BEYNİMİZ BİZE OYUN OYNUYOR!
Işığın, dalga teorisi yanında kuantlar denen dalga paketleri şeklinde yayıldığı farz edilir.
Günümüzde birçok bilimsel makalede de yaratılışın ışıktan geldiği savunulmaktadır...
Işık o kadar önemli özelliklere sahip ki, beynimiz bile bize ışıkla oyun oynuyor!
Şöyle ki;
Bir salyangozun nöronları, dış dünyadan gelen sinyalleri o kadar yavaş algılar ki, üç saniyeden daha hızlı süren bir olayı hissedemezler bile...
Bir başka deyişle, eğer salyangozun önünden bir elmayı hızla kapıp alırsanız, o sizin elinizi göremez;
sadece, elmanın sihirli bir şekilde gözünün önünden kaybolduğunu görür.
Aynı şekilde, milyonlarca defa daha hızlı titreşen kuantum parıltılarını da algılayamayız.
Ve beynimiz bize sürekli olarak oyun oynuyor...!
Tıpkı sinema karelerini devam etmekte olan bir olay olarak gördüğümüz gibi; etrafımızdaki nesneleri de, zaman ve uzay içinde, somut görünüşlü olarak hareket ederken görürüz.
Bunu biraz açalım;
Bir sinema filmi, saniyede yirmi dört kere yanıp sönen, hareketsiz ve birbirinden farklı resimlerden oluşur.
Sinema perdesi, saniyede yirmi dört kez kararır ve yeni bir resim diğerinin yerini alır;
ama beynimiz, bir saniyede gerçekleşen bu kırk sekiz olayı algılayamadığı için, filmdeki insanların ve nesnelerin gerçekten hareket ettiğini sanırız.
Bizler de saniyede milyonlarca kere yanan ve kararan fotonlardan oluşuruz.
Eğer bu hızı milyonlara katlarsak, gerçek hayat dediğimiz filmin sırrını ortaya çıkarmış oluruz.
İşte, hayatın ne olduğunu bu şekilde açıklayan bilimin;
bir otorite olarak,
ruh dünyasının akıl ötesi noktasına da yerleşmeyeceğini kim iddia edebilir ki?
İNSAN AKLI HER ŞEYİN ÜSTÜNDEDİR
Modernleşme hareketi, büyük bir iddia ortaya koymuştur:
Değerlerin temeli;
geleneksel zamanlarda iddia edildiği gibi;
vahiy değil, akıldır.
İnsan aklı her şeyin üzerindedir.
Ve 'Batı' dünyası,
bu bakış açısıyla yeniden inşa edilirken;
“bazı ülkeler” ise tam bir paradoks içinde,
bir taraftan devlet idaresini modernleştirirken,
öte taraftan da dini unsurları bilimin ve insan aklının önüne koyarak kuvvetlendiriyor,
bilim yapıp bilgi üretmek yerine,
bilgi üretenlerin ürettiklerini kullanmakla yetiniyor.
Bu ülkelerin ve yönetimlerinin anlayamadıkları nokta ise şu:
Kaynaklardan “işlerine yarayacak” yorumları uygulayarak,
pragmatik bir yöntemle,
“düşmanın silahıyla silahlanamazsınız”!
Bilimi içselleştirmek gerek.
Okumak ve öğrenmek yetmez .
Bilim tam da buradan sonra başlıyor.
Yani;
bilim, salt okuyarak öğrenilen bir şey değil.
Bilimi bizzat yapmak lazım.
Nasıl uçulduğuna dair kitaplar okumakla; uçulmuyor.
Artık öğrenmeyi geçip,
doğrudan uçmak lazım...