Stella Aciman
Kıbrıs’a geldiğim ilk yıllarda tanımıştım O’nu… Henüz tanımaya başlamıştım Kıbrıs’ı ve insanlarını. 2004 yılında Kıbrıs’ın ilk kadın Meclis Başkanı olma unvanını aldığında bir kadın olarak çok mutlu olmuştum. Sonra “Orda Bir Ada Var Uzakta” adlı kitabıma konuk olmuştu. Yıllar su gibi akıp geçti, unvanlar da geçti… Neler yapıyor acaba diye merak ettim, tatlı sohbetini özledim ve düştüm yollara. Güzelyurt’ta, kliniğinde buldum Dr. Fatma Ekenoğlu’nu… Güzel bir sohbet yaptık kendisiyle, geçmişi andık, bugünü konuştuk.
Nasıl geçiyor hayatınız?
Bizim hayatımız hep yoğun, mesleğim gereği de böyle. Milletvekilliği öncesinde kamu görevinde, Güzelyurt Sağlık Merkezi’nde çalışıyordum. Seçimi kaybettikten sonra hemen dondurulan kaydımı tazeledim. Emekli olmamışsanız eğer kaydınızı dondurup sonra tekrar başlayabiliyorsunuz. Güzelyurt Sağlık Merkezi’nde, henüz emekli olmadığım için tekrar kamu görevine başladım. Sabahtan 13.00’e kadar poliklinik yapıyoruz, haftada bir gün de Lefke Sağlık Merkezi’ne gidiyorum. Ayda 3-4 gün de Cengiz Topel Hastanesi’nde nöbete gidiyorum. 15 yıl aradan sonra tekrar yoğun bir tempoyla hekimliğe döndüm. İlk zamanlar özel bir klinik açmamıştım, bir ay önce bir klinik açtım.
Siyaseti bıraktınız mı?
Hayır, bırakmadım. O benim dünya görüşüm, mezara kadar derler ya, ideallerim doğrultusunda, dünya görüşüm doğrultusunda ölene kadar çaba harcayacağım. Siyaseti aday olmak seçilmek gibi algılarsanız, 15 yıl yaptım. Politikayla ilgileneceğim ama daha farklı, daha rahat, daha zevkle, milletvekilliğimde olduğu gibi değil. Çünkü arkadaşlarıma bakıyorum, hem mesleklerini yapıyorlar hem politika yapıyorlar, hepsini birden yapmaya çalışıyorlar ama ben inanıyorum ki bir koltuğa on karpuz sığmaz, ya birini yapacaksınız ya da diğerini. Ben politikayla uğraştığım dönemlerde 10 yıl tahsilini yaptığım mesleğimi bıraktım, politika yaptım, hatta ailemin şöyle bir lafı var; “sen yaptığın işe kendini kaptırırsın, şimdi de mesleğine kaptırdın kendini.” Politikayla ilgileniyorum tabii, ülkenin sorunlarıyla ilgileniyorum, hayatın kendisi politika, ama profesyonel olarak değil.
KAYBEDİLEN DEĞERLER
Ülkenin şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hep şuna bağladık; Kıbrıs sorunu çözülürse her şey çözülecek gibi hareket ettik, Kıbrıs sorununu da çözemedik. Bu sadece bizim elimizde olan bir şey değildir. Dolayısıyla bunu halledemezken ülkenin içindeki sorunları da bu süre zarfında halledebildik mi? Halledemedik diye düşünüyorum çünkü insanların yaşam tarzına baktığım zaman kaybettiğimiz belli değerler vardı. Kamu görevinde çalışan insanların bu görevde çalışırken yaşadığı gevşeklik mi desem, umursamazlık mı desem? Bu beni üzüyor. Sağlığın içinde de aynı şeyleri görüyorum ve yaşıyorum, yani bu dağınıklığın içinde ne hizmeti alanlar ne de verenler çok memnundur, belli ilerlemeler vardır ama istenilen arzulanan düzeyde midir, süratte midir, maalesef değildir. Kendimize baktığım zaman birey olarak ayrı ayrı, insanlar kapasitelerinin ne kadarını kullanarak bir işi yapıyorlar veya kendilerini ne kadar geliştiriyorlar? Bu hep soru işaretidir bende. Yüz kişide 3-5 kişi yapıyor ama bu 10 kişi olmuyor. Bunlar da beni üzüyor. Buna bireyin kendi içindeki yozlaşma da diyebiliriz, yitirdiğimiz değerler olarak da değerlendirebiliriz. Dünyada birey önemlidir diye diye bencilleşen, paylaşmayı bilmeyen, hep kendi önüne çeken bir birey yapısı ortaya çıkardık gibi geliyor bana. Halbuki geriye dönüp baktığımda, çocukluğumda ve üniversite yıllarımızda daha paylaşımcı, ben değil biz olan bir nesildik. Yıllar geçtikçe “ben” daha ön plana çıktı, biz de daha kötü olduk diye düşünüyorum. Kaybettiğimiz değerleri yeni nesle, bizden sonraki nesillere aşılamak, o değerleri kazandırmak gerekir diye düşünüyorum. Bulunduğum ortamlarda bunu yapmaya, iyi örnek olmaya çalışıyorum. İki kez Lefke Avrupa Üniversitesi’ne konferansa çağırıldım; Kadının politikadaki yeri ve sağlık konularında konuştum. Bu konuları daha çok işledim konferansta. Kaybettiğimiz değerleri geri kazanmak için ne yapabiliriz noktasına getirdim konferanstaki konuşmamı.
Kıbrıs sorunu konusunda gelinen son aşamada kişisel görüşünüz nedir, barış bekliyor musunuz?
Ne noktadayım biliyor musunuz? 2004-2009 yıllarına döndüğüm, zaman meclis başkanıydım. O dönemler Türk toplumu daha çok tartışan, Annan planı tartışmalarına daha çok katkı koyan bir pozisyondaydı. Rumlar kendi içinde tartışmadılar, olayı yöneticilerine bıraktılar, halk yüzleşmedi, belki yaşam koşulları, ekonomik koşulları iyiydi Rum halkının ve fazla düşünmeye itmedi onları. Son dönemde Rumların da yaşadığı ekonomik kriz, onları da tartışır pozisyona getirdi. Şu anda Rumlar da tartışır ve sorgular oldu, çözümsüzlüğün kendilerine getirdiği zararlar tartışılır oldu. Belki bu pozisyonla yüzleşmek ve çözümsüzlüğün getirdiği zararları görmek onları da çözüme yaklaştırır. Çözüm sürecinde Kıbrıs Türk halkı ve Rum halkı için, yine de istediğim katkıyı göremiyorum. Bu süreç Kıbrıs Türk halkıyla Rum halkının dahil olduğu şekillenmiş bir süreç değildir gibi geliyor bana. Bu da tabii ki yer altı zenginliklerinden kaynaklanıyor. Petrol nasıl paylaşılacak, zenginlik nereye nasıl akacak, bunlar tartışılıyor. Ben, Kıbrıs Türk ve Rum halkının daha çok bu sürecin içinde olmasını isterim.
15 yıllık vekillik ve meclis başkanlığınız var, o süreçte neler öğrendiniz?
O süreçte, Kıbrıs sorununda Rum toplumunu daha yakından tanıma, gözlemleme fırsatım oldu. Bunun yanında Kıbrıs insanını daha yakından tanıma şansım oldu, kendi camiamı daha küçük bir pencereden daha iyi tanır oldum, isteklerini, arzularını, ne olduğunu, nereye kadar geldiğini, geldiğini zannettiğini ama gelmediğini gördüm. Bana neler kazandırdı derseniz de; süreç içinde ne istediğimi net şekillendirmek, belirlemek, kamuoyunu ona göre şekillendirmek, çaba harcamak gerektiğini öğrendim çünkü gördüğüm odur ki, politika kaplumbağa hızıyla gidiyor. O kadar da kolay değildir, bazen yüzde yüz doğru bildiğiniz şeyleri yapmakta zorlanırsınız; önce alt yapıyı, çevrenizi hazırlayacaksınız, sizin doğrularınıza doğru gitmek için o alt yapı yoksa, o koşulları hazırlayamıyorsanız, ne kadar doğru olursa olsun başaramazsınız. Bunu öğrendim.
İÇ BARIŞIN ÖNEMİ
Meclis birleşimlerinde hoş olmayan tartışmalar ve görüntüler var. Meclis başkanlığı döneminizde sizi ne zorlardı?
Ulusal Birlik Partisi içinde istifalar olmuştu, yine bir yerel seçim sonrasıydı. DP-CTP Hükümeti dönemiydi, o hükümet dağıldı, istifalardan oluşan bir oluşumla hükümet kuruldu. O dönem yaşadığımız farklı bir siyasi iradeydi, halktan çıkan, halkın şekillendirdiği bir siyasi irade değildi. O dönem yaşadığımız tartışmaları hatırlıyorum da… Meclisin zaman zaman boykot edildiği günler de oldu, en gergin tartışmalar da o dönemde yaşandı. UBP’den istifa eden grupla, UBP milletvekilleri arasındaki tartışmalar sıkça yaşandı. Boykot sonrası bütçe görüşmeleri yapılıyordu, meclis bütçesi oy birliğiyle geçen bir bütçedir, o kadar çok tartışıp birbirlerine girdiler ki inanılmaz gergin ortamlar yaşandı. O gün meclis birleşiminin CD’sini aldım ve bütün milletvekillerine dağıttım, aslında ben onlara ayna tutmaya çalıştım. Sonrasındaki bütçe görüşmelerinde daha rahat, daha olgun bir çalışma yürütüldü. Ben meclisi şöyle değerlendiriyorum; aslında meclis toplumun aynasıdır, toplumdaki bireylerin kalitesi yükselirse meclisin de kalitesi yükselir, düşerse meclisin kalitesi de düşer. Kendi kendimize ayna tutarak bunu değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. Her partinin kendine, topluma iyi bakmasını, gözlem yapmasını arzularım. İşte o yitirdiğimiz etik değerler yükseldikçe meclisin de kalitesi yükselecek. Kendi içimizdeki barışı sağladıkça meclis içindeki barışı sağlayacağız.
Bu barış henüz sağlanmadı mı?
Hayır, sağlanmadı çünkü bireyler arasındaki hazımsızlık devam ediyor ama umutluyum, umudu görmesem hayallerim gider.
Tekrar milletvekilliği için teklif gelse, düşünür müsünüz?
Şimdi öyle bir açık kapım yoktur. 15 yıl mesleğime ara verdim, şimdi başladım, insanlarla iç içe olan bir mesleğim var, bu yönümle de faydalı olabilirim diye düşünüyorum, sadece politik olarak değil. Sonraki süreci bilemem ama şu anda aktif politika için kapılarım kapalı.
KAPIYI ÇALANLAR
Vekillikten ayrıldıktan sonra insanların saygısında, sizi arayıp sormalarında farklılıklar oldu mu?
İktidarda olduğunuz dönemlerde telefonunuz hiç susmaz, muhalefette olduğunuz dönemde daha seyrek aranırsınız, meclis başkanıyken telefonum çok çalardı, evimin kapısı daha çok çalınırdı, muhalefetteyken azalmıştı, şimdi de hekim olarak kapım çalınır. Yine de dönem dönem tepesi atan, bir konuda tatmin olmayan kapımı çalar. “Sizin tanıdığınız vardır, bu olayı aktarın” diye kapımı çalan olur.
Kıbrıs halkı vefalı mıdır?
Maalesef vefalıdır diyemem, vefa değerlerimizi yitirdik. Bunu sadece politik anlamda demiyorum, genel anlamda vefalı değildir. Vefa duygumuz da yitirdiğimiz değerler arasındadır. Şu anda insanlara parasıyla, eviyle, arabasıyla değer biçiliyor. Maalesef bizim toplumumuzda da bu böyle. “Bravo bu becerdi de köşeyi döndü” deniyor artık. Bir öğretmen için, “bu kadar iyi konumlara gelmiş öğrenci yetiştirdi” denmiyor artık.
15 senelik yoğun politik hayatınıza geriye dönüp baktığınızda “keşke” dediğiniz oldu mu?
Çok keşkelerle yaşayan bir insan değilim, önüme koyduğum hedef için çok çaba harcayan biriyim. O yüzden pek keşke demem. Örneğin Annan planı döneminde, “daha çok efor harcasaydım da olsaydı” diyecek nokta bırakmadım çünkü o süreçte çok çalıştım. “Bunu eksik yaptım” diyeceğim bir şey olmadı. Meclis başkanı olduğum sürede de, Kıbrıs sorunu konusunu dünyaya anlatabilme adına, milletvekillerinin yurt dışı temaslarına öncelik tanıdım, kısıntı yapmadım, başka noktalardan kıstım. Aldığımız her daveti değerlendirdim, bütçe kullanımını ona göre ayarladım. Kendi adıma Kıbrıs’ta barış için, çözüm için maksimum düzeyde katkımı koyduğuma inanıyorum. Hem bulunduğum mevki olarak hem de bir birey olarak katkı koydum. Keşke diyebileceğim tek şey, mesleğimle ilgili konulara da birazcık zaman ayırsaydım çünkü tekrar döneceğimi biliyordum. Politik yaşamımda üzerime düşen her türlü görevi yaptım.
“KÖYLÜ ÇOCUĞUYDUM”
Kıbrıs’ın ilk kadın Meclis Başkanı’sınız, bu nasıl bir duygu?
Ben şöyle diyorum, “bir görevdi benim için ve ben o görevi de yaptım.” İlk ben yaptım gibi bir heves ve duygu içinde değilim ama ben zaten CTP’nin de ilk kadın milletvekiliyim, üstelik de daha feodal olan bir bölgeden, Güzelyurt bölgesinden. Bu bariyeri aşmama da mesleğim yardımcı oldu. Benim politik yaşamım ya da dünya görüşüm milletvekilliğiyle olmadı, ben öğrencilik yıllarımdan beri düşüncelerim doğrultusunda hep çaba harcadım, sivil toplum örgütlerinde çaba harcadım. Ben hop diye tepeden milletvekili olarak inmedim, ama mesleğim bana seçilmem için ilk aşamada yardımcı oldu. Ben çok iyiydim, çok mükemmeldim de o yüzden seçildim diyemem. Ben öğretmeniyle konuşurken kulaklarına kadar kızaran, daha köylü çocuğu, daha tutuk bir insandım. Liseden bir sınıf arkadaşım bana hep, “sen nasıl başardın, hele de CTP gibi bir partiden seçilmeyi nasıl başardın ve bu aşamayı nasıl kat ettin bizimle paylaşman lazım” der.
Şu anda mecliste yine bir kadın başkan var, bunu kadın gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sadece meclis başkanlığını almak yetmiyor, o meclisin yarısını da alabiliyor musunuz, toplumun yarısını temsil edebiliyor musunuz? Karar almanın tüm mekanizmalarında da erkeklerle aynı oranda olmanız lazım, kadın bakış açısının yansıyabilmesi için o meclisin yarısının kadın olması lazım. Biz mecliste 4 kişiyi hiç geçemedik… 15-20 tane olabildik mi, olabilirsek işte o zaman tamam derim.
DONANIM DEĞİL, YER EDİNME
Peki neden?
Politika kadınlara çok cazip gelmiyor da ondan. Donanımlı çok gencimiz var ama seçim olayı çok farklı bir olaydır. Seçilmek ve halkın önüne çıkmak farklı bir olaydır, dolayısıyla kadınlar bu yapıyı kendilerine çok uygun bulmuyorlar herhalde. Kadın aday bulmakta gerçekten zorlanıyoruz, yerel seçimlerde bile kota kadarını bulmakta zorlandık bölgede. Benim kızım uluslar arası siyaset bilimi okudu, master ve doktorasını yapıyor. Kızımın camiasına baktığım zaman çok donanımlı gençlerimizin olduğunu görüyorum. Ben onları artık siyasette görmek istiyorum. Kızım şu an için siyaseti düşünmüyor ama ileriki yaşlarda düşünür mü bilemem.
Kızınıza telkinde bulundunuz mu?
Bizim toplumumuzda kendine bir yer edinmeden, “sen çok donanımlısın, gel de seni seçtirelim “ diye kimse demez. Meclisin haritasına bir bakın; kendi mesleğinde bir yer edinmeden, bir çevre, camia edinmeden kimse gelip size teklifte bulunmaz. O yarışın içinde size destek vermez; oy getirebilecek misiniz diye bakar ve ona göre destek verir, peşinize düşer. Oysa ki partilerin öyle güçlü bir ağ kurmaları lazım ki, “ben bunu çıkarıyorum” demeliler.