M. Kansu, her sabahın köründe – yaz kış demeden, sabahın çok erken saatlerinde Lefkoşa yürüyüşlerini sürdüren bir şairimiz…
Bu yürüyüşler doğal olarak ona, “bitimsiz bir Lefkoşa (dünya) ve bunun ruhunda yansımalarını bir ‘içe yolculuk’ şeklinde algılatıp… Sanki, birbirine ayarlı ‘iç – dış aynalar” betimlemesi yapıyor.
Kansu, içine kapanık hala karşısındakini üzeceğine kendisi üzülmeyi yeğleyen bir şair – yazar…
Ve, oldukça karşısındakine saygılı… Sessiz… Her şeyi içinde besliyor, o yürüyüş saatlerinin de hüznüyle; ki, o hüzün sadece Lefkoşa sabahlarından değil… Taa çocukluğundan gelmektedir:
“Soluk mavi tişörtlü erkek çocuğu / sokak kaldırımlarında otururken yalın ayak / çalgı eşliksiz bir ağıt okur / yaldızlı kuşun hayaletinde / çürük ve alçak bir sesle…”
KENDİ GURBETİNİ TAŞIYOR…
Kansu’nun şiirlerini okurken, aklıma kimin söylediğini unuttuğum bir söz geliyor: “Şiir yazarken, ilk dizenin Tanrı vergisi sonrasının da çaba olduğu söylenir.” Buna katılıyorum… katılır ya da katılmaz, Kansu’da da ağırlıklı olarak buna rastlıyoruz. Ör:
‘Savunmasız bir kuş gibisin! derken / beyaz mavi kuşak boyalı gemi / ikimiz arasında bir giz varsa / içimizdeki her çocuk ağladığında / üç kez ateş ederim karanlıklara / yağmur, baktım ki seyrelmiş saçlar gibi yağar / bu sokaklarda yürümedik… Ve, ‘hışırtılı bir ot olsam / her zaman düşlediğim gibi…’
***
Kitabın bazı bölümlerinde, şiirlerin başında italik yazılmış kısacık alıntılar var. Kansu çok okuyan biri… Okuyan ve okuduğunu çok iyi anlayan… Bu kısa alıntılar, sanki şiirin ilk eşiği gibi… Şiire – sanki bu kapılardan giriliyor…
Ve, bugüne dek, Kansu’nun yazdıklarının tümünü okuyan biri olarak diyebilirim ki, sanki Kansu, kendi gurbetinde yaşıyor… sanki, gönüllü bir sürgün gibi…
Daha da ötesi, o, bu sürgünlüğü ve onun getirdiği yalnızlığı da seviyor.
***
Son söz olarak, şunları söyleyebilirim:
Çağımızın inançsızlığının / iletişimsizliğinin – hem de iletişim teknolojisi bu kadar gelişmişken (!) – lirizmini, ritmini yakalamış durumda bazı sanatçılar – yazarlar. Şiirlerin nesir şiir olması ama gene de tam nesir şiir olmaması…
Kansu’nun şiirleri konuşmanın (yani konuşamamanın) halini yakalama girişimi olarak nitelenebilir.
***
Kitaptan bir şiir…
Ben, Hep Çölde Yürürüm
ikimiz arasında bir giz varsa,
(o giz) gerçek olmalı.
deve dikenlerinin korkusuzca boy attığı tarlaların
ortasından geçen kamburlu asfaltta
yapayalnız yürüyecek belki de, giz paylaştığım kadın.
o da benim gibi sayısız düşler görür olmalı; hiçbirini
anımsayamaz, anımsasa bile, zorlanır anlamada…
Güzelyurt Gelişim’den Edebiyat – Müzik Sentezi…
KIRLANGIÇ…
Güzelyurt Gelişim’i, ülkemizde tanıyıp sevmeyen yok. Ne ki, onca başarıya karşın, 1994 yılında birdenbire susmuşlar. Ama, unutulup gitmemişler. Bunu, zaten bazıları da bir türlü içlerine sindirememiş. Ve…
Gelin devamını onlardan dinleyelim:
“Bizim içimizdeki müzik ateşi bu dönemde de için için yanmaya devam etti ve nihayet iki yıl kadar önce tekrar bir araya gelip, yeni besteler ürettik, düzenledik ve sizlerin beğenisine sunmak için uzun bir süre çalışıp çabaladık…”
TAM BİR SENTEZ…
CD’leri tam bir “Edebiyat – Müzik Sentezi…” Bestelenen şiirler de bizim şairlerimizin eserleri: “Ayşen Dağlı, Neriman Cahit, Feriha Altıok, Bülent Fevzioğlu, Nice Denizoğlu, Beste Sakallı, Dr. Erksan Berksel, Dr. Arif Albayrak, Mehmet Levent, Kaya Çanca, Pembe Marmara, Nazım Hikmet.”
***
Toplumlar yaratıları ile anılır ve saygı görürler, özellikle de: “Kültür Sanat” alanında… “Güzelyurt Gelişim”in, bize bu değerli armağanını sevgi ve saygı ile selamlıyor, bir değil iki CD’ye sığdırdıkları bu değerli çalışmalarını sadece (20) TL gibi “Bir Gönül Armağanı” olarak sunuyorlar bize…
Gerçek bir, “Başarılı Çağdaş Çeşitleme Örneği” olarak…
Yaratılarında yerel duygulanma…
Anlatım diliyse evrensel bir eseri…