DOST AYNASIN BAKTIN İSE…

Ülkemizde olup biteni izliyorum da… Türkiyeliler… Rumlar… Kıbrıslı Türkler…

 

 

Rüzgara Yazılanlar

DOST AYNASIN BAKTIN İSE…

 

(314)

Ülkemizde olup biteni izliyorum da…

Türkiyeliler… Rumlar… Kıbrıslı Türkler…

Genel adıyla: Kimlikler, siyasetin odağına konmasa da… Kimlikler görmezden gelinerek “ortak bir kimlik ve barış” inşa edilemez…

Ve, ne özgürlükçü ne demokrat ne de solcu olunabilir…

 

(315)

Batı’da politikacılar, birikimlerini kitaplar ve konferanslar yoluyla paylaşıyor, aktarıyorlar. Böyle şeyler, bizde hiç olmuyor; Zaten bizde, siyasette belli mevkilere gelen kişiler, o koltuğa yapışıyor ve asla onu bırakmaya yanaşmıyorlar…

Bir şekilde bırakanlar da ya yeniden ele geçirmek için uğraşıyorlar… Bunu başaramayanlar da durmadan müdahale ediyor, hayatın tadını çıkarmayı asla akıllarına getirmiyorlar… Sanki hayat, sadece politikadan ibaretmiş gibi!

Aslında asıl hizmet, bunları yapıp, geride – gençlere – deneyim olarak bırakmak; böylece de, “Unutulmazlar” listesine adını yazmak… (Son dönemde, bir tek ‘Akıncı’ yapıyor bunu, Politik yaşamını yazarak…)

 

(316)

Farklı disiplinlerden sanatçıların birlikte iş yapması zordur. Ego, kapris, uyumsuzluk… Yunus’un diliyle: “Ateşle birlikte dört türlü Lezzet geldi. Bunlar: “Şehvet, kibir, açgözlülük ve kıskançlık… Ama, akabinde de, onları kenara itecek olan: Saflık, cömertlik, lütuf ve kavuşma, geldi, Su’yla… Ve, SEVGİ…

Sevgi ki: Ateş, Su, Toprak ve Rüzgardan sonra beşince element…

 

(317)

Ne olur sevgi konusunda bu kadar cimri ve bencil olmasak… Sevdiklerimize ara sıra da olsa:

“Seni, hep baş köşesinde tutuyorsam yüreğimin… Seni, hep ve çok seviyorsam… ‘İnsan gibi insan’ olabildiğin içindir… çünkü, insan olmak, sevmek ve en uzak noktasında acının, hatırlamak demektir…”

Bu, ne güzel bir duygu… Sana, sevgine tutunma… Karakışlarda bile…

 

(318)

“Gerçek aşık oldun ise

Cihan nakşı nendir senin

Dost aynasın baktın ise

Suret nakşı nendir senin…”

                              Yunus

 

(319)

Yaşananları, insanlar unutsa da… taşlar, kuşlar, sular unutmaz… Konuşurlar rüzgarın sesiyle…

 

(320)

Senin için ötesi yok… Bir dünya, bir sevgi gibi duruyorsun yüreğimde… Onca insandan, söylemden, sevdadan kaçırdığım… Rüzgara, havaya, ve yağmura… Akdeniz’in mavisine yazdığım…

Bir şarkı gibi duruyorsun yüreğimde Şeherim…

 

(321)

Yabancılaşma… Evet, süratle oraya gidiyor insanımız… Ve, en önemlisi de, giderek, kendine – kendi özünde, yabancı olmaya… Bu, çok çok vahim bir durum, çünkü,

“Yabancı” olan, yabancı olduğu şeye karşı kendini “ona ait” hissedemeyendir…

İnsan, yabancı olduğu her şeye – bu, kendi yaşamı olsa bile – dışarıdan bakan, bakabilendir… Ve, zamanın, mekanın, bazen girift ilişkilerin… Nereye giderse gitsin, kaçamadığı sınırların, kodlamaların dışında olacağı için, kendi kodlama ve alanlarını kendi belirlemek durumundadır artık... Ama,  insan, yaşadığı eve, çalıştığı işe, kurduğu ilişkilere, sevdiği dostlarına… Anlam kattığı her şeye ait hissetmezse kendini ne olacak?

Sonsuza kadar yabancı olmak mümkün mü? Aslında, mümkün ve namümkün…

 

(322)

“Peki, sizin düşlediğiniz daha iyi bir dünya daha mutlu bir toplum, genel hatlarıyla nasıl olacak?” diye sorarsanız:

“Doğrusu, benim- artık – hiç böyle bir Ütopyam yok… Kendi hesabıma, böyle bir yaklaşımı hiç de gerçekçi bulmuyorum…

Bence dünya, işte bu kadar…

Sevinciyle, üzüntüsüyle, pisliğiyle, rezilliğiyle, işte dünya bu kadar!

Olup bitenleri gözlemleyip / yaşadıkça, bu dünyanın daha iyi olacağına ve üzerinde daha mutlu olunacağına inanmyorum… Zaten, tarihe baktığımızda bunun yanıtını alırız.

 

(323)

Bir gün

Giderken bu dünyadan

Yorgun yüreğimi değil

Hiç yorulmayan sevgimi

Bırakacağım aksiseda gibi

Geriye…

 

 


 

ÇATALKÖY’DE

KÜLTÜR-SANAT ŞENLİĞİ VARDI…

Çatalköy, Lefkoşa’dan oldukça uzak. Sekiz bin nüfuslu bir köy… Aslında,haksızlık etmeyeyim, pırıl pırıl bir kasaba. Yazları nüfusu on üç bine çıkıyormuş, yazlık evlerine – villalarına gelenlerle…  Daha da ilginci, 1974 öncesi 675 kişinin yaşadığı bir köymüş. Beni  çok etkileyen, Kıbrıslısı, TC’lisi, Almanı ve İngiliziyle müthiş, evrensel bir insan(lık) harmonisi oluşturmuşlar…

Sanki, dünyanın çiçeklerini burada yetiştirmek için bütün köylü yarışta…

 

2. KÜLTÜR-SANAT GÜNÜ…

Düşünüyorum da, bu güzelim beldeyi ben daha önce hiç görmedim mi yoksa bu denli değişti mi! Sanki, Lefkoşa ve Girrne’den çok uzakta olmayan başka bir kent…

“2. Kültür – Sanat Günü” etkinliği nedeniyle gittik Çatalköy’e…

Bir vardık ki, yer gök bayram neşesinde… Gencinden – yaşlısına köylerinde yer almakta olan “kültürel etkinliklerin” aksamaması için seferber olmuşlar…

Köylünün yanında, turistler de oldukça dikkat çekiyor. O bölgedeki yedi tane (5) yıldızlı otelin (3) tanesi bu köyde… Köyün neresinde olursanız olun Akdeniz tüm maviliğiyle size  yüreğini açıyor; ama, artık hem köylüler hem de Akdeniz derin yaralı; çünkü, köyden – denize uzanan o muhteşem  arazi  tamamıyla zeytin ağaçlarıyla kaplıymış… Yemyeşil bir ütopya gibi… Ama şimdi kesilen ağaçların yerine, birbirlerinin tekrarı o “bildik siteler” kurulmuş…

Köy dertli, köy üzgün ve neredeyse ağır hasta… Çünkü, iki baz istasyonu arasında kalmışlar ve köyde kanser almış başını gidiyormuş… Bu konuda ağızlarını bıçak açmıyor köylülerin ! ama, içten içe patlamaya hazır bir ateş gibi de, “bunları söktüreceğiz köyümüzden, bu böyle bilinsin” diyorlar…

Köyden birinin, yaşlı bir bilge gibi yanıma yaklaşıp söylediği bir cümleyi de paylaşayım sizlerle:

“On Derviş bir kilimde uyur da… İki sultan bir ülkeye sığamaz.”

***

Bu güzel etkinliğin oluşum potasında, başta, gerçekten de çok başarılı – halkın çok sevip saydığı – Belediye Başkanı: Mehmet Hulûsioğlu ve Sanatçı Derman Atik ve ekibinin çok yoğun ve başarılı çalışmalarını takdir ve tebrik etmek gerek. İnanılamayacak denli mükemmel ve hatasıza yakın bir program hazırlamışlar. (Buna, beni çok mutlu eden Türk ya da yabancı olsun tüm köylülerin sanki kocaman bir ekip gibi katılımı da…)

 

BURAM BURAM KIBRIS KOKUSU

Gerçekten de öyleydi.

Köyün her kişisi her semti ve sorumlusu, sergisi ve gösterisi buram buram Kıbrıs kokuyordu…

Bakın neler vardı:

·        Yazarların Kitaplarını İmzalaması ve Söyleşileri: Neriman Cahit, Ahmet Tolgay

·        Karikatür Sanatçılarının Vatandaşları Çizimi: Mustafa Tozakı, Serhan Gazioğlu

·        Portreler ve Çiçekler Sergisi: Sami Saygun, Sami Tomson

·        Karma El İşleri Sergisi – ÇADER

·        Fotoğraf Sergisi: İnsan Manzaraları ve Eski Ailelerimiz: Mehmet Hulûsioğlu ve Arapköy, Çatalköy Halkı

·        Eski Kıbrıs Eşyaları Sergisi: Hüseyin Höyük

·        İpek  Koza Sergisi: HASDER

·        Açılış Konuşmaları, Kıbrıs Türk Kültür ve Sanatı

·        Canlandırma: Gelinin Ailesi eşliğinde Düğün Alanı’na gelişi: Devlet Halk Dansları Topluluğu

·        Canlandırma: Damat Traşı: Dev. Halk. Dans. Topluluğu

·        Canlandırma: Bol Çocuklu Evlilik. Yorganda takla, Karacoçço Serpme: Dev. Halk. Dans. Topluluğu

·        Halk Dansları Gösterisi (Küçükler): Çatalköy Belediyesi, Halk Dansları Topluluğu

·        Sevgiynan Gıbrız Havaları Dadıynan: Kıbrıs Havaları Derneği

·        Karagöz Hacivat Gölge Oyunu: Ahmet Özçaylı.

·        Samiye Ablanın Mahallesi: Halk Dansları Gösterisi

·        Samiye Ablanın Balkonu: Balkonlarda Atışma / Maniler. İbrahim Andaş- Sadık Zabit

·        Final Kıbrıs Şarkıları: Ana Grup SOS

·        Ve, gün boyunca: Çavreye özgü yiyecekler. Hellim, çörek, herse, gatmer, aşure, bişi, bal, gullirigya, lokma, golifa

·        Darcık yapımı, sarga süpürge yapımı, hasır sandalye, örme işi. Sele sepet yapımı, ahşap oymacılık, Lefkara İşi, Değirmende Buğday Öğütme, Tarana Kesme

·        Standlarda: a- Ceviz, karpuz patlıcan, çiçek, turunç, portakal, incir, Macun Standı.

        b- Zeytin ve Zeytinyağı standı. c- Turşu çeşitleri standı, d- Gatmer yapımı.

 

KÜLTÜR BİR KENTİN SOYADIDIR…

Ben, buna yürekten inanıyorum.

Sanat – kültür, bir düşünce,yaratı ve umudun karanlıktaki rehberi… Olumlu eylemlerin öncüsü… Dünyaya açılan yüreklerin ışıltısı. Bu ışıltıyı, yörelerinde yaratma eylemleri için yukarıda saydığım Çatalköy Belediye Başkanı, Sanatçı Derman Atik ve ekibi ve tüm Çatalköy halkını yeniden kutluyorum…

Yalnız ve lütfen ‘Özeleştiri’ mekanizmasını çalıştırarak, “zaman ve zamanlama konusunu” tam ve doğru olarak yerine oturtsunlar lütfen… Ve sevgiyle…

 


 

 

PARANTEZ

İLGİNÇ ANLAMLI BİR SERGİ

ADI: SON 1001

Amacı: Kelaynaklar gibi her gün biraz daha tükenmekte olan Kıbrıslı Türk anısına saygı…

Yaratıcısı: Yıltan Taşçı

Hani, durmadan üreten, şiirinden, şarkısından, anısından tutun da bu toplumun kültürüne dair notlar tutup toplumla paylaşan… Zaman yelinin çok süratte silip süpürdüğü insanımıza – kültürümüze saygı borcunu kat kat ödeyen…

O borcu bazen inada, bazen proteste, bazen şarkı, şiir ya da fotoğrafa dönüştürerek sürekli üreten…

Saygı duyulacak bir isim ve uğraş onunkisi… Yepyeni çalışma ve eserlere gebe…

Selam olsun ona ve onun gibilere…

 


PARANTEZ

Her yeni doğan günle

yepyeni bir suç

ve kirli sarı bir utanca uyanıyoruz…

çöle dönüşüyor içimizdeki gül…

her gün biraz daha…

 

Yenisi mi

aslında en eskisi

çocuğa, kadına, engelliye

ve eşcinsele

hep aynı kader biçiliyor

 

Suçun en büyüğü işlenir

 baştan başa yağmalanırken ülkem.

Ama siz, vurun abalıya

vurun kadına, eşcinsele, çocuğa

 

Taa ki

onlar, içlerinden söyledikleri

türkülerini

ortak bir dirence

dönüştürene kadar…

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri