Hristos Ahniodis, FİLELEFTHEROS gazetesi yazarlarından Aristos Mihalidis’in bir makalesine cevaben yazdığı yazıda, Dohnili Kıbrıslıtürkler’in katledilmesinin yıllarca gizlenmiş olduğunu, bir savaş suçunun gizlenmesinin de suç olduğunu belirtti. Dohni’den Minas Antoniu’nun 1974’te savaşta öldürülmesi ardından geçtiğimiz günlerde onun adına Dohni’de bir anıt yapılması ve bu anıtın açılışında Dohnili 83 Kıbrıslıtürk’ün 1974’te EOKA-B’ciler tarafından katledilmesinden hiç söz edilmemesi üzerine sosyal medyada geniş bir tartışma başlamıştı. Hristos Ahniodis de, FİLELEFTHEROS gazetesine cevaben yazdığı yazıda, eleştirilerini ortaya koyuyor.
Hristos Ahniodis’in sosyal medyada paylaştığı yazısını okurlarımız için derleyerek özetle Türkçeleştirdik.
Ahniodis, şöyle yazdı:
*** Kıbrıslıtürk Dohnililer’in öldürülmesi konusunda yazmaya devam etmek istiyorum. “Fileleftheros” gazetesi yazarlarından Aristos Mihalidis, Dohnili Minas’ın seferi bir asker olarak 1974’te savaştığını ve hayatını kaybettiğini, “geride bir eş bıraktığını” yazıyor ve öldürülmüş olan Dohnili 83 Kıbrıslıtürk’ten buna paralel biçimde söz edilmesine karşı çıkıyor.
*** Dohnili Minas’la aynı gün Dohni’den pek çok Kıbrıslıtürk öldürülmüştü, onların da çocukları vardı, bebekleri vardı, eşleri hamile olanlar vardı – hatta bazı kadınlar, katiller tarafından tecavüze dahi uğramıştı. Öldürülen Kıbrıslıtürk erkekler evil olmamış olsaydı, çocukları olmamış olsaydı dahi, yine de onlardan söz edilmesi gerekirdi…
*** Yakın geçmişe kadar hem Aristos, hem de çoğu gazeteci ve politikacının görmezden geldiği 83 Kıbrıslıtürk’ün isminin de, Minas Antoniu gibi aynı anıtta yazılma hakkı yok muydu? Bence vardı… Tıpkı tüm diğer Kıbrıslılar gibi, onlar da darbe ve işgalin kurbanlarıydı… Aynı köyden 83 kişinin sırf etnik kökenleri nedeniyle sözü edilmemesi, 83 kurbanı aşağılayıcı birşeydir. Bunun sorumluluğu da organizatörlerin ve Dohni’deki parkı aşan Nikos Nuris’in omuzlarındadır.
*** Aristos yazısında darbeden bahsetmiyor ve böylece tarihsel anlatıda bunu yok sayıyor – tıpkı Yunanistan ve Kıbrıs’ta tarihsel anlatıda Politeknik olaylarından bahsetmeyen başka bazıları gibi… Yalnızca işgal ve istiladan söz ederek, darbeden hiç söz etmeyerek bu işgalin sanki de kendiliğinden meydana geldiği gibi bir anlatıyı ortaya koyar ve EOKA-B’nin rolünü ortadan kaldırmaya yardımcı olur.
*** Köydeki Kıbrıslıtürkler’in öldürülmüş olması onlarca yıl boyunca gizli bırakıldı – köyün yetişkin Kıbrıslırumları ile civar köylerden pek çok kişi bu cinayetleri biliyordu. Köyden hatırı sayılır sayıda erkek, bu operasyonda rol almışlardı çünkü 83 Kıbrıslıtürk’ü, çoğunu farklı farklı evlerden olmak üzere toplamışlardı. Tüm esirler toplanıncaya kadar iki kamyonda onları beklemişler sonra da öldürülmek ve bir toplu mezara gömülmek üzere onları bir yerden başka bir yere götürmüşlerdi – “araştırmacı gazeteciler” onyıllar boyunca bu konuda hiçbir şey “öğrenmemişlerdi”…
*** Aristo’nun parkın açılışını yapan İçişleri Bakanı Nikos Nuris’I mazur gösterme girişimi ve onun bu olaylarda henüz 14 yaşında olduğunu söylemesi de trajiktir. Sanki de 83 Kıbrıslıtürk’ün öldürüldüğünü bilmiyormuş gibi… Tabii ki biliyordu ve yaptığı hareket de bilinçli idi ve köyden öldürülmüş olan bu insanlara karşı saygısızlıktı.
*** Dohni’den bazı Kıbrıslırumlar, bu cinayetler için suçlanabilir mi? Tabii ki evet… Bu olaya karışmış ve hayatta olanlar suçlanmalı mı, suçlanmamalı mı… Çok iyi… Bir süre sonra Erdoğan da aynı oyunu oynayacak ve Kıbrıs’ta işgal olmadığını söyleyecektir. Birbirinden hoşnut olan bir tür sağırlar diyaloğudur bu – her biri kendi iç tüketimi için böyle yapacaktır…
*** Eğer bazı Dohnililer bu cinayeti biliyor da saklıyorlarsa, bu onların suçu mudur? Tabii ki evet çünkü bir savaş suçunu gizlemek de bir suçtur. Aristo’nun ve diğerlerinin EOKA-B’nin suçlarını başkaları ortaya çıkarıncaya kadar yıllarca gizlemeleri gibi Türkiye’nin Ermeniler veya Kıbrıslırumlar’ın katledilmesini gizlemesi de böyle bir mantıkla mazur gösterilebilir!
*** Tüm bunların yanısıra Minas Andoniu için de kendi ölü köylülerinden söz edilmemesi, bu çifte cinayetin kurbanlarından hiç söz edilmemesi utanç vericidir. Dohni’nin 84 kurbanı, eşit muameleyi hakediyor, sadece tek bir kişi değil – böylesi utanç verici bir durum karşısında mezarından kalkıp yüzlerine tüküremez Minas Andoniu…
*** Aristos, (bu konuyu gündeme getirerek tartışmayı başlatan) Andrulla Vasiliu’yu da eleştiriyor ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yıllarca hizmet ettiği halde, Andrulla Vasiliu’nun katilleri ortaya çıkarmamasını dile getiriyor – bu da ikiyüzlü bir tutumdur çünkü onlarca yıldan beridir EOKA-B’nin suçlarının üstünün örtülmesi mekanizmasının kendisi de bir gazeteci olarak parçasıdır – ta ki başkaları bu suçları açığa çıkarıncaya kadar…
(HRİSTOS AHNİODİS – Derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 14.10.2020)
Dohnili Kıbrıslıtürkler'in cenaze töreninde kayıp yakınları çok üzgündü
“Matematik ve ağustos böcekleri: Ziziro…”
ECE ÖZBAŞ
Artemis Yayınları’ndan çıkan ‘Ziziro’, genç bir kadının duygu ve düşüncelerini matematik ve edebiyatın içiçe geçişiyle farklı bir biçimde aktarıyor. Müjde Alganer’in dördüncü kitabı olan eser, matematik öğretmeni genç bir kadının, geçmişte annesiyle ve sevdiği insanlarla yaptığı diyaloglar, yaşadığı olaylarla, sarmal kurgu şeklinde ilerleyen bir şehirli hikâyesi.
Büyükşehirlerin dişli tekerleklerinde öğütülerek yaşayan, okuyarak, izleyerek kendine dünyada yer bulmaya çalışan tüm genç insanların ya da olgunlaşma yolunda sekteye uğramış yaşı erişkinlerin temel sorunlarından biri olan varoluş roman kahramanı Diren için büyük ve içinden çıkılması zor bir problem.
Genç kadının yüzleşmeleri, insanları gözlerken hissettikleri farklı bir bakış açısıyla ortaya konuluyor. Yazarın kendine has üslubu oldukça baskın. Kelimelerin özellikli seçimi romanın bütününde bir amaca hizmet ediyor.
Bölüm isimleri matematik terimleriyle birleştirilerek kullanılmış. “Belki de durumu, benim anlayabileceğim bir dile çevirmem gerekiyordu. En nihayet ne sevginin ne bağlılığın ne de aşkın, eni boyu, hacmi, yüksekliği ve adeti vardı. Bu tür kalitatif mevzularda matematiğin ancak ‘sevdi=1’, ‘sevmedi=0’, ‘uydu=1’, ‘uymadı=0’ gibi semptomlarla varlığını gösteren ve binary şekilde ifade edilebilen açıklamaları olabilirdi.”
Diren’in annesi
Roman, Diren’in annesinin beklenmedik ölümünden sonra evde duvara bakıp sıkıldığı günlerle başlıyor. Günde belki bir kez market için dışarı çıkıyor, her çıkışında da beyninde bir yığın tuhaf görüntüyle eve dönüyor. İnsanları gözlerken kendi anılarına uğruyor, bisküvi alan birinin ardından çocukluğunun gemisine biniyor ve kendini, çevresindekileri izliyor.
Aidiyet ve mutluluk hissini kaybetmiş olan genç kadın annesinin ‘mükemmel’ iddiası taşımayan hayatında çatışma ortamı bulamadan dış dünyaya yöneliyor. Fransız lisesinden mezun olduktan sonra yurt dışında eğitimine devam ediyor. Meslek hayatına matematik öğretmeni olarak devam eden genç kadın hayatı kelime ve matematik problemlerine arasına sıkıştırdığından kendi varoluşuna yeni anlamlar yüklüyor.
Hayatı kelime ve fonksiyonlar arasında ezilip büzülüp sıradışılığıyla baş etmeye çalışırken öğrencilerine kolay formüller sunmayı dert edinmiş bir öğretmen Diren.
“Fonksiyonları gerçek hayat olaylarına çevirmeye çalışır, arz ve talep eğrisinin birleşme noktasının gerçek karşılığına, gece işe çıkan fahişeler üzerinden örnek getirebilirdim. Böylece velilerin yaptıklarımı abesle iştigal, örneklerimi müstehcen ve edebe aykırı bulmaları gibi yığınla sıra dışı uygulamanın baş sorumlusuydum.”
Saksıda büyüttüğü, meyve vermeyen bir zeytin ağacına anlam yükleyen, sıradışı, sivri dilli, dobra bir kadın olan annesiyle yaşarken kendine “normal” kavramları dışında özel bir dünya oluşturuyor.
Annesinin yazdığı bir günlüğün izinde yürürken Kıbrıs ağzının lezzetli dokunuşlarına uğruyoruz. Böyle anlardan birinde “ziziro”nun ağustos böceği, yani cırcır böceği olduğunu anlıyoruz:
“‘Bu ses ne?’
Annem, “Cırcır böceği, namıdiğer ziziro,” dedi.
‘Hiç susmaz mı bu yahu? Geldiğimizden beri zızızızı da zızızızı...’ dedim.
‘Evet susmaz, arada bir durur, sonra tekrar başlar,’ dedi Müjgan...
Sonra bana bakıp güldü. ‘Aynı senin gibi,’ dedi.
‘Nasıl yani?’ dedim.
‘Motorlu gatsavida gibi yani,’ dedi.”
Yalnızlığın izleri kaplamış romanın her yanını, her bir fert kendi yalnızlığında yalnızlar ailesini biriktirmiş. Kendine, çocuklarına ve yaşama tutunan anne Müjgan; “normal” sınıfına giremeyen Diren; yokluğu varlık oluşturan baba ve bir erkek kardeş Ogan.
Romanın sonunda ağustosböcekleri hakkında epey keyifli ve bilgilendirici bir metin de kaleme almış Müjde Alganer: “Yüzeye çıktıkları zaman ağustos ayıdır ve maksimum üç haftalık ömürleri bulunur. Yüzeye çıkar çıkmaz kanatlanırlar ve çiftleşmek için can atarlar. Topraktan çıkarak çiftleşen bu hayvanlar aslında birçok kültürde ölümsüzlüğü ve yeniden doğuşu simgelemektedir.”
Müjde Alganer, ‘Ziziro’da edebiyata matematiği de dahil ederek farklı bir yolculuk sunuyor. Cırcırböcekli bir hikâyenin içinde, gözlemlerin sersemleten dünyasında, iç seslerin rehberliğinde kendine yeni bir yaşam oluşturmaya çalışan genç bir kadının hikâyesinde dolaşıp ‘anlam’ sorgulamasının zorlayıcı basamaklarında ilerlemek istiyorsanız Müjde Alganer’in ‘Ziziro’ romanını okumalısınız.
Ziziro
Müjde Alganer
Artemis Yayınları
200 sayfa.
(AGOS KİTAP – Ece ÖZBAŞ – 24.6.2019)
DEVAM EDECEK