DP-UG’nin Eğitim Programı

Salih Sarpten

 

28 Temmuz erken genel seçimleri sonrasında toplumsal iradeye göre şekillenen yeni hükümet kuruldu. Ancak daha kurulum aşamasında bile sosyal paylaşım siteleri üzerinden hükümeti oluşturan kabine bir çok açıdan eleştiri aldı. Kanımca peşin hükümlü bir anlayışla yaftalamak yerine, bilinçli vatandaşlar olarak verilen sözlerin yerine getirilmesinin, ortaya konan değişim ve reform hedeflerinin yakalanmasının takipçisi ve doğal denetleyicisi olmak gerekiyor.

Hiç kuşku yok ki bir eğitim bilimci olarak, yeni hükümetin toplumsal başarısı için eğitim adına atacağı her çağdaş ve ihtiyaca dönük adımın tam destekçisi ve en iyisini yapma gayretindeki çalışanı ama aynı zamanda da en büyük denetçisi olacağım aşikardır…

Koalisyon hükümetinin eğitimden sorumlu bakanlığı DP-UG uhdesinde kaldı. Kuşkusuz bu durum CTP-BG’nin “eğitim” adına sorumluluklarını ortadan kaldırmış değildir. Hatta daha da artmıştır denebilir. Çünkü artık direk olarak yönetiminde olmadığı eğitim alanın ortaya çıkaracağı sonuçlardan da sorumludur. Bu büyük ve önemli bir sorumluluktur. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı; 4 bini aşan öğretmen kadrosu, bini aşkın eğitim çalışanı yanında yaklaşık 45 bin öğrencinin ve bu öğrencilerin anne-babalarının doğrudan sorumluluğunu üstlenmek demektir. Dahası Doğu Akdeniz Üniversitesi, Lefke Avrupa Üniversitesi ve Atatürk Öğretmen Akademisi gibi bu ülkenin oldukça önem taşıyan kurumlarından da sorumlu olmak demektir.

Bu denli büyük ve hayati sorumlukları bulun bakanlığın toplum adına nasıl bir yol izleyeceği ve bu yolu izlenirken taşıyacağı yaklaşım ve anlayışlar büyük önem taşımaktadır. Şüphesiz, bu noktada hükümet programında “eğitim” adına nelerin ortaya konacağının görülmesi gerekmektedir. Ancak yine de DP-UG’nin eğitim politikalarına bakılması gerekliliği ortadadır. 

DP-UG tarafından seçim öncesinde hazırlanan “Milli Eğitim Politikası” dokümanını inceleme fırsatı buldum. Çok geniş bir içerik taşımasa da, eğitim sistemini oluşturan tüm öğelerle ilgili çok sayıda hedefler alt alta sıralanmış…

DP-UG’nin eğitim politikalarında yer alan ve eğer gerçekleşirse Kıbrıs Türk Eğitim Sistemi’nde köklü bir değişliğe neden olacak iki konuya dikkat çekmek istiyorum:

Bunlardan birincisi “Akademik Kurul”… DP-UG, Milli Eğitim Bakanlığı’nın en önemli dairelerinden biri olan Talim ve Terbiye Kurulu’nu, “Akademik Kurul” düzeyine yükselterek; eğitim ve öğretimin geleceğini planlamaktan, insan kaynakları yönetimine kadar, eğitim adına çok geniş görev ve yetkilerle yeniden oluşturulması gerektiğini hedefliyor. Açıkçası böylesi bir uygulamayı çok önemsiyorum ve ivedilikle tartışmaya açılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü eğitime siyasi kaygılarla değil, eğitim bilimi ilkeleri çerçevesinde böylesi kurumların üreteceği kararlar yön verilmesi gerekliliği kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.

İkinci dikkat çekmek istediğim konu ise şu: DP-UG, Milli Eğitim Politikası’nda en çok öne çıkartılan ve şıkça vurgulanan önemli bir hedef var: ilkokul kademesinin 5 yıldan 6 yıla çıkartılması buna karşın liselerin 4 yıldan 3 yıla indirmesi… Kısacası DP-UG eğitim sistemi kademelerinin 1987 öncesine dönülmesini hedeflemektedir. Böylesi bir uygulamanın eğitim sistemimize ciddi sıkıntılar yaratacağını düşünüyorum. Ne ilkokullarımız böyle bir altyapı sahip, ne de eğitim-öğretim yapılanmamız buna uygundur.

DP-UG Milli Eğitim Politikası, böyle iki uç görüşü içerse de ne yazık ki eğitim sistemimizin bugün ihtiyaç duyduğu ve ivedilikle çözmek zorunda olduğumuz birçok olguyu ya hiç içermiyor ya da kısmen değiniyor.

Bugün eğitim sistemimizin çok ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Ülkemizde bir “eğitim sisteminin” varlığından söz etmek pek mümkün değildir. Eğitimimiz bir taraftan finansal yetersizlikler, bürokratik aksamalar ve okullardaki fiziksel olanaksızlıklardan kaynaklanan bir dizi karmaşık sorunla karşı karşıya getirilirken, bir taraftan da siyasi kaygılarla ve çağdaş olmayan eğitim yaklaşımlarıyla yönetilmiş olmasının derin izlerini taşımaktadır.

Okulların açılmasına iki hafta kalmasına rağmen okullarımız hâlâ şantiye halindedir. Öğretmenlerin nakilleri, münhal alanları ve atanmalarında büyük sıkıntılar yaşanacağı ve okullarımızın öğretmensiz açılacağı aşikardır.

DP-UG’nin eğitim politikalarında bu sorunların çözümlerini pek göremediğimiz gibi; alt yapı yatırımlarının ve okulların ihtiyaç duyduğu maddi kaynakların nasıl karşılanacağı, eğitim sistemimizin kanayan yarası olan kolejlere giriş şeklinin, nasıl olacağı gibi daha onlarca sorunun yanıtını da pek göremiyoruz…    Ayrıca tam gün eğitim, öğretim programları ve ders kitaplarının güncellenmesi, mesleki teknik öğretim yapılandırılması, öğretmen yetiştirme, istihdam etme, yükselme ve hizmet içi eğitim anlayışların nasıl olacağına ilişkin içerikler de tatmin edici düzeyde değil…

Her şeye rağmen yazının başında da belirttiğim gibi peşin hüküm vermenin doğru olmadığını, hükümet programındaki “eğitim” başlığı altında yazılacakların büyük önem taşıdığını bir kez daha vurgulamak isterim.  Bir koalisyon hükümeti olarak eğitim, DP-UG’nin uhdesinde olabilir ancak bu alandaki sorumluluk tek bir partinin değil koalisyonu oluşturan her iki partiye de aittir diye düşünüyorum. Bu nedenle de eğitim bilimi ilkelerinden taviz vermeksizin, tüm paydaşlarının dahil olduğu bir yönetişim anlayışıyla eğitimi yeniden yapılandırmakla işe başlamamız gerekliliği kaçınılmazdır.


 

 

 

***


Buraya Dikkat
 

Baba Olmak

Albert Einstein, “Ben gelecek için hiçbir endişe duymadım. O yeterince hızlı geliyor.” sözüyle esas endişe duyulması gerekenin gelecekle değil, bugün ne yaptığımızla ilgili olması gereklidir.

Oğlumun doğumu gözlerimin önünde, az önce dünya gelmiş gibi ama bugün 10 yaşında oldu… Ancak ne yazık ki bugün uğraştığımız eğitim, trafik, sağlık, kültürel çatışmalar ve Kıbrıs Sorunu’nun yanında çevre sorunları, kıtlık, susuzluk, küresel ekonomik sorunlar gibi devasa problemlerin çözümü onlara kalacak gibi…

Yazıya Albert Einsten’in bir sözü ile başlamıştık. Yine onun bir başka sözü ile devam edelim: “Aptallık, aynı şeyleri defalarca yapıp, farklı sonuçlar almayı beklemektir”… 

Artık aptallık yapmak istemiyorum… Yani aynı şeyleri yapmamam gerektiğini biliyorum… Bu yüzden artık bilgisayarın başına daha az oturup, oğlumla daha çok zaman geçireceğim, onunla daha az çekişip, ona daha çok sarılacağım, nasıl adam olunur dersleri yerine, barışı, geleceği ve kendi babamdan öğrendiklerimi ona daha çok öğreteceğim…

Çünkü ona problem çözmeyi öğretmenliyim, eleştirel ve yaratıcı düşünceyi, araştırmayı, sosyal ve kültürel yaşama katılabilmeyi öğretmeliyim. Dürüstlük, sorumluluk ve etik kurallara bağlılığı onun yaşam biçimi haline getirmeliyim. Farlılıklara saygı duymayı, kendi kültürünü zenginleştirirken diğer kültürlere de saygı duymasını ona kazandırmalıyım… Çünkü ona insanları sevmesi gerektiğini öğretmeliyim… İyi bir baba olmayı başarmalıyım…

İyi ki doğdun canım oğlum. İyi ki doğdun ve iyi ki varsın en değerli varlığım…

***


Anlayana - Gülmece

Bekçi

Devlet bir gün geniş ve boş bir araziye geceleri göz kulak olacak bir bekçi işe almaya kara verir. Bir süre sonra düşünülür ; “Peki talimatlar olmadan bekçi işini nasıl yapacak?” Bir planlama birimi kurulur ve planlamayı yapmak üzere iki kişi işe alınır. Bir süre sonra ; “İşleri yapıp-yapmadıklarını nasıl kontrol edeceğiz?” diye düşünülerek İki denetmen işe alınır, biri denetim yapar diğeri raporları yazar. Bir süre sonra ; “Bunların maaşları nasıl hesaplanıp ödenecek?”  diye tartışılır ve bir muhasebe şefi, bir katip, bir de istatistikçi işe alınır. Bir süre sonra ; “Peki bunlardan kim sorumlu olacak?” diye düşünülür ve bir müdür ve iki de müdür yardımcısı işe alınır. Bir süre sonra, ülkede ekonomik kriz çıkar ve bütçedeki masrafları kısmak için bekçi işten çıkartılır…