Doğanın Raks Edişi…

Günün ilk ışıkları yeryüzüne düşmeye başladığı zaman, doğanın hazzına doyulmayan eşsiz ve uyumlu sesleri de, sevgilisine naz yapan bir yar gibi, katre katre gün ışığına dökülür… Sırf bu sesleri duymak için sabahları erken kalkıyorum. Uykunun daya

 

 

Günün ilk ışıkları yeryüzüne düşmeye başladığı zaman, doğanın hazzına doyulmayan

eşsiz ve uyumlu sesleri de, sevgilisine naz yapan bir yar gibi, katre katre gün ışığına dökülür…

Sırf bu sesleri duymak için sabahları erken kalkıyorum.

Uykunun dayanılmaz tadı bazen damağımda kalsa bile, sabah vaktinin yerini henüz alamadı.

Ufaktan ufağa almaya çalıştığını seziyorum ama asla pas vermiyorum.

Uykunun bu inatçı tavrı beni daha fazla, şafak vaktine bağımlı kılıyor.

Keyif aldığım bir bağımlılık bu,

Huzur dolu,

Gökkuşağındaki renklerle bezeli,

Neredeyse tüm canlıların fütursuzca otların, toprağın arasında dolaştığı,

Benim de kokusuna aşık olduğum,

Tadına doyamadığım kahvemle keyif yaptığım,

Ağaçların ve çiçeklerin arasında dolaştığım,

Dolaşırken yüreğimde biriktirdiğim özlemleri,

Ruhumda sakladığım fırtınaları,

Ölçer tartarken,

Kendimi diğer canlıların yaptığı gibi bahçede fütursuzca gezinir bulurum…

Umursuz halimle, sırtımda son İspanya yolculuğumda aldığım şeker pembesi sabahlığımla,

Saçım başım doğal bir şekilde, yine çok sevdiğim, yüksek ökçeli, üzerinde tüyler olan, önü kapalı şeker pembesi terliklerimle, kendimi çok şık sanırım.

Çok değil, daha geçen sene yine bu zaman, yine bu bahçede aynı şekilde dolaştığımı hatırladığım zaman, insan ömrünün ne kadar çabuk geçtiğini fark ederim.

Ömür denilen bu yaşam çizgisinde iyi kötü idare ederken, zaman zaman burnumuzun dibinden geçen,  yanımızdan neredeyse bize çarpacak kadar yakından geçen mutlulukları, insanları ve sevinçleri fazla hafife mi alıyoruz diye bir ikileme girdim.

Sanki her an karşımıza çıkacakmışçasına,

Sanki daima bizimle olacakmışçasına,

Etrafımızdaki güzellikleri, sevgileri, hoş zamanları çantada keklik sanıyoruz.

“Nasıl olsa bir dahaki sefere olur”, diye söylediğimiz cümle, belki de,

“Nasıl olsa bir dahaki sefere olmayabilir”,

Diye değişse;  o anın büyüsünü dibine kadar yaşadığımızı hissedeceğiz.

Elimde kahvem,

Ayağımda terliklerim,

Oturuyorum bahçe koltuklarına…

Asma talvarında, yaprakları sonbahar ateşiyle öpülmüş asmaya bakıyorum…

Kırmızı ve kahve karışımı bir renkle, üzerinde kalan vakitten sonra verdiği üzümlerle,

Ne yapacağını bilmez bir halde, sabah yelinin etkisiyle savruluyor.

Narlar da aynı durumda, yaprakları sarı renge bürünmüş, rüzgarla birlikte kalan üç beş yaprak ta hızlı bir şekilde dökülüyor.

Sadece zeytin ağaçları, mersin ağacı, portakal ve limon ağaçları hallerinden memnun görünüyorlar,  ne içinde bulunduğumuz mevsime, ne de etrafındaki olup bitene yüz veriyorlar…

Etrafıma bakıyorum, kırmızılar, kahverengiler, yeşiller, sarılar, maviler,  okyanusun içerisindeki görünmez ve ulaşılmaz güzellikler misali çevreliyor beni.

Yüreğimin ve ruhumun,

Gönlümün ve duygularımın pencerelerini açtım.

Kış temizliği olsun,

Sonbaharın bittiği, kış mevsiminin başladığı fakat hala daha güzel ve tatlı havanın hakim olduğu bu günlerin neşesi dolsun istiyorum içime.

Açtım tüm düğümleri,

Kestim tüm kördüğümleri,

Ne varsa eğrilmiş ve bükülmüş,

Çöplüğe attım…

Günün ilk ışıkları yeryüzüne düşmeye başladığı zaman ruhuma,

Doğanın hazzına doyulmayan eşsiz ve uyumlu sesleri de, dilime dolansın istiyorum.

Sevgilisine naz yapan bir yar gibi, katre katre dökülen gün ışığı kalbime aksın istiyorum.

Düşsün ki sevgiliyi düşüneyim,

Dolansın ki sevgiliye konuşayım tatlı tatlı,

Aksın ki, sevgilinin aşkıyla dolsun yüreğim. …

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri