gittik. Orada her birimize ‘TSK hediyesi’ adı altında 1500 TL dağıttılar.”
Erenköy’de bulundukları süre içinde farklı görüşlerde olmalarına rağmen öğrenciler arasında hiçbir siyasi çatışma ya da gerginlik yaşanmadığına işaret eden Öksüz, sonradan farklı noktalara düştüğü Özker Özgür, Naci Talat ve Fadıl Çağda gibi isimlerle omuz omuza savaştıklarını unutamıyor, bir çoğuyla dostluklarının sonra da sürdüğünü anlatıyor.
“Herkes memleketini kalkındırmak için bir mücadele şekli benimser. Kendi düşündüğü gibi yapılırsa daha iyi olacağına inanabilir. Bu bizim kutuplara ayrılmamızı, bizim gibi düşünmeyenleri düşman görüp, bilhassa vatan hainliğiyle suçlamamızı gerektirmiyor. Bu vatan haini denilenler zaman zaman iktidara geldi, ülkeyi yönetti ancak memleketi sattıklarını görmedik.”
Naci Talat’ın satırları
Sevgili ailem,
......Havan, bazuka, top, hücumbot ve uçak bombalamaları altındayız... Dolu misali mermi yağıyor. İrili ufaklı dolular. Günde en azından 300 tane havan mermisi yağıyor. Çarpıştık… Nihayet Erenköy’e çekildik. Yarı geceden sonra, karanlıkla...
Canım kadar sevdiğim iki arkadaşım bundan bir ay önce gözümün önünde şehit oldu. Haberiniz vardır herhalde. Salahi ve Süleyman; nur içinde yatsınlar. O meşum infilakta orada olup da yaralanmadan tek kurtulan ben oldum. Hüseyin Celal’i görmedinizse gidip görünüz. Gördünüzse bir daha görünüz. Ona okuyacak kitap götürün. Kitap okumasını çok sever O. Ama edebi olsun götüreceğiniz kitaplar.
Yüksel’i de görün. Mektubunu aldığımı, kendisini çok özlediğimi..... ona benim tarafımdan belirtiniz.
Sizleri çok özledim. Benden yana hiç merak ve endişeniz olmasın.
Selam ve sevgiler,
Naci Talat
Fotoğraf, Erdal Camgöz ve Naci Talat Erenköy’de