İçinde bulunduğumuz “ağır” koşulları dönüştürmek, dayatmaların yarattığı demokrasi tahribatına karşı Kıbrıslı Türklerin varoluşunu savunmak “demokrasi ve çözüm güçleri”nin birincil konusu olması gerektiğini düşünüyorum.
Kıbrıslı Türklerin başta kimliğine karşı girişilmiş, açılmış büyük kavgaya karşı geliştirilmesi gereken siyasetin “dar alan”a sıkıştırılması ve bu alan üzerinden atılacak adımlarla toplumsal varlığın korunmasının sağlanması doğrusu bana büyük yanılgı olarak geliyor. “Dar alanı”, Kıbrıslı Türk siyasetini, önemsiz olmamakla birlikte salt seçimlere indirgenmek olarak tanımlıyorum.
Seçim süreçlerinin temeli olan görüş ve iddia ortaya koymak, halkın katılımını sağlamak, siyasi program paylaşmak gibi kademe ve süreçlerinin büyük bir tıkanma yaşadığını, bunun siyasetin kendi varlığına dair bir sorgulamaya yol açtığını görmekteyiz.
Siyasetteki anlam kaybının nedeni, dönüştürücü olma kapasitesini yani otoritesini yani gücünü giderek yitirmekte olmasındandır. Siyasetin yaşadığı bu derin sıkışma, toplumun siyasete dair beklentisini ortadan kaldırmakta siyaset kurumunun etkisizliği öne çıkmaktadır.
Halka dair, insana dair, belli hedefler için iddia ve dönüştürücü olma gücü, yaratılmaya çalışılan “biat alanı” içerisinde anlamsızlık üretmektedir.
Siyasetin yeniden güç ve anlam kazanabilmesi, işte bu “biat alanının” kırılması ile ilgidir. Bu bir süreçtir. Kısa zamanda “Federal Kıbrıs’ı gözeten daha iyi bir kuzey Kıbrıs” yaratmak, günlük tepkiler üretmekten öte, dünyaya açık, radikal bir duruş, işbirliği ve program gerektirir.
Kıbrıslı Türk demokrasi ve çözüm güçlerinin, dünya kamuoyuna, otoritelerine ve kanaat önderlerine dönük adil, kalıcı siyasi eşitliğe dayalı, BM parametrelerinde çözüm girişimi; “Biat”ı, müdahaleyi koşulsuz reddeden bir toplumsal duruş; toplumsal dönüşümü sağlayacak radikal bir program; bu programın oluşumu ve hayata geçiriliş sürecinde, işbirliği yapılacak demokrasi ve yurtsever bir sosyal dinamiğin oluşturulması. Bu zorlu hareket hattı bağlamında, birbirini besleyen yukarıdaki dinamiklerin etkisi ile, kuzey Kıbrıs’ta siyasetin yeniden anlam kazanması ve dönüştürücü etkisi ile itibar görmesi söz konusu olabilir. Ve parlamenter mücadelenin değeri artar.
Dışa kapalı kılınarak, yaratılan algı hamleleri ile sürüleştirilmeye çalışılan halkın, siyaseti özne kabul etmesi ancak var olan hakim hegemonyayı kırmakla mümkündür. Karşı hegemonya bileşenleri de yurtsever ve demokratik geniş bir cephe üzerinden kurgulanabilir.
Bu noktada sol güçlerin, bu karşı hegemonyanın kurgusunda ana dinamik ve öncü olması yanında cesaretin temsilcisi olarak öne çıkması kaçınılmazdır. Ancak içinde bulunduğumuz büyük yıkımı ortadan kaldıracak ve 2004 referandumunda çözüme evet diyen, yüzde altmış beşi siyaseten kucaklayan bir stratejinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Dünden bugüne, statüko yüzde otuz beş ile kendi bütünlüğünü katı bir şekilde korurken geriye kalan halk gücünün, baskı ve müdahale ile zayıflatılmaya çalışılması sıradan bir olay değildir.
Her şeye rağmen, yüzde altmış beş oy iradesinin, potansiyelinin varlığı hem siyasi hem de hukuki bir gerçekliktir. Ve bunun etkili kılınma, güçlü çıkış yapılabilme kapasitesi göz ardı edilemez. Tüm baskıya ve müdahaleye karşın.
Bu noktada hedefler, yöntemler ve söylemlerin üzerinde tekrar ve tekrar durmalıyız.
Yeter ki geniş bir siyasi perspektiften yola çıkıp cesaretli adımlar atabilelim. Dar alana sıkışıp, dönüştürücü siyaseti bu alanlarda üretebileceğimiz hayaline kapılmayalım. Unutulmaması gereken bir şey var: O da denenmiş yöntemler ve söylemlerin bizi farklı bir yere taşımayacağıdır. Yine denenir, göstermelik demokrasi şöleni devam eder, ama kaybeden halk olur!