Ödül AŞIK ÜLKER
Derya Ulubatlı, 26 yaşında başarılı bir genç. Güzel Sanatlar Lisesi’ni okul birincisi olarak bitirdi. Sonrasında Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden birincilikle mezun oldu. Milano Üniversitesi’nde Sanat Tarihi ve Eleştirisi üzerine master yaptı. “Sanatın, savaştan çıkmış toplumları nasıl kurtarabileceği” konusundaki tezi “Pasquale Rotondi – Sanat Kurtarıcıları” ödülünü aldı, kitap olarak basılıyor.
Yaklaşık bir yıl önce adaya tezini yazmak için dönen Ulubatlı, çağdaş sanatlar üzerine doktora yapmaya hazırlanıyor. “Gitmeyi düşünüyorum ama Kıbrıs’a geri dönmeyi de düşüyorum, temelli gitmeyi düşünmem” diyen Ulubatlı, “geri dönmeyi kendini kurban etmek” olarak görse de daha fazla insanın dönmesiyle değişimin olabileceğine inandığını söyledi.
Derya Ulubatlı, “Dönülmesi gerektiğini düşünürüm çünkü herkes giderse hiç birşey değişmeyecek. Uzun yıllar yurtdışında yaşamış, zihnini çok farklı yerlere açmış insanların buraya dönünce çok faydalı olduklarını gördüm, buna şahit oldum. O yüzden daha fazla insanın dönmesiyle değişimin olabileceğine inanırım. Aslında bunu biraz kendini kurban etmek gibi görürüm. Çünkü yurtdışında daha fazla tatmin olabileceğiniz imkan varken, bunları bırakıp dönmek zor olabilir, ama dönmezseniz değiştiremezsiniz. Belki de dönenler çok mutlu değil ama bizden önce dönenler bize yol açtı, biz de bizden sonrakilere ışık tutabiliriz” diye konuştu.
“Bazı konulardaki eksiklerimizin Kıbrıs’ın içinde bulunduğu durumla alakalı olduğunu da düşünüyorum” diyen Ulubatlı, “Sanatın ilerleyemeyişini de Kıbrıs sorununa odaklanmış olmamıza bağlıyorum” dedi.
Ulubatlı, “Ben bir problemin içine doğdum, bölünmüş bir adaya doğdum. Biz bu problemle o kadar yoğrulduk ve o kadar Kıbrıs konusu odaklıyız ki, etraflarımızda, dünyada olup biteni çok fazla takip edemiyoruz. Sanat da bununla alakalıdır. Yeni yeni genç sanatçılar farklı işler yapmaya başladılar. Ama birçok sanatçının sanatının odak noktasını belirleyen de Kıbrıs sorunudur” diye konuştu.
Adaya dönerken büyük beklentileri olmadığı için hayal kırıklığı yaşamadığını da kaydeden Derya Ulubatlı, “Beklenti ne kadar düşük olursa, üzüntü ve hayal kırıklığı da o kadar hafif yaşanır” dedi.
“Her zaman iki toplumun birlikte birşeyler yapması gerektiğine inandım. Barışa inanan bir genç oldum, şimdi o umudumu biraz kaybettim” diyen Derya Ulubatlı, şunları söyledi:
“Ben herhalde artık çözüm olduğu zaman inanacağım. Bence sürekli umut etmek ve hayal kırıklığına uğramak çok yorucu birşey. İnsanlar bunu senelerdir yaşıyor, ben doğmadan yaşamaya başlayanlar var.”
Ulubatlı, sözlerini “Geri dönmeyi planlıyorum ama adanın geleceğiyle ilgili ne olacağını bilmiyorum. Sanat anlamında birşey yapmak için döneceğim. Kendimi kurban etmek anlamında da olsa dönüp burada da birşey yapmak ayrı bir haz olacak” diye tamamladı.
“Çocukluğum sanatla alakalı bir çevrede geçti”
Soru: Kendinizi tanıtır mısınız?
Ulubatlı: 26 yaşındayım, bir abim var. iki çocuklu bir ailede büyüdüm. En baştan beri sanatla ilgilenen bir ailede büyüdüm. Babam sanatçı, annem daha sonra dramaturji okudu. Çocukluğum sanatla alakalı bir çevrede geçti. Çocukluğumdan beri babamın tiyatro çalışmalarına giderdim. En baştan beri sanata ilgim vardı, güzel bir çocukluk geçirdim.
“Meslek seçimimde ailemin etkisi var”
Soru: Öğrencilik hayatınız nasıl geçti, hep başarılı mıydınız?
Ulubatlı: İlkokul normal bir ilkokul hayatıydı. Ortaokul ve lisede Güzel Sanatlar Lisesi’nde müzik okudum. Liseyi okul birincisi olarak bitirdim. Üniversiteyi Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sanat Tarihi Bölümünde okudum. Meslek seçimimde ailemin etkisi olduğunu düşünürüm. Tiyatro okumak isterdim, konservatuarın kapısından döndüm gibi oldu. Sanat tarihi kazandığımı öğrenince sınava yazılmamıştım.
Soru: Sanat tarihi okuyunca ne yapacağınızı veya bu adaya dönünce ne yapacağınızı biliyor muydunuz?
Ulubatlı: Babam her zaman sanat tarihinin beni entellektüel olarak çok geliştirebilecek birşey olduğunu söylerdi. Çok fazla okuyabileceğim alan var, gerçekten de öyle oldu. Bölümüm felsefeden sosyolojiye, sadece sanat değil, gerek toplumla, gerekse politikayla ilgili insanlığın tarihinden bahseden bir bölümdür. İlk zamanlar sanat tarihiyle ilgili çok bilgim yoktu, sonrasında öğrendim. Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden mezun olduktan sonra İtalya’da Milano Üniversitesi’nde Sanat Tarihi ve Eleştirisi üzerine master yaptım.
Neden İtalya?
Soru: İtalya fikri nasıl ortaya çıktı?
Ulubatlı: Açıkçası o dönem aklımın çok karışık olduğu bir dönemdi. Mezuniyetim Türkiye’de Gezi olaylarına denk gelir. Ben de bu tarz olayların içine girmiş bir gençtim, geriden izleyebilen biri değilim. Orası çok karışmaya başlamıştı. Türkiye’de kalsaydım geride duramayacağımı da bilirdim. O yüzden Türkiye fikri aklımdan silinmişti. Türkiye dışında farklı birşey görmek isterdim, Türkiye dışında da bir eğitim sistemi, Türkiye dışında da bir ülkede eğitim almak isterdim. Bir dönem Yunanistan’ı düşünmüştüm. Sonra sanat anlamında çok köklü bir geçmişi olduğu ve İtalyanca bana çok çekici geldiği için master için İtalya’yı tercih ettim. Bir yıl Floransada’da dil kursuna gittim, sonrasında iki yıl Milano’da yüksek lisans yaptım.
“Barışa inanan bir genç oldum, şimdi o umudumu biraz kaybettim”
Soru: Kabuğunu yırtan bir Kıbrıslı Türk oldunuz. Yüksek lisansta da sıradan bir öğrenci olmadınız, teziniz bir ödül aldı şimdi İtalya’da kitaplaştırılıyor. Kitabın Kıbrıs’ta Türkçe veya Yunanca basılması gündemde mi? Bunlar hakkında bilgi verir misiniz?
Ulubatlı: Tezimi de Kıbrıs üzerine yazmıştım. Küçük yaştan beri sanatla içiçe olmak bir yana, ailem de hep meydanlarda, iki toplumlu işler yapmış insanlardı. Hatırlıyorum, babam Kıbrıs Rum bir ressamla ortak sergi açtığında ben 6-7 yaşındaydım. Her zaman iki toplumun birlikte birşeyler yapması gerektiğine inandım. Barışa inanan bir genç oldum, şimdi o umudumu biraz kaybettim, o ayrı. Tezimi de iki toplumlu sanat projeleri üzerine yaptım. İki toplumun sanatçılarının birlikte çalışmalarının barışa nasıl katkı sağlayabileceği üzerine yaptım. Tezim “Pasquale Rotondi – Sanat Kurtarıcıları” ödülünü aldı. Pasquale Rotondi, 2. Dünya Savaşı’nda İtalya’nın çok önemli sanat eserlerini, bir kaleye saklayarak saldırılardan, bombardımanlardan kurtaran kişidir. Bir anlamda sanatı kurtaran kişidir, bir anlamda sanatı savaştan kurtaran kişidir. Bana da ödül sanatın, savaştan çıkmış toplumları nasıl kurtarabileceğini göstermeye çalıştığım için verildi. Bu ödülü özgeçmişime yazdığımda bana mutlaka faydası olacak ama topluma nasıl olacak bilemiyorum. Tezim İtalyanca’dır, İtalya’da kitaplaştırılıyor. Biraz tesadüf oldu aslında çünkü ben kitaplaştırılması için özel bir çaba sarf etmedim. Ödül töreni sırasında sunucu tezi okuduğunu ve basılmaya değer olduğunu söylemişti. Bunun üzerine seyirciler arasında bulunan bir editör basılması için harekete geçti, şans oldu.
DAÜ Kıbrıs Araştırmaları Merkezi’nden Zehra Şonya, ki tezimde bana çok yardımcı oldu, tezimin Türkçe’ye çevrilmesini önerdi. Şimdi tezimi DAÜ’de Türkçe’ye çevirip basmayı amaçlıyoruz çünkü buradaki insanların da okumasını isterim. Maalesef, DAÜ krize girdiği zaman ne yazık ki ilk kapanan bölümlerden biri sanat tarihiydi, Kuzey’de başka üniversitede de sanat tarihi bölümü yok. Güney’deki üniversitelerde Sanat Tarihi bölümü var ama bölümler Yunanca’dır. Kitabın Yunanca’ya çevrilmesi konusunda bir girişimim olmadı ama neden olmasın.
Soru: Üniversiteye giderken dönme planınız var mıydı?
Ulubatlı: Hayır. Üniversiteye giderken Türkiye dışında bir yerde master, hatta doktora yapma planım vardı. Zaten sadece lisans yapıp adaya dönseydim hiç birşey yapamazdım. En azından şimdi bazı yerlerde iş bulabildim. Örneğin master sayesinde AB projesinde çalıştım. Şimdi kendime bir şekilde yer açabilirsem, üst lisans yaptığım için olur.
“Temelli gitmeyi düşünmem”
Soru: Şimdi yeniden gitme planınız var. Neden? Bu süreçte neler yaptınız?
Ulubatlı: Zaten doktora fikri hep vardı ama gitmek istememim esas sebebi burada kendime alan açmakta zorlanacak olmamdır. Gitmeyi düşünüyorum ama Kıbrıs’a geri dönmeyi de düşüyorum, temelli gitmeyi düşünmem. Bir yıl önce buraya tezimi yazmak için gelmiştim, tezim Kıbrıs’la alakalı olduğu için araştırmalarımı burada yapmam gerekirdi. Uzun zamandır eğitim için yurtdışında olduğumdan Kıbrıs sanat çevresini neredeyse hiç bilmezdim. Müzikle ilgili olanları bilirdim, müzik okduğum için resim, heykel gibi plastik sanatla ilgili çok az insan tanıyordum. Tez sayesinde yeni insanlarla tanıştım, çevrem olmaya başladı. H4C bir AB projesinde çalıştım, EMAA’nın Yönetim Kurulu’na girdim, çok farklı projeler yapıyoruz. Güney Kıbrıs’ta, CVAR Müzesi’nde bir AB projesi kapsamında üç aylık bir staj dönemim oldu.
“Çok fazla ciddi imkan yok”
Soru: Kuzey’de birşey yapma imkanınız olmadı mı?
Ulubatlı: Geçen dönem DAÜ Eğitim Fakültesi’nde part time olarak “Sanat ve Estetik” diye bir ders verdim. Bu dönem yeniden başvurdum, eğer açılırsa yine vereceğim. Kuzey’de sanat tarihi açısından çok fazla ciddi imkan yok.
Soru: Kuzey Kıbrıs’ta sanatla, sanat tarihiyle ilgili durumu nasıl görüyorsunuz?
Ulubatlı: Genel anlamda sanatla ilgili hiçbir şey olmadığını düşünürüm. Çok fazla çaba var ama gördüğü değer anlamında, bir ressamın da, bir tiyatrocunun da, bir müzisyenin de hak ettiği değeri görmediğine inandığım için okurken sanat tarihinin de öyle olacağını bilirdim. Hatta arkadaşlarımızla okurken dalgasını geçerdik, “dönünce birşey olmayacağız” diye. Bazı yaşlı teyzelere sanat tarihi okuduğumu söylediğim zaman bana “birşey değil, üzülme” gibi tepkiler verdiğini hatırlıyorum. Çok fazla çaba göstermezseniz bir yere gelemeyeceğiniz çok bellidir. Benim sanat tarihi okuyup, farklı alanlarda çalışan arkadaşlarım var. En başından adaya döndüğümde çok fazla imkan olamayacağını bilirdim.
“Bazı eksiklerimiz Kıbrıs’ın içinde bulunduğu durumla alakalı”
Soru: Bu açıdan Güney’le Kuzey’i kıyasladığınızda durumu nasıl görüyorsunuz?
Ulubatlı: Güney’in sanat tarihi konusunda bir çevresi var. Kuzey’in tanınmamış olmasınının da olumsuz etkisi var. Buradaki sanatçılar ne zaman uluslararası bir organizasyona katılacak olsa Güney ile işbirliği içinde gitti, ancak Türkiye ile işbirliği yapabildiler. Ekonomik anlamda da müze açacak ya da müzeyi destekleyebilecek, müzenin kendi kendini yürütmesini sağlayacak ortam yok. Sanat piyasası yok. Sergilerde çok az insan ciddi paralar verip eserleri alıyor. Burada iş alanım her türlü kısıtlıdır. Üniversitelerde bölüm yok, müze yok, yeterli sayıda sergi salonu-sergi yok. AB projeleri ve part time dersler dışında pek birşey yok. O derslerin de ne kadar tatmin ettiği tartışılır. Konuları tartışacak ortam yok. Bu biraz da eğitim sistemiyle alakalı. Liselerde sanat tarihi dersi yok, Güzel Sanatlar Lisesi’nde bile çok az sanat tarihi dersi veriliyor. Önemsiz bir ders gibi görülüyor ama önemli olmalı bence.
Bazı konulardaki eksiklerimizin Kıbrıs’ın içinde bulunduğu durumla alakalı olduğunu da düşünüyorum. Ben bir problemin içine doğdum, bölünmüş bir adaya doğdum. Biz bu problemle o kadar yoğrulduk ve o kadar Kıbrıs konusu odaklıyız ki, etraflarımızda, dünyada olup biteni çok fazla takip edemiyoruz. Sanat da bununla alakalıdır. Yeni yeni genç sanatçılar farklı işler yapmaya başladılar. Ama birçok sanatçının sanatının odak noktasını belirleyen de Kıbrıs sorunudur. Kendi problemimizle o kadar kapalıyız ki, dünyada neler olup bittiğini takip edemiyoruz gibi düşünüyorum. Sanatın ilerleyemeyişini de Kıbrıs sorununa odaklanmış olmamıza bağlıyorum. Son dönemde gençlerde bir hareketlenme var, vizyonu geniş insanlar yetişmeye başladı. AB vatandaşlığından yararlanabilmek de mutlaka bunda etkili oldu, Avrupa’ya okumaya gitmek kolaylaştı.
“Toplumun geneli çaba göstermeli”
Soru: Tezinizi de sanatçıların barış üzerindeki etkisi konusunda hazırladınız. Son dönemde iki toplumun sanatçılarının birlikte bazı çalışmaları oluyor. Bunları yeterli görüyor musunuz, neler yapılabilir?
Ulubatlı: Bu tarz çalışmalar her dönemde bu konuda duyarlı insanlar tarafından yapılıyor zaten. Bunların iki toplumun yakınlaşmasında mutlaka etkisi vardır ama tek başlarına yeterli olmayacakları da çok açık. Bu konuda sadece sanatçıların değil, toplumun genelinin göstermeri gereken bir çaba olduğuna inanıyorum.
“Kendini kurban etmek...”
Soru: Doktora için gitme planları yaparken sonrasında dönmeyi düşündüğünüzü söylüyorsunuz. Neden döneceksiniz? Neden dönülsün?
Ulubatlı: Dönenlerin birşey yapabildiği bir ortam yaratmamız lazım. Ben şu anda insanlara farklı taraflardan baktırabilmek için uğraşıyorum. Ama daha fazla insanın uğraşması gerekir. Dönülmesi gerektiğini düşünürüm çünkü herkes giderse hiç birşey değişmeyecek. Uzun yıllar yurtdışında yaşamış, zihnini çok farklı yerlere açmış insanların buraya dönünce çok faydalı olduklarını gördüm, buna şahit oldum. O yüzden daha fazla insanın dönmesiyle değişimin olabileceğine inanırım. Aslında bunu biraz kendini kurban etmek gibi görürüm. Çünkü yurtdışında daha fazla tatmin olabileceğiniz imkan varken, bunları bırakıp dönmek zor olabilir, ama dönmezseniz değiştiremezsiniz. Belki de dönenler çok mutlu değil ama bizden önce dönenler bize yol açtı, biz de bizden sonrakilere ışık tutabiliriz.
Kıbrıs’ın bir sorunu da, sizi bir yerlere gelmek için kamçılamamasıdır bence. Kıbrıs’ta bazı şeyleri kolay elde etmenin insanları tembelleştirdiğini de düşünüyorum. Örneğin ben sadece lisans derecesiyle bile İstanbul’da ya da İtalya’da üniversitede ders veremezdim. Bu da sizi daha fazlasını yapma konusunda motive etmez. Diğer yandan “uğraşsam da birşey olmayacak” hissi gençleri boş vermişliğe itiyor. Genel anlamda sistem insanları tembelleştiriyor.
“Büyük beklentilerim olmadığı için hayal kırıklığı yaşamadım”
Soru: Tez yazmak için Kıbrıs’a döndünüz, tez tamamlandı. Bu süreçte en büyük hayal kırıklığınız neydi?
Ulubatlı: Büyük beklentilerim olmadığı için hayal kırıklığı yaşamadım. Ben zaten büyük imkanlarım olmayacağını, insanların sanat tarihine bakış açısını biliyordum. Sanatçı bir ailede yaşamış olmam nedeniyle genel anlamda sanat yapmaya çalışan insanlara bakış açısını en baştan beri gördüğüm için karşılaştıklarıma şaşırmadım. Güzel Sanatlar Lisesi’nde müzik okurken Bellapais’te ücretsiz konser verirdik, bizi izlemeye sadece ailelerimiz ve turistler gelirdi, anlamını, değerini onlar bilirdi. Kıbrıs’taki bu eksikliği en baştan beri bildiğim için umutla dönmedim. Beklenti ne kadar düşük olursa, üzüntü ve hayal kırıklığı da o kadar hafif yaşanır.
“Herhalde artık çözüm olduğu zaman inanacağım”
Soru: Az önce barışla ilgili umudunuzu kaybettiğinizden bahsettiniz. Bu konuda düşünceleriniz nelerdir?
Ulubatlı: İki tarafın temsilcisi her bir araya geleceğinde bu defa olacak mı diye heyecan yaşarım. Ben bu problemin içine doğdum, ailemden de kaynaklı olarak, temsilciler her bir araya geldiklerinde aynı umudu ve sonrasında hayal kırıklığını yaşadıktan sonra, “demek ki bu kadar da beklememek lazım” noktasına geldim. Belki hayata bakışım da değişti, eskiden çok daha heyecanlı, beklentileri olan bir insandım. Şimdi, herşeye karşı, genel olarak beklentilerimi düşük tutmaya başladım. Ben herhalde artık çözüm olduğu zaman inanacağım. Bence sürekli umut etmek ve hayal kırıklığına uğramak çok yorucu birşey. İnsanlar bunu senelerdir yaşıyor, ben doğmadan yaşamaya başlayanlar var. İnsanlar çok heyecanla sokaklara çıktılar, birşey olmadı. Sadece Kıbrıs sorunu değil, her alanda insan çabalarının boşa çıktığını görünce yorulur, çabalamak istemez. Benim umudumu kaybettiğim dediğim nokta da budur.
Geri dönmeyi planlıyorum ama adanın geleceğiyle ilgili ne olacağını bilmiyorum. Sanat anlamında birşey yapmak için döneceğim. Kendimi kurban etmek anlamında da olsa dönüp burada da birşey yapmak ayrı bir haz olacak.