Hayriye Kahveci
hayriye.kahveci@gmail.com
Son yıllarda enerji konusu ve buna bağlı olarak şekillenen bölgesel jeopolitik dengeler gündemimizi sıklıkla meşgul etmeye başlamıştır. Özellikle Şubat 2014’te yeniden başlayan Kıbrıs müzakereleri sıklıkla bölgedeki hidrokarbon keşifleri ile ilişkilendirilmiş ve Kıbrıs Adası’nın her iki tarafında çözüm umudu taşıyanlar açısından yeni bir heyecana vesile olmuştur. Bu bağlamda Doğu Akdeniz’deki doğal gaz keşiflerinin gerek bölgemiz gerekse Kıbrıs Adası açısından bir “oyun değiştirici” özelliğine sahip olup olmadığı irdelenmelidir. Bundan dolayı elinizdeki yazıda öncelikle bu potansiyelin bölge için ne anlama geldiği tartışılacak ve sonrasında ise Kıbrıs Adası ve hayatımızın odağına yerleşmiş olan Kıbrıs sorunu açısından ne anlama geldiği irdelenecektir.
1. Bölgesel potansiyel
Dünyanın önemli hidrokarbon bölgelerine yakın olan Doğu Akdeniz Bölgesi’nde hidrokarbon aramaları yeni bir olgu değildir. 1960’lı yıllardan bu yana özellikle Suriye, İsrail ve Ürdün’de çeşitli aramalar gerçekleştirilmiş ancak İsrail açıklarında 2000’li yılların başlarında yapılan keşiflere [1] kadar bölgede sadece Suriye gerçek anlamda üretici ülke konumuna gelebilmiştir.
Bugüne kadar bölgenin ispatlanmış petrol rezervleri 2,5 milyar varil, doğal gaz rezervleri ise 20 trilyon ayak küp civarındadır. Bu, dünya piyasalarında diğer kaynak sahibi bölgelerle karşılaştırıldığı zaman çok büyük bir miktar olmamakla birlikte bölgedeki ekonomik, siyasi ve jeopolitik dengeler açısından büyük önem taşımaktadır. Örneğin Akdeniz’e kıyısı olan Kuzey Afrika’nın ispatlanmış petrol rezervleri 65 milyar varilken, doğal gaz rezervleri 122 trilyon ayak küptür [2].
Doğu Akdeniz Bölgesi’ndeki keşifler dünya piyasaları açısından oyun değiştirici olma özelliğine sahip olmamakla birlikte bölgenin ekonomik ve siyasal yeniden yapılanmasında etkin bir rol oynayacağa benzemektedir. Özellikle “Arap Baharı” (Kalkışmaları) sonrasında Doğu Akdeniz’deki enerji üreticisi olan ülkelerde yaşanan siyasi krizler bölgedeki hidrokarbon üretimini ciddi şekilde etkilemiş ve ülkeler arası enerji temelli güç dengelerinin yeniden yapılanmasına neden olmuştur. Bu noktada özellikle Suriye ve Mısır’daki üretimin ciddi şekilde düşmüş ve hatta duraksama noktasına gelmiş olması Doğu Akdeniz’de bahsi geçen doğal gaz keşiflerinin lideri durumundaki İsrail’i yeni bir konuma oturtmuştur. İsrail’i enerji bağımlısı bir ülke olmaktan enerji ihraç eden bir ülke olma durumuna taşıyan bu yeni konum gerek bölgesel enerji dengelerinin değişmesi gerekse özellikle İsrail ve Mısır arasındaki ilişkilerin yeni bir boyuta taşınmasına neden olmuştur.
2. İsrail öncülüğünde ortaya çıkmakta olan ihracat rejimi
2013’te İsrail Tzamach Komitesi tarafından doğal gaz ihracatı kararı alınmıştır [3]. Bu da bölgedeki jeopolitik yapı açısından yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelmektedir. İhracat kararı alındığı andan itibaren doğal gazı ihraç etmek için tercih edilecek yol ve yöntem bölgede yeniden yapılanmakta olan devletlerarası ilişkilere yeni bir boyut getirmektedir.
Tarihsel sürece bakıldığında bölgeyi barış ve işbirliğinin hâkim olduğu bir yer olarak anmak mümkün değildir. Doğal gaz keşifleri gündeme geldiği ilk andan itibaren bu yeni dinamiğin bölgede hâkim olan çatışmalara mı yoksa barışa mı hizmet edeceği konusunda çeşitli tartışmalar gündeme gelmiştir. Bu bağlamda, bölgedeki enerji potansiyelini dış piyasalara taşıyabilmek için geliştirilecek olan ihracat rejimi söz konusu kaynakların barışa ve istikrara hizmet edebilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
İsrail açıklarında yapılan keşiflere rağmen bölgedeki hidrokarbon aramaları halen çok erken safhadadır. Ancak bugün için geliştirilecek olan ihracat rejimi uzun vadede bölgedeki ülkelerin olası yeni keşiflerinin de dünya piyasalarına ulaşabilmesi için oyunun kurallarının oluşturulması açısından belirleyici olacaktır.
Bugünkü veriler ışığında gündemde üç farklı ihracat seçeneğinden bahsedilmektedir. Bu tartışmalar bölge için çok alternatifli bir ihracat rejiminin geliştirilmekte olduğu görüntüsünü vermektedir. Bu çoklu yapının boru hatlarının [4] yanı sıra hem çeşitlilik sağlayacak hem de bölgedeki diğer ülkelerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek diğer mekanizmaların geliştirilmesi olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz [LNG/FLNG Terminalleri, Sıkıştırılmış Doğal Gaz /Compressed Natural Gas Terminali (CNG)].
Ne var ki gerek Kıbrıs Sorunu’nun devamı gerekse Türkiye-İsrail ilişkilerinin son yıllardaki olumsuz seyri nedeniyle Türkiye-İsrail boru hattı projeksiyonlarında bir takım aksaklıklar yaşanmakta, bu da dünya piyasalarında doğal gaz fiyatlarının çok yakın bir gelecekte yaşanması beklenen fiyat düşüşü beklentisi nedeniyle bir an evvel farklı ihracat mekanizmalarının gündeme gelmesine neden olmaktadır.
Mayıs 2014’te Abdel Fattah Al Sisi’nin Mısır’ın yönetimini devralmasıyla İsrail-Mısır ilişkilerini ve dolayısıyla da bölge jeopolitiğini etkileyecek olan enerji ihracat mekanizmaları açısından yeni bir döneme girilmiştir. İsrail ve Mısır arasında 2008 yılında tamamlanıp Arap Gaz Boru Hattı’nın bir parçası olarak faaliyete geçen Arish-Askhelon Boru Hattı, Mısır doğal gazını İsrail’e taşıma amacıyla inşa edilmiştir. Ne var ki henüz daha çok yeni faaliyete geçmişken 2011 yılında Mısır’da yaşanan siyasi istikrarsızlık nedeniyle boru hattında güvenlik sıkıntıları yaşanmış ve doğal gaz ihracatı kesintiye uğramıştır. Bugün Mısır’a baktığımızda doğal gaz üretimi ciddi şekilde azalmış ve kendi ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak duruma gelmiştir. Bu nedenle iki ülkeyi deniz altından birbirine bağlayan boru hattı kullanılamaz durumdadır. Bunun yanında Mısır’da hali hazırda biri Idku’da diğeri de Damietta’da olan iki adet LNG terminali mevcuttur ve Mısır doğal gaz üretimi bu terminallerin verimli bir şekilde çalıştırılabilmesini imkânsız kılmaktadır. İsrail doğal gaz keşifleri gündeme ilk geldiği andan itibaren doğal gazı en hızlı dünya piyasalarına (özellikle Asya piyasalarına) taşıyabilmenin LNG terminalleri ile yapılabileceği tartışılmakta ve Mısır’daki atıl durumda olan terminaller gündeme gelmekteydi. Ne var ki Sisi öncesi liderlik ile işbirliği yapılması mümkün olmadığı için bu seçenek uzun bir süre gündemden düşmüştü. Kıbrıs Sorunu’nda tıkanıklık yaşanmasının yanı sıra İsrail-Türkiye ilişkilerindeki durgunluk uzun vadeli bir çözüm olabilecek Türkiye-İsrail Boru Hattı’nın geliştirilmesini yavaşlatmış ve gelinen aşamada bölgede olası başka keşiflere bağımlı hale getirerek bu seçeneğin zamana yayılmasına neden olmuştur. Mısır’daki Mayıs 2014 seçimleri sonrasında yaşanan liderlik değişimi uzun süredir askıda olan Mısır-İsrail doğal gaz işbirliğini tekrar gündeme getirmiştir. Mayıs 2014’te İsrail’in ikinci büyük doğal gaz sahasında üretilecek olan doğal gazın Mısır’daki Damietta LNG Terminali’ne taşınmasına ilişkin olarak söz konusu terminalin işleticisi olan İspanyol Fenosa şirketi ile bir anlaşma hali hazırda imzalanmıştı. Eylül 2014 başında ise Idku’daki LNG Terminali’nin işleticisi British Gas ile Leviathan ortakları arasında benzeri bir anlaşma imzalanmıştır.
3. Bütün bunlar Kıbrıs için ne anlam ifade etmektedir?
Bugünkü verilere bakıldığında Afrodit sahasında yapılan iki sondaj neticesinde Güney Kıbrıs’ın doğal gaz arama serüveninin ilk günlerdeki yüksek beklentilerin gerisinde olduğu görülmektedir. Bu yılın sonlarına doğru yeni lisans verilen bölgelerde de sondaja başlanılacağı açıklanmıştır. Ancak doğal gaz arama serüveninde Güney Kıbrıs’ın Afrodit beklentilerinin yetersiz kalması İsrail ile birlikte hareket etme dinamiğini ortadan kaldırmış ve tıpkı Kuzey Kıbrıs gibi yeniden yapılanan bölgesel dinamikler ışığında ihracat seçenekleri oluşturulurken seyirci sandalyesine geçmesine yol açmıştır.
Kıbrıs Adası coğrafik konumu nedeniyle tüm bu enerji temelli jeopolitik yeniden yapılanmanın merkezinde yer almaktadır. Bölgedeki hidrokarbon keşifleri uzun yıllardır devam eden Kıbrıs Sorunu’nun neticelendirilmesi açısından tek başına yeterli bir unsur olmamakla birlikte gerek müzakere sürecinin yeniden başlamasında gerekse uzun süredir kaybolan uluslararası ilginin Ada’ya çekilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak bugünkü veriler dikkate alındığında bölgedeki enerji ihracat rejiminin Kıbrıs sorununun çözümüne ihtiyaç duyulmadan şekillenebileceğini gözlemlemekteyiz ki bu da bizim açımızdan doğal gaz keşiflerinin Ada’nın çözüme kavuşabilmesini sağlayabilecek oyun değiştirici bir etkiye sahip olmadığını göstermektedir.
-----------------------------------------------
[1] İsrail’in keşfedilmiş sahaları: Noa (1999) 0.04tcf, Mari-B (2000) 1.5 tcf, Dalit (2009) 0.5 tcf, Tamar (2009) 10 tcf, Leviathan (2010) 18 tcf, Dolphin (2011) 0.08 tcf, Shimshon (2012) 0.3 tcf, Tanin (2012) 1.2 tcf, Karish (2013) 1.8 tcf. 2010 sonrası yapılan keşiflerde henüz üretime başlanmamıştır. Gaza Marine (2000) 1 tcf. EIA, Eastern Mediterranean Region, 15 August 2013, http://www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Eastern_Mediterranean/eastern-mediterranean.pdf
[2] EIA, Eastern Mediterranean Region, 15 August 2013,
http://www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Eastern_Mediterranean/eastern-mediterranean.pdf
[3] John Robers, “The Eastern Mediterranean Energy Conundrum: Options and Challenges”, Energy in Eastern Mediterranean: Promise or Peril, Egmont Institute, Egmonts Paper 65, May 2014, http://www.egmontinstitute.be/wp-content/uploads/2014/05/ep65.pdf
[4] En çok tartışılan proje olan İsrail-Türkiye arasında inşa edilecek bir ana ihracat mekanizması ve bölgedeki diğer ülkelere erişimi sağlayacak Mısır, Ürdün ve Filistin Özerk Bölgesi’ne gidecek boru hatları.
[5] Sharon Udasin, “Israel’s Leviathan signs preliminary deal to sell Jordan 15-year gas supply”, 3 Eylül 2014, http://www.jpost.com/Middle-East/Israel-and-Jordan-sign-15-year-gas-supply-deal-worth-potentially-15-billion-374332