Uçsuz bucaksız maviliklere serpilen beyaz pamuk kümelerini ne kadar özlemişiz meğer…
Giderek alçalan güneşin yakıcı ışınlarını emip; taze bir Eylül serinliği yaratan bulutlara kavuştuk en nihayet…
Onlar da bu sevincimizi paylaşıp (sevinç) gözyaşları dökseler, ne iyi olacak…
Aylardır kızgın güneşin altında kavrulan toprak, benden daha heyecanlı…
Hafif bir rüzgarda bile havalara uçuyor; “Ben buradayım, seni bekliyorum…” dercesine toza, dumana boğuyor her yanı…
Biz Toma’larla; ucuz kahramanlıklarla; eski dışişleri bakanının “Lale devri”yle; Maraş/Kıbrıs sorunu vb. gündemlerle oyalanırken DOĞA yeniden DOĞUŞ’a hazırlanmak için dinlenmeye alıyor kendini…
Serin gölgeliklerde, bağrına düşen tohumları yeşertmek(doğurmak) için sancılanacağı o soğuk kış aylarını kolay atlatabilmek için, bir iki aycık dinlenme O’nun da hakkı…
Oysa biz rahat vermiyoruz O’na…
Vahşi, sınırsız ( ya da, homofobiklerin sevdiği söylemle: DOĞAYA AYKIRI) hırslarımızın güdümünde O’nunla savaşmaya; O’nu parça parça etmeye devam ediyoruz… (Burada bir kez daha şunu hatırlatmakta yarar vardır ki: komünist felsefenin temel önermelerinden biri olan, “Herkes yeteneğine göre/gönüllü üretirken; ihtiyacına göre tüketmelidir”)
2010 Nisan ayında, Bolivya Cochabamba’da toplanan İklim Değişikliği ve Doğa Ana Hakları Dünya Konferansı’nda dünyanın kendi başına bir canlı varlık olduğu ilk defa bilim insanları, sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumlarının oy birliği ile kabul edilmişti oysa.
Aradan geçen iki buçuk yılda (geriye dönüp baktığımızda) işlerin daha da kötüye gittiğini görüyoruz ne yazık ki…
O’nun hakları, kucağında beslediği hayvanların, insanların, bitkilerin; kısacası tüm varlıklarının haklarını da kapsamaktadır…
O konferans’ta yayınlanan “Doğa Ana Hakları” deklarasyonunda, “Doğa Ana”nın yaralı olduğunun ve bu nedenle insanın geleceğinin tehlike altında olduğunun altı çizilmiş; Doğanın yaşam hakkını kabul etmeden, insan hakları ihlallerinin de son bulmayacağı özellikle vurgulanmıştı…
Yukarıda “oyalanırken” dediğim gündemleri küçümsemediğim gibi; ayrıştırılmış hakları (İnsan, kadın, çocuk, azınlık, cinsiyet, hayvan vb.) da küçümsemediğimi vurgulayarak şunu söylemek isterim ki, HAK parçalanmaz bir bütündür… Ve dünyamızdaki tüm haksızlıkların odağı, doğaya yapılan haksızlıktır. İnsanoğlu, doğa ananın uğradığı haksızlıkları gözden kaçırdığı sürece hiçbir sorununu çözemeyecek; diğer haklar için verilen kavga yetersiz kalacak; savaşlar, sömürü, adaletsizlik, baskı ve talan sürüp gidecektir...
Bu gerçeklikten hareketle, “İnsan Odaklı” politikaların DOĞA odaklı politikalara evrimleşmesi gerekmektedir…
“Toprak Ana Hakları Evrensel Beyannamesi”nin ilk cümleleri bize bunu (“Hepimiz, ortak bir kadere sahip birbiriyle ilişkili ve birbirine bağımlı varlıklardan oluşan, parçalanamaz ve canlı bir topluluğun, Toprak Ana'nın parçası olduğumuzu biliyoruz;”)hatırlatırken, şu yükümlülükleri yerine getirmemizi ister:
İnsanların Toprak Ana'ya olan Yükümlülükleri
(1) Her insan Toprak Ana'ya saygı göstermek ve onunla uyum içerisinde yaşamaktan sorumludur.
(2) İnsanlar, tüm devletler, tüm kamu ve özel kurumlar aşağıdakileri yapmak zorundadır:
(a) Bu Beyanname’de tanımlanmış haklar ve yükümlülüklere uygun olarak hareket etmek;
(b) Bu Beyanname’de tanımlanmış haklar ve yükümlülüklerin tam olarak yerine getirilmesi ve
uygulanmasını kabul ve teşvik etmek;
(c) Bu Beyanname’ye uygun olarak Toprak Ana ile uyum içerisinde nasıl yaşanacağı konusunda
öğrenme, analiz, yorumlama ve iletişimde yer almak ve teşvik etmek;
(d) Günümüzde ve gelecekte, insanın refahına yönelik faaliyetlerin Toprak Ana'nın refahına katkıda bulunmasını garanti etmek;
(e) Toprak Ana'nın haklarının savunulması, korunması ve muhafaza edilmesi için etkili standartlar ve yasalar belirlemek ve uygulamak;
(f) Toprak Ana'nın yaşamsal ekolojik döngülerine, süreçlerine ve dengelerine saygı göstermek,
korumak, muhafaza etmek ve gerekli olduğu yerlerde bütünlüğünü iyileştirmek;
(g) Bu Beyanname’de tanımlanmış doğal hakların insanlar tarafından ihlal edilmesiyle oluşan
hasarların düzeltilmesini ve sorumluların Toprak Ana'nın bütünlüğünü ve sağlığını yeniden
sağlamaktan sorumlu tutulmasını garanti etmek;
(h) Toprak Ana'nın ve tüm varlıkların haklarını savunmak için insanlara ve kurumlara yetki
vermek;
(i) Türlerin neslinin tükenmesine, ekosistemlerin yok olmasına yahut ekolojik döngülerin
bozulmasına neden olan insan faaliyetlerini önlemek için ihtiyatlı ve kısıtlayıcı önlemler tesis
etmek;
(j) Barışı sağlamak ve nükleer, kimyasal ve biyolojik silahları ortadan kaldırmak;
(k) İnsanların kendi kültürlerine, geleneklerine ve adetlerine uygun olarak Toprak Ana ve tüm
varlıklara saygı gösterdikleri pratikleri teşvik etmek ve desteklemek;
(l) Toprak Ana ile uyum içerisinde olan ve bu Beyanname’de tanımlanmış haklara uygun ekonomik sistemleri teşvik etmek;
16-04-2011tarihli “Doğaya Dönün” başlıklı yazımı şu cümlelerle bitirmiştim:
Ben kendi adıma konuşayım; torunlarım felaketlerle dolu bir dünyada yaşayacak ve o hayatın baş sorumlularından birinin de dedeleri olduğunu düşünecekse; ben Dünya İçin, insanlık için hiçbir şey yapamamışım demektir...
O zaman kendime “ben niye yaşadım?!..” diye sormam gerekmez mi?”
Bu soruyu kendine soran insanların sayısı arttıkça, geleceğe yönelik umutlar da artacaktır…