Belli ki bir gaz birikimi, sıkışması var. Bu gaz çıkmalı ve çıkarılmalı. Aksi halde başa bela olacak.
Her gaz başa dert olmaz. Ama bu bölgedeki gaz oldu, oluyor, olacak. Peki ama bölgede ‘krizler’ yaratan bu gaz nasıl çıkacak? Taraflar nasıl rahatlayacak?
Bu sorunun yanıtı hem zor, hem de basit…
Uluslararası ilişkilerde en çetrefil görülen meseleler aslında çok kolaydır, bir çırpıda halledilir. Bazıları ise zinhar çözülmez, uzar ve gider.
Çıkarların eşleşmesi, bütün tarafların tatmin edilmesi oldukça zordur. Diplomasi o ‘orta yol’u bulabilme amacıyla yapılırsa, yani eğer öyle bir niyet varsa ve her tarafın niyeti de buysa, o ‘yol’ bulunur.
Yok, eğer diplomasi sanatı ‘çözmemek’, ‘daha da karmaşıklaştırmak’, ‘statükoyu sürdürmek’ üzerine kuruluyorsa, sonuç muhakkak ‘elde var sıfır’dır.
* * *
Doğu Akdeniz’de ve Ege’de Türkiye ile Yunanistan’ı geren ve Kıbrıs’ı da içine alan gerginliğin birkaç önemli noktası var.
İki ülke arasında Ege’de en az 50 yıldır süren ‘adalar sorunu’nda tarafların ortaya koyduğu argümanların bazısı eksik, bazısı temelsizdir.
Her iki tarafın da haklı olduğu ama aynı zamanda her iki tarafın da haksız olduğu unsurlar vardır.
Yunanistan Doğu Akdeniz’deki hak iddiasını 2000’li yılların başında AB için hazırlanan akademik bir çalışma olan ‘Sevilla Haritası’na dayandırıyor. Bu haritada Yunanistan’ın kıta sahanlığı büyüklüğü ne olursa olsun Yunan adalarından başlatılıyor. Hal böyle olunca Yunanistan’ın kıta sahanlığı Doğu Akdeniz’in ortalarına kadar iniyor.
Washington yönetimi bir süre önce Sevilla haritası için ‘hukuki geçerliliği yok’ açıklaması yaptı. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği ‘AB’ye göre de bu hukuki bir metin değil’ bilgisini de paylaştı.
Atina’nın tezindeki en büyük zafiyet de bu…
Ancak Ankara’nın da zafiyetleri var. Çünkü Yunanistan’ın hak iddialarını kesin dille reddeden ve kendi Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin (MEB) ihlal edildiğini savunan Türkiye BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzalamadığı için Yunanistan’a ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı dava açamıyor.
Doğu Akdeniz’deki gazın uzlaşmazlık koşullarında kolay kolay çıkamayacağı anlaşılıyor.
* * *
Bölgedeki gerilimin bir diğer bacağını ise Kıbrıs’ın bölünmüş, çözümsüz hali oluşturuyor. Türkiye Kıbrıs’ı tanımıyor. Daha doğrusu ‘bugünkü Kıbrıs Cumhuriyeti 1960’taki Cumhuriyet değil’ tezinden hareket ediyor.
Diğer yandan bizim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dediğimiz, ama uluslararası literatürde ‘Alt Yönetim’ olarak anılan ada yarısı ve üzerinde yaşayan ‘adanın tamamının eşitlik haklarına sahip toplum’ bu gerilimin kıyısında köşesinde duruyor.
Oysa aslında ‘adanın tamamının eşitlik haklarına sahip’ Kıbrıs Türk Toplumu oyuna girebilse, ortadaki karmaşık denklem bir çırpıda çözülebilecek.
Büyük güçler ve bölge ülkelerinin aklına bu seçenek gelmiyor belli… Ya da ‘birileri’ ‘adanın tamamında eşitlik hakları’ bulunan bu toplumu oyun dışında tutmak istiyor.
Geriye tek yol kalıyor: ‘Birileri’ istese de istemese de ‘oyuna’ girmek!..
Hem –belki de- farkında değiller ama böylesi onların temsil ettiği halkların da çıkarına…
Ve Doğu Akdeniz’in gazı çıkacaksa eğer, Kıbrıslı Türkler sayesinde olacak!