Doğa sadece bizim değil…

Susuzlukmuş… Kekliklerin ve diğer av hayvanlarının nesillerinin tükenmesi umurlarında bile değildi bazı avcıların… Çünkü, bazıları kendilerini sadece “av ve öldürmeye” programlamıştı…

Yağmursuz bir mevsimdi…

Her taraf sıcaktan kavruluyordu.

Erkek kınalı keklik erkenden uyanmış, eşini de uyandırarak, kurumayan bir su birikintisinden su içmeye gidiyordu…

Sanki her şey ters gidiyordu. Eşinin, üzerinde özenle oturup hep sıcak tuttuğu 16 yumurtadan sadece 6 yavru çıkmış, diğer yumurtalar hep ‘cılk’ olmuştu.

Yine de çok sevinmişlerdi benekli altı yavru görünce! Onları büyütüp bir kez daha kuluçkaya yatabilirdi dişi keklik… Hem belki o zaman yağmurlar da yağar, dağlar suya kavuşurdu…

***

Ama felaket sürmüştü…

Yağmur yağmayan arazide ise, yavrularını daha tüyleri düzelmeden tilkiye kaptırmışlardı. Ama şanslı sayılırlardı: Diğer çiftlerin sadece yavruları değil, “kendileri de”, yasa dışı avcılık yapanlara yakalanmışlardı.

Onlar ise, çok az kalan keklikler olarak dağdaki son su kaynağına doğru yürüyorlardı… Doğup büyüdükleri bu dağ, ne de güzeldi şafakta…

AMA…

Ama avcılar, onların suya gitmek zorunda olduklarını… Suyun da nerede olduğunu biliyorlardı!

Av yasağı vardı ama bazı avcıların buna uymaya niyeti yoktu! Bir kısım ‘acımasız  avcı’ tüfeğini, fişeklerini, botlarını vuracakları keklikleri asıp, bellerine takarak etrafa caka satacağı hayaliyle yarı sarhoştular…

Vuracakları keklikleri nerede bulacaklarını da biliyorlardı!..

***

İçin için bazı gazetelere de kızıyorlardı…

Sanki, başka işleri yokmuş gibi, kuraklık nedeniyle yaban hayatının ciddi sıkıntılar içinde olduğunu ve bu mevsim ‘avın yasaklanmasını’ öneriyorlardı ciddi ciddi… Bunlara çok kızıyordu bazı avcılar. Ve, onları dağda görseler tüfeklerini üzerlerine boşaltacaklarını da söylüyorlardı, kendi aralarındaki sohbetlerinde…

 Susuzlukmuş… Kekliklerin ve diğer av hayvanlarının nesillerinin tükenmesi umurlarında bile değildi bazı avcıların… Çünkü, bazıları kendilerini sadece “av ve öldürmeye” programlamıştı…

SON KEKLİK ÇİFTİ…

Güneş yükseliyordu…

Son keklik çifti, artık, suya iyice yakındı… Doğrusu, dilleri damaklarına yapışmıştı! Yine de erkek, ihtiyatı elden bırakmıyordu… Kurumuş dağda bulabildiği her ot parçasını siper alarak ilerliyor, dişisi de onu izliyordu…

Su başında pusu kurmuş avcıları önce dişi keklik gördü! Önde giden erkeğini uyarmak için, tiz bir sesle: “Cak… cak… cak!” diye bağırdı… İkisi, aynı anda havalandılar!..

Avcılar, yarı otomatik tüfeklerini durmaksızın ateşliyorlardı!.. Erkek keklik, dişisinin vurulup, yere düştüğünü gördü… Aynı anda, tüylerini yakan saçmaları hissetti… Kanatlarını çırpmaya, eşinin düştüğü yere yetişmeye çalıştı…

Sonunda, o da yere çakıldı…

Eşi, sadece bir – iki adım ileride yatıyordu… Gözleri açık!

SONSUZA DEK…

Erkek keklik, yıllarca yavrularına annelik etmiş olan eşine, son bir kez baktı…

Bütün gecenin susuzluğunu giderecek pınara ne kadar da yakındılar…

Gagasını, eşine bir şey söyleyecekmiş gibi, birkaç kez açıp kapadı…

Sesi çıkmadı…

Avcılar geldiler…

Dağın son kekliklerini, hoyratça bellerine taktılar! Mataralarını çıkardılar… Kana kana su içtiler…

Ama…

O dağda artık, sonsuza dek keklik sesi duyulmayacağını bir an bile düşünmediler!!!

Dergiler Haberleri