Dışı Süslü İçi Çürük, ‘Tuzak Bina’ Grand İsias Hotel

Aslı Murat

#isiasortakdavamız

6 Şubat depreminde, 72 kişinin ölmesine, 10 kişinin yaralanmasına neden olan ‘mezar otel’ Grand İsias Hotel yaratıcılarının bir kısmının yargılandığı davanın ikinci duruşması için 26 Nisan’da Adıyaman’daydık. Bir kısmı diyorum çünkü hâlâ ne belediyedeki sorumlu kişiler ne de idarenin diğer çalışanları hakkında herhangi bir gelişme yaşanmadı. Türkiye’deki mevzuata göre, devlet çalışanlarının, görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için yetkili merciden izin alınması gerekir. Bildiğimiz kadarıyla bu zorunluluk tamamlan(a)mamıştır.

Hatta sanık avukatlarından biri de duruşma sonunda mahkemeye ilettiği taleplerinde, kamu görevlileri ile ilgili sürecin de açıklığa kavuşturulmasını istedi. Tabi ki bu durum otel sahiplerinin veya fenni mesuller dediğimiz mimar – mühendis gibi kişilerin sorumluluğunu azaltmaz ama en azından daha etkili bir yargılama yapılabilmesine zemin yaratır. Diğer bir ifade ile ceza adaleti eksiksiz bir şekilde tesis edilebilir.  Özellikle şaibeli yapı ruhsatlarının ve imar affı gibi işlemlerin, depremde yaşanan acılar açısından ciddiyetle değerlendirilmesi gerektiği inancındayım.

***

Gelelim 26 Nisan’da yaşananlara. Geçen celseden ziyade daha yoğun bir şekilde teknik meselelerin açıklığa kavuşturulduğu bir oturum olduğunu söylemek mümkün. Gazi Üniversitesi tarafından sunulan bilirkişi raporu ardından, bayramdan önce apar topar tahliye edildiğini öğrendiğimiz Efe Bozkurt, ne fiziki ne de görüntülü şekilde duruşmaya katıldı. Tabi ki bu durum beraat ettiği anlamına gelmiyor, kendisi sanık sıfatı ile yargılanmaya devam ediyor. Halil Bağcı ile ilgili İsias davasında salıverme kararı çıksa da, kendisinin depremde yıkılan başka bir binadan kaynaklanan sorumluluğu sebebiyle hâlâ cezaevinde olduğunu öğrendik. Yani Bağcı’nın yargılandığı tek dava bizimki değil, başka canların yitirilmesinde de parmağı olduğu iddiaları var. Önceden iddianamede yer almayan iki yaralının, şikâyetçi ailelerden ifade vermeyenlerin ve sanıkların kısa süreli dinletilmesi ardından, uzman mütalaaları çerçevesinde yargılamaya devam edildi.

Ahmet Bozkurt yine aynı küstahlıkla ve ezberlenmiş cümlelerle, çok büyük meblağlar ödeyerek binasını yaptırdığını, mimar ve mühendislerinin işinin ehli olduklarını ve hiçbir şekilde suçlamaları kabul etmediğini dile getirdi. Ortada kendisi ile hem fikir olan hiçbir teknik bilirkişi raporu ve uzman mütalaası olmamasına rağmen, adeta yutkunmadan ‘masumiyetini’ haykırdı! Karadeniz Teknik Üniversitesi, Gazi Üniversitesi raporları ile müşteki vekilleri tarafından dosyaya eklenen 2 ekip tarafından hazırlanan uzman görüşleri aksini söylese de; ısrarla depremin gücüne sarıldı, binasının da bu güç nedeniyle yıkıldığını iddia etti. Tüm raporlarda aleyhine yazılan hiçbir hususu kabul etmediğini de ekledi. Diğer sanıklar da ona benzer beyanlarda bulundular. Onlara göre tek sorumlu, ‘asrın felaketi’ olan depremdi! Hâlbuki biliyoruz ki, uzmanların da dillerinde tüy bitercesine tekrar ettiği bir gerçek var: “Deprem değil bina öldürür”.

***

Ha tabi Ahmet Bozkurt her koşulda fenni mesullerin, işini düzgün yaptığını iddia etse de, sanıklardan Erdem Yıldız (mimar) kusur sorumluluğunu olası kasta götürebilecek bir noktaya vurgu yapmaktan geri durmadı. Binayı haneden otele dönüştüren yapı ruhsatının sahte olduğunu, statik projeyi kendinin hazırlamadığını ama kendi isminin yer aldığını söyledi. Önceki celse ifade veren mühendis Mehmet Göncüoğlu da benzer bir tespitte bulunmuştu. Bir nevi sanıkların birbirleri aleyhine de tutum aldıklarını söylemek mümkün. Kim kendini kurtarırsa! Belli ki devlet de yaşam hakkının tehlikeye atılmasını etkili bir şekilde önleyememiş ve hak ihlâllerini önlemek için caydırıcı yasal ve idari mekanizmaları çalıştır(a)mamıştı.

Her ikisinin de bahsettiği binanın statiğine dair hesaplamalar, aslında hem bilirkişi raporlarında hem de uzman görüşlerinde de belirtildi. Bu işin uzmanı olmadığımız için kulaklarımızı açarak dinledik, kavramaya çalıştık uzmanların tespitlerini. Aktarılan bilgilere göre, bir binanın hane olarak inşa edilmesi ile hotel olarak inşa edilmesi arasında hesaplama farkı vardır. Bu da binanın kaldırma gücünü etkiliyor, ki İsias’ın yıkılmasındaki en önemli sebeplerden biri de üzerine kaldıramayacağı derecece yük bindirilmesi ve binanın depreme karşı esneklik gösterememesidir. Malzeme kalitesizliği, donatı yetersizliği, ilave kat eklenmesi, mimari ve statik projeler ile ruhsat bilgileri arasındaki uyumsuzluklar, perde duvarların dengesiz oluşu gibi sebepler de ardı ardına sıralandı. Tüm tespitler dışı süslü içi çürük, tuzak bir binanın inşa edildiğini işaret etmiyor mu?

***

Sanık avukatlarının engelleme girişimlerine rağmen mahkemede tanıklık yapabilen her üç akademisyen (Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu, Prof. Dr. Serhan Şensoy, Prof. Yonca Hürol) de, binanın hem değişen deprem yönetmeliklerine hem de deprem tehlike haritasına göre ya yıkılıp yeniden inşa edilmesi ya da ciddi şekilde mimari ve inşaat mühendisliği kurallarına uygun şekilde güçlendirilmesi gerektiğini söyledi. Maalesef bunların hiçbiri yapılmadı. Bina zayıftı, o gücü kaldıramadı ve blok şeklinde yıkıldı. Yine uzmanlar tarafından depremin şiddetine ve binanın kalitesine göre tasarlanan simülasyon sonucunda, ilk 15-20 saniyede 76 tane kolonun göçtüğü tespit edildi.

Hepimizin gailesi maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, tüm sorumluların tespit edilmesi ve gereken cezayı almalarıdır. Kimsenin derdinin birilerini çarmıha gererek idam etmek olduğunu düşünmüyorum. Evet, çok büyük ve asla bitmeyecek bir acı ile baş edilmeye çalışılıyor ama esas mesele adaletin sağlanması. Hem de sadece şimdi için değil, gelecek kuşakların da bir daha aynı hüznü yaşamaması, aynı kayıplarla hayatların kararmaması için yürütülen bir mücadele. Ben ailelerle duruşmalara katıldığım her an, sosyal medya kampanyalarına destek vermeye çalıştığım her gün, sabırları karşısında saygı ile eğiliyorum. Çok güçlüler ama dayanışmayla daha da güçlü olabilirler. Biliyorum.