Dohni’den iki yakın arkadaş: Akile ve Effie… Ve ardından gelen trajedi… 1

Sevgül Uludağ

Dohni’den bir Kıbrıslıtürk ve bir Kıbrıslırum ailenin geçmişten gelen yakın dostluğu, yıllara meydan okudu…

Geçtiğimiz Ağustos ayında Avustralya’dan değerli arkadaşımız, “Tales of Cyprus” (“Kıbrıs’ın Öyküleri”) başlıklı internet sayfasının yaratıcısı Konstatinos Emmanuelle, harika bir dostluk öyküsü yayımlamıştı Dohni’den: Akile ve Effie’nin öyküsüydü bu… Son derece dokunaklı olan bu öyküyü okuyunca, Akile Şevki’nin izini sürmeye karar vermiştim, bakalım neler öğrenecektim…

Dohni’den bir Kıbrıslıtürk ve bir Kıbrıslırum ailenin geçmişten gelen yakın dostluğu, yıllara meydan okuyordu ancak ardından büyük bir trajedi yaşanacaktı… Araştırmalarım beni şoklara sürükleyecek ve bu öyküyü kaleme alabilmem, zaman alacaktı…

TALES OF CYPRUS… KIBRIS’IN ÖYKÜLERİ…

Konstantinos Emmanuelle’in adını duymayanlar için şunu belirtmeliyim: Avustralya’da doğup büyümüş olan bu Kıbrıslırum arkadaşımız, bir üniversitede öğretim görevlisi, grafik dersleri veriyor… Beş yıl önce Avustralya’da yaşayan Kıbrıslılar’ın anılarını toparlamaya başlamıştı – bunları “Tales of Cyprus” başlıklı sosyal medya sayfasında, eski fotoğraflarla birlikte yayımlamaktaydı… Konstantinos Emmanuelle, özellikle 1950 öncesi hatıraları toparlamaktaydı – Avustralya’dan başka İngiltere’yi de, Kıbrıs’ı da ziyaret ederek, artık var olmayan eski bir Kıbrıs’a ilişkin gerçek yaşam öykülerini toparlayıp yayınlamakta… Bunların bir bölümünü “TALES OF CYPRUS” başlıklı bir kitapta toparladı ve geçtiğimiz aylarda Kıbrıs’ı ziyareti esnasında onunla buluşarak görüştük, canyoldaşım Zeki Erkut’la birlikte onu Lefkoşa’da Taverna 4307’de ağırladık ve harika kitabını da aldık… Üstelik imzalı olarak…

AKİLE VE EFFİE’NİN ÖYKÜSÜ…

Konstantinos Emmanuelle, bundan beş yıl önce Effie ile Avustralya’da röportaj yapmış ve bunu ancak geçtiğimiz Ağustos ayında paylaşmıştı – sırada yazacak o kadar çok öyküsü vardı ki, anca sıra gelebilmişti bu harika dostluk öyküsüne…

Konstantinos’un kaleme aldığı Akile ve Effie’nin öyküsü özetle şöyleydi:

“Yaşlı Kıbrıslılar’la yaptığım röportajlarda sık sık ortaya çıkan bir konu varsa, o da “dostluk” konusudur… Gerçekten de İngiliz devrinde adadaki insanların çoğunun karşı karşıya bulunduğu fakirlik ve maddi zorluklara rağmen, çoğu Kıbrıslı yetişirken kurmuş oldukları yakın dostluklardan serbestçe ve tutkuyla söz ederler veya geride bırakmış oldukları yakın arkadaşlarından söz ederler. (Yurtdışında yaşayan) Kıbrıslı göçmenlerin bu konuda özellikle acı tatlı hatıraları vardır…

Böylesi insanlardan birisi de Effie (Eftyhia) Thomas’tır ki bana Akile Şevki adlı genç bir Müslüman kızla ilgili özel arkadaşlığından söz etmeyi kabul etmişti…

Effie Thomas’la (bekarlık soyadı Hacıharalambus) birkaç yıl önce Melburn’da tanıdım ve Larnaka’ya bağlı karma Dohni köyünde çocukken geliştirdiği çok sevecen bir arkadaşlıktan söz etmesinden menun oldum, 1940’lı ve 1950’li yıllardan söz etmekteydi.

Effie’nin babası Yorgos Hacıharalambos kilisede çalışmaktaydı. Rumca’nın yanısıra, Türkçe de, İngilizce de konuşabiliyordu.

“DOSTLUĞUMUZ ÇOK ÖZELDİ…”

Effie’ye, “Bana Akile Şevki’yle dostluğunuzdan bahset” diyorum…

Effie, çabucak “Bizim dostluğumuz çok özeldi” diye yanıt veriyor… Sonra da durup kendini toparlamaya çalışıyor… Derin bir nefes alıyor ve göz kenarlarında gözyaşlarının biriktiğini görebiliyorum…

“Onunla arkadaşlığımızın ne kadar özel olduğunu anlatmam, bir senemi alır…” diyor. “Akile Şevki, Dohni’de komşumuzdu ve en iyi arkadaşım oydu… Her yere birlikte giderdik…”

Effie’ye göre Akile’nin ninesi Ayşe Hanım’a Kıbrıslırum köylüleri “Fani nene” diyorlarmış… “Ayşe Hanım’ın iki çocuğu vardı, bunlardan birisi Afet idi, Afet, Akile’nin annesi idi… Bir de oğlu vardı, o da Mustafa idi…”

Genç çocuklar olarak Effie ve Akile her yere birlikte giderlermiş, kolkola girerek dolaşırlar, Ayia Varvara’ya adanmış kilisenin kapılarını açarlarmış (çünkü Effie’nin babası orada çalışmaktaymış). Dohni’de aynı zamanda Saint Constantine ve Helen Kilisesi de bulunuyor ki bu kilise bir köprü üzerine inşa edilmiş tek kilise durumundadır. Effie, St. Helen panayırına köyün tüm Müslüman kadınlarının da katıldığını anımsıyor…

“Köyde bir de cami vardı ancak kadınlar camiye gitmezdi, camiye sadece erkekler giderdi” diye hatırlıyor Effie.

BÜYÜK BİR TRAJEDİ…

Sonra da Effie bana1940’lı yılların başlarında yaşanmış trajik bir olayı aktarıyor:

“Günlerden bir gün kilisenin çanları çalmaya başlamıştı ve hemen kötü bir şey olduğunu anlamıştık… Ben annem ve babamla zeytin ağaçlarının olduğu yerdeydim. Babam Yeorgios anneme dönerek, “Çabuk anna, hemen köye dönmeliyiz. Birşeyler oldu” demişti. Köye yaklaştığımızda, Dimitri amcamın un değirmeninin çevresine büyük bir kalabalığın toplanmış olduğunu gördük. Bize anlatılanlara göre un değirmenin makinası durmuş, çalışmıyormuş, Dimitri amca aşağıya, o yağlı deliğe inerek makinayı temizlemeye çalışmış fakat zehirli dumanlar çıktığı için bundan ötürü yere yığılmış ve vefat etmiş… Sonra da Ayşe’nin oğlu Mustafa’nın Dimitri amcayı kurtarmak üzere aşağıya inmiş olduğunu öğrendik. O da bu zehirli dumanlardan ötürü yere yığılıp vefat etmişti… İki metre derinliği olan bir bodrumdu bu ve orada hiç oksijen yoktu… Zavallı Mustafa, Vahide isimli çok güzel bir kızla evlenmek üzere nişanlanmıştı… Mustafa’nın annesinin çığlıklarını hatırlıyorum, yolda kendini yerden yere vuruyordu, bu manzarayı asla unutmayacağım…”

Bu noktada Effie susuyor ve ağlıyor… Birkaç kez nefes alıp veriyor, gözyaşlarını kuruluyor ve öyküsünü sürdürüyor…

“Zavallı Fani nene… Onu yere uzanmış ağlayıp bağırırken, kendini paralarken hatırlıyorum… O gün o köyde herkes bu acıyı hissettiydi… Sonra babam ortaya çıkarak aşağıya, ölü bedenleri yukarıya çıkarmak üzere inmeye çalıştı… Bodrumdaki boruyu yerinden çıkararak, o zehirli havadan kurtulmaya çalışacaktı… Ancak köylüler onun aşağıya inmesine yardım ederken, babam kendini sersemlemiş hissetmeye başlamıştı… Annem Anna bağırmaya başlamıştı:

“Dur Yeorgios! Yukarı gel, çabuk yukarı gel!”

Köylüler hemen babamı yukarıya çekmişlerdi, bodrumdan… O da bu zehirli dumandan boğulup ölebilirdi…”

Effie gözyaşlarını kuruluyor ve o trajik günün travmasının onu hala etkilediğini görebiliyorum… Bir süre sonra kendini toparlıyor ve röportajımıza devam ediyoruz…

“AKİLE EN İYİ ARKADAŞIMDI…”

“Dohni’de büyürken harika zaman geçirmekteydim. Size anlattığım gibi komşumuz Akile, benim en iyi arkadaşımdı ve hiçbir zaman ayrılmıyorduk. Gündüzleri o okuluna gidiyor, ben de kendi okuluma gidiyordum ancak okul paydos olduktan sonra buluşuyor ve diğer arkadaşlarla birlikte bir ağacın gölgesinde oturup sohbet etmeye gidiyorduk. Veya birlikte oturup zeytin ekmek yiyorduk, o kadar çok gülüyorduk ki! Bunlar harika zamanlardı benim için… Kimi zaman yere bir merdiven koyuyordum ve birlikte “hopalamaca” oynuyorduk. Başka zamanlar ip atlıyorduk. Bazan Akile’yle birlikte köyün dışına doğru gidiyorduk. Her yeni gün, yeni bir maceraydı bizim için. Gitmemize izin verilmeyen tek yer, kıyı şeridiydi…”

Effie, Akile’yle arkadaşlığını anlatırken gurur duyuyor ve kendine güven duyuyor…

“Bana göre Hristiyanlar ve Müslümanlar, kardeş gibiydiler… Çok iyi anlaşıyorduk ve her şey çok iyiydi… Akile benim gibi Rumca konuşabiliyordu. Çok yakındık: kızkardeşten bile daha yakındık…”

Effie, hiçbir zaman o yıllarda olduğu kadar mutlu ve kendini güvende hissetmemiş olduğunu belirtiyor…

“KÖYÜN DIŞINA ÇIKIYOR, HER ZAMAN GÜVENDE HİSSEDİYORDUK…”

“Akile’yle birlikte köyün iki-üç mil dışına çıkıyorduk ve her zaman kendimizi güvende hissediyorduk. Köyümüzde erkekler, kadınlara saygı duyuyordu. Hiç kimse uygunsuz bir şey söylemiyordu… Eğer ovalarda bir erkekle karşılaşacak olursak, bize başıyla selam veriyor ve “merhaba” diyordu. Geceleri, öteki kadınlarla birlikte dışarıda oturuyor ve birbirimize masallar anlatıyorduk, başka öyküler anlatıyorduk… Yaşlı bir köylümüz olan Urani gelip bize şehirli efsaneler anlattığı zaman gerçekten mutlu oluyorduk. Urani, uzman bir öykü anlatıcıydı ve onunla birlikte olmaktan çok hoşlanıyorduk.”

Sabahları Effie ve Akile, çeşmenin başında köyün diğer genç kızlarıyla birlikte testilerine su doldurmak üzere sıraya giriyorlardı…

“Hacıpanayioti isimli bir adam vardı, köyün dışında küçük bir tepede yaşardı. Gündoğumuyla birlikte suyu açarak bu çesmeye ulaşmasından o sorumluydu, böylece testilerimizi doldurabiliyorduk. Eğer Hacıpanayioti başka işlerle meşgulse, suyu açmakta gecikiyor ve böylece neredeyse öğlene kadar testilerimizi doldurmak için beklemek zorunda kalıyorduk. İşte o zaman köylü kadınlar şikayet ederek bu adama bela vermeye başlıyorlardı! Akşamları, Hacıpanayioti buraya gelen suyu kapatıyor ve böylece gece boyunca yeraltındaki boruların suyla dolmasını sağlıyordu…”

AVUSTRALYA’YA GÖÇ…

Effie’nin babası Yeorgios Aralık 1951’de Corsica gemisiyle Avustralya’ya göç etmişti. Effie’nin kızkardeşi Kiriakula (Kulla) ve kardeşi Andreas ise 1956’da Avustralya’ya göç edecekti. Effie ise annesi Anna, kardeşi Panayiotis ve kızkardeşi İrini’yle birlikte 1963’te Kıbrıs’tan ayrılarak Avustralya’ya gidecekti…”

AKİLE’NİN TRAJİK ÖYKÜSÜ…

Dohni’den arkadaşlarımı ve okurlarımı arıyorum ve bana Akile’nin trajik öyküsünü anlatıyorlar…

Akile Şevket’in eşi, Ağustos 1974’te EOKA-B’ciler tarafından Dohni katliamında öldürülmüştü… Akile de Dohnili diğer Kıbrıslıtürk kadınlar gibi hem eşini kaybetmişti, hem de köyü Dohni’den göç etmek zorunda kalacaktı…

Akile Hanım’ın üç çocuğu vardı: eşi Ertem Bekir öldürüldüğü zaman küçük kızı Selda henüz sekizbuçuk aylıktı… İkiz evlatçıkları Bekir ve Şevket ise henüz ikibuçuk-üç yaşlarındaydılar…

Kıbrıs’ın kuzeyinde, Taşkent’te (Vuno) yaşamaya başladıklarında ikizlerden birisi olan küçük Bekir, henüz dört yaşında zehirlenme sonucu hayatını yitirecekti… Yıl 1975 idi…

1976 yılında ise Akile hanım, kanserden yaşamını yitirecekti – Böylece beş yaşındaki Şevket ile ikibuçuk yaşındaki Selda, annesiz kalacaklardı… Babaları zaten Dohni katliamında öldürülerek “kayıp” edilmişti… Şimdi de tamamen öksüz kalmışlardı…

Onları çok sevgili teyzeleri Rahme Hanım besleyip büyütecekti…

Rahme Hasan Erdaloğlu’nun dört çocuğu vardı, eşi Hasan Ali de Dohni katliamında öldürülüp “kayıp” edilmişti… Kardeşi Mustafa Şevket de aynı katliamda EOKA-B’ciler tarafından öldürülerek “kayıp” edilmişti…

Rahme Hanım, dört evladının yanına, zamansız bu dünyadan göçüp giden Akile Hanım’ın iki evlatçığını da katarak hepsini birlikte büyütecek, onlara hem annelik, hem babalık yapacaktı…

Yine Dohnili çok değerli arkadaşımız Cevat Adakul’un çok değerli yardımlarıyla Selda Hoca Özdeğirmenci’ye ulaştım ve o da bana yaşadıklarını, sevgili teyzesi Rahme Hanım’ı, yıllar sonra Effie Hanım’la Larnaka’da tekrar buluşturmalarını anlattı… Onunla çok dokunaklı bir röportaj yaptık…