DÖNÜŞÜM

Neşe Yaşın

Börtü böcek, kuşlar, çiçekler ruh halimizi hisseder mi diye düşündüm bugün? Yakınlardaki bir yangın sırasında Akademi’deki ağaçların korku ve kaygıyla renk değiştirdiğini gözlemlemiştik, ya da kaygılı ruhlarımız öyle tercüme etmişti renkleri. Manzara içimizin müziğine göre boyut değiştirir ya, filmlerde de öyledir. Aynı mekânı farklı bir müzikle başka bir boyutta algılarız.

Bu yazıya Gümüşlük Akademisi’nde başladım; havaalanında, uçakta devam ederim sanırım. Bugün içimin müziği beceriksiz bir DJ’in ellerinde sanki. Oradan oraya savruluyorum. Bir son ve yeni bir başlangıç duygusunun müziğini arıyorum aslında. Hem buruk hem de yeni serüvenlere havalanmaya hazır. Kimi yıllar bir yaz sonu sayısız anı ve deneyimle dolu bir sepetle, heyecanla dönerdim Kıbrıs’a ve oradaki ruh hali, insan yüzlerinin kederli atlası şevkimi kırar, bulunduğum yükseklerden aşağıya doğru çekerdi beni. Bu kez de öyle olacak sanki. Pek iç açıcı haberler yok adadan. Tanıdık ölüler listesine yeni isimler eklenmiş. Süleyman Ergüçlü ile karşılaşıp şakalaşmayacağım bir Büyük Han’a gidesim yok mesela. Elektrik kesintileri, yeni ders kitapları, bilumum sömürgeci toplum mühendisliği halleri kuzeyde, adanın diğer yarısı da gittikçe daha da yabancılaşan bir yer halinde.

Yine de kıpır kıpır içim. Bir kavuşma heyecanı. Rutine dönmekte de bir huzur gizli sanki. Tanıdık olanda yitip gitmede bir rahatlık vardır hep. İlk günler zordur, evet. Hayatı yeniden yoluna koyma, yeni kendini bir yerlere oturtma zamanıdır. Dünyanın bir ucuna gidip geldim ya, bir post-pandemi durgunluğu fark ettiğim. Güvenlik kaygısıyla veda edilen özgürlüğe dair bir gözlem. Ölümün yaşam enerjisini alt etmeyi başardığı bir dünya. Her an başka bir felaketin yaşanabileceğine dair bir kaygı her yanda.

Kanıksanmış ölümler en dehşet verici olan. Oysa tam tersi olacağıydı benim yıllar önceki öngörüm. Pek çok hastalığın tedavisinde ilerlemelerle insan ömrünün uzayacağına inandırmıştım kendimi. Dünya ateşlerde yanıyor. Bir yandan da birbirinden nefret eden insanlarla dolu her yan. Mikro ve makro düzeyde savaş ve şiddet dünyası bu.

Bu yaşla mı ilgili bilmiyorum ama her şey bir tekrar gibi şimdilerde. Hiçbir şey fazla şaşırtmıyor ya da heyecanlandırmıyor. Her güzellik ihaneti de içinde barındırıyor sanki. Tecrübe nasıl da sevimsiz bir şey. Filmin sonunu bilmek gibi.

Dünyanın bir zihinsel devrime yeni politik sistemlere ihtiyacı var sanki. Eski paradigmalar bardak olmak üzere.

En zor günlerde bile bir neşe vesilesi bulan ben son sıralar dünyanın keder nehrine kaptırdım kaptıracağım kendimi. Oysa insanın kendini iyi hissedeceği, teselli bulabileceği alanlar var hala. Sanat mesela, dostluklar, bazı keyif anları… Dünya yangınından öyle bir kara duman sarmış ki ortalığı bunlar bile görünmez oluyor kimi zaman. Gelecek çok belirsiz ya da gelecek algımız aşınmış bir biçimde. Bir arkadaşımı bir başka ülkede bırakıp giderken gelecek yıl geldiğimde nasıl olacak onu yine böyle bulabilecek miyim diye bir kaygıya kapılıyorum. Hiçbir öngörü tutmuyor şimdilerde, hiçbir denge sabit değil.

Kendimize düşeni yapabilmek belki de önemli olan. Yaşanan anların değerini bilip onlara özen göstermek mesela. Arkadaşlarımıza sımsıkı sarılmak, börtü böceği, ağacı, çiçeği, doğa talanından geriye ne kaldıysa onu korumak. Bir tutkuya bir hayale tutunmak…

Bir zihinsel yorgunluk belki de benimkisi. Çevreden gelen farklı enerjilerin yarattığı kafa karışıklığı. Dünyanın, ülkenin karanlığına dair bir suçluluk hissi de cabası.

İçimin müziğini değiştirmeliyim belki. Ruhumu coşkulu bir melodiyle dansa katmalıyım yeniden. Her şey değişiyor sonuçta. Belki bir ışık görünür karanlık tünellerin sonunda, içimdeki küçük kız derin uykusundan uyanır. Kim bilir belki de bir mucize gizlidir yakın gelecekte.

Her durumda dönüşerek dönüyor insan geriye. Yeni kendimle dönüyorum uzun bir yolculuğun ardından adaya. Eskisinden o kadar da farklı değil belki, yine de sanki daha yakın mutluluğa.