Lafı evirip çevirmeyeceğim.
Kalemimin arkasına da saklanmayacağım.
Yuvarlak ve muğlak ifadelerle, ‘ben söyleyeyim üzerine alınan alınsın’ gibi bir yöntem izlemek niyetinde de değilim.
Bu köşe yazısının muhatabı, doğrudan Sayın Sibel Siber’dir.
***
Öyle olaylar vardır ki, verilecek tepkinin yeri, zamanı ve mahiyeti son derece önemlidir.
Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmanın ardından malum çevrelerce Doğuş’a yöneltilen sözlü saldırılara kimlerin, hangi temele dayanarak tepki verdiği de bu bakımdan önemlidir.
Sayın Siber, Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayıdır.
Ama ondan daha önemlisi, federal çözümü ve kalıcı barışı desteklediğini her fırsatta beyan eden bir siyasi partinin milletvekilidir.
Ve ama hepsinden de önemlisi, kadın haklarına ve kadının siyasetteki yerinin önemine sıklıkla dikkat çeken bir kadın siyasetçidir.
Tam da yukarıda sıraladığım sebeplerle, bir barış yanlısı ve bir kadın olarak, Sayın Siber’in, Doğuş’a yönelik saldırılara verdiği tepkinin zamanlaması ve mahiyetiyle ilgili yaşadığım hayal kırıklığını, buradan paylaşmak zorunda hissediyorum kendimi.
Herkesten önce, Sayın Siber arka çıkmalıydı aynı parti çatısı altında siyaset yaptığı kadın çalışma arkadaşına.
24 saat sonra değil, hemen o gün, o an...
Ama daha da önemlisi, meseleyi salt bir bilişim suçları yasa çalışması bağlamına hapsederek değil...
Sibel Siber ve Doğuş Derya, bazı parti içi meselelerde ters düşmüş olabilir.
Bu son derece doğaldır.
Ama bu mesele, parti içi tartışmaların gölgesinde önemsizleştirilemeyecek kadar hayatidir.
Yaşananlar, salt Doğuş’a yönelen kişisel saldırılar değildir.
Doğuş’un kadın olma haline yönelik saldırılardır...
Doğuş’un, federal çözümün ve toplumlararası barışın inşası için gereken yüzleşme ihtiyacına yaptığı vurguya yönelik saldırılardır....
Ve tam da bu nedenle bu saldırılara, çok daha net, çok daha etkin ifadelerle, çok daha kararlı bir duruşla karşı konulmalıdır.
Öncelikle, barış ve federal çözüm yanlısı partilerin her bir milletvekilince, hassasiyetle reddedilmelidir.
Çünkü barış maratonu, tek başına müzakere masasında koşulacak bir yarış değildir.
Her iki toplumun içini sinsi sinsi kemiren etnik milliyetçiliğin önünü almak için, çok daha fazlasına ihtiyaç vardır.
Ve sonrasında ise, cinsel kimliklerine bu denli saygısızca ‘tecavüz edilen’ kadınlar reddetmelidir ve kınamalıdır bu yaşananları.
Bu iki unsurun birleştiği en önemli adreslerden biri de, kuşkusuz Sayın Sibel Siber’dir.