Türk Dil Kurumu siyasetçi kelimesi ile politikacı kelimelerini eş anlamlı olarak tanımlıyor.
Her ne kadar TDK bu ayrımı yapmasa da ben siyasetçi ve politikacı arasında bir fark olması gerektiğine inanıyorum.
Bu farkı da şöyle tanımlıyorum;
Siyasetçi popüler olan kişidir,
Siyasetçi sizin düğününüze gelmiştir,
Siyasetçi vefalıdır, cenazenizde oradadır,
Siyasetçi kahveye girdiğinde “Ooooo hoş geldin” denir. Herkes onu tanır. O tanınmış kişidir.
Siyasetçi statü sahibidir ama halk adamıdır. Havuzlu villada da yaşasa, son model araba da sürse halktan kopmamıştır.
Siyasetçi parti içi dengeleri iyi korur. Gerektiğinde görüşüne inanmadığı adamı destekler, rakibi olursa aynı vizyonu savunduğu adamı tereddüt etmeden canlı canlı gömer.
Siyasetçi karmayı destekler. Çünkü bilir ki rakipleri aslında kendi partisinden arkadaşlarıdır. Omuz omuza yürüdüğü adamdan bir oy fazla alırsa seçilir. Bunun farkındadır.
Siyasetçi zümrelerin, çıkar gruplarının ayağına basmaz. Diğer partililerle ittifak kurar. Karma listelerinde yer alır. Siyasetçi seçimlerin galibinin karma partisi olduğunu bilir.
Siyasetçi “koltuk olsun da ne olursa olsun” düşüncesindedir. Dün sağlık bakanıdır, bugün ulaşım bakanı, yarın eğitim bakanı olabilir. Önüne hangi sektörü koyarsınız bakanı olmaya razıdır.
Bizim ülkemizde seçimleri genelde siyasetçi kazanır.
Tabii devlet yönetmek siyasetçiler tarafından yapılınca ortada bir politika olmaz. Politika belirlemeden, herkesle iyi geçinen ve kimsenin ayağına basmayan siyaset en sonunda ortaya KKTC gibi bir devlet çıkartır.
KKTC gibi bir devlet derken ne zaman politikaları konuşmaya başlasak alevlendirilen Kıbrıs Sorunu ekseninde sağ/sol tartışmasına girme niyetim yok. Zaten bana göre bu ülkede “sol da sağ da aynıdır” söylemine sebep olan en büyük neden yalnızca “Kıbrıs Sorunu Eksenine” sıkışmış sol ve sağ tanımıdır.
Mesela 1974’ten sonra ortaya çıkan KKTC’nin, tanınmamaktan çok daha büyük bir sorunu vardır.
KKTC sosyal devlet olmayı başaramamıştır!
Bu devlet sağlık, eğitim, ulaşım, barınma ve spor konularında sınıfta kalmıştır. Tam da bu yüzden KKTC, vatandaşlarına hiçbir sosyal hizmet sunamadan vergi alan, bir devlet olmaktan çok halkı dolandıran bir kurnazı anımsatır.
Peki, bu devletin sosyal hizmetler sunan bir yapıya kavuşması için neye ihtiyacımız var?
Bizim politikacılara ihtiyacımız var:
Politikacı, konusunda uzmandır. Uzman olduğu konuda bir vizyonu vardır. Onu değiştirmek için iddia ortaya koyar.
Politikacı, her koltuğa talip değildir. Eğitim konusunda vizyonu var ise, onu sağlık bakanlığına koyarsanız abes kaçar. Zaten o da bunu kabul etmez.
Politikacı, eğer yakın arkadaşı değilseniz sizin çocuğun düğününü kaçırmış olabilir.
Politikacı, bir şeyler değiştirmek ister. Statükoları kırmaya taliptir. Seveni olduğu kadar nefret edeni de vardır. Hiçbir statüko mücadele etmeden yıkılmayı kabul etmez.
Politikacı, “popüler olan” değildir. Etrafında işe aldığı, ihale yönlendirdiği, atama vereceği takipçileri yoktur. Aynı vizyona inanan insanlarla beraber yürür. Bu insanların sayısı bazen azalır, bazen artar.
Politikacı, devletin sosyal devlet olabilmesi için politikalar üretir. Sağlık, eğitim, ulaşım, barınma, spor ve bunun gibi bu bu devletin vatandaşına sunması gereken sosyal politikaları hayata geçirecek reformları hazırlar. Bunları hayata geçirebilmek için seçilmemeyi severek kabul eder.
Politikacının “halk adamı” olmadığı durumlar vardır, fakat halkın refahını yükseltmeyi kendine amaç etmediği durum olamaz.
Genelde biz ülkemizi politikacılara değil, siyasetçilere emanet ederiz. Ardından da böyle bir ülkede yaşayarak yaptığımız seçimin bedelini öderiz.
Diyorum ki bu döngüyü kırsak. Siyasetçi dostlarımız dost olarak kalsalar. Onları ülkemizin yasalarını yapacak, idaresine talip olacak, sosyal devlet getirme potansiyelinde olan pozisyonlara getirmesek. Onun yerine evimize yemeğe, düğünlerimize mutluluğumuzu paylaşmaya davet etsek.
Bu seçimde dostlarımıza değil de bu ülkeyi ileriye götürecek politikalara ve vizyonlara oy versek. Ne dersiniz?