BASINDAN GÜNCEL…
Ulus IRKAD - YENİÇAĞ
Aslında birçok gerçek bizim bildiğimiz gibi değildir. Bize öyle öğrettiler. Birileri öyle talep etti veya öyle emretti diyedir resmi tarih. Mesela öldürülen avukatların Türkiye’de İnönü ve Ecevit’e kadar geniş çevreleri vardı. İnönü ve Ecevit onlardan 1950’li yıllardan beri haber almakta, hatta 1950’li yıllarda Ecevit’in çıkardığı Akis Dergisi onlardan gelen haber ve yazılara yer vermektedir. Hatta Ecevit’in mesela Baf içinde yapılan teşkilat adına voyvodalıklardan da haberi vardır ve kaç defa Akis Dergisi’nde, ta Baf’tan haberler yapmakta ve bu voyvodalıklara karşı çıkmaktadır. Akis Dergisi, İnönü ve de Ecevit, aslında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ilk başlarda desteklemektedirler. Bu konuda gerek Avukatlar ve gerekse Dr İhsan Ali’ye hak vermekte ve onlarla temaslarını devam ettirmektedirler. Baf’tan sürgün olduktan sonra (1954) Ankara’ya giden Ankara-Kızılay’da Tarhan kitabevi idarecisi Talat Taşer’in, Ecevit’le yakın bir teması vardır. Ecevit hem Dr İhsan Ali’den haber almakta hem de Talat Taşer’in Kıbrıs değerlendirmelerini almaktadır. Buluştukları zaman uzun uzun konuşmaktadırlar. Örneğin 1960’lı yılların başlarında Ankara’da öğrenci olan eski sendikacı ve öğretmen rahmetli Numan Ali Levent, Kızılay’da Tarhan Kitabevi’nde Ecevit’i çok görmüş, hatta, Talat Taşer’in ona “Bu geleceğin Başbakanı Bülent Ecevit” diye söylediğini, 1973 veya 1974 yılında Halkın Sesi’nde yazdığı bir makalesinde belirtmiştir. Eski BM bürokratı, Baflı ve Dr İhsan Ali’nin kardeşi oğlu, rahmetli Özdemir Özgür, Dr İhsan Ali için aşağıdaki bilgileri “Hayatımda Kıbrıs” adlı kitabında nakletmektedir:
“Türkiye’deki 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden ve Menderes Hükümetinin düşürülmesinden birkaç gün sonra, toplumlar için ayrıcalık politikası yüzünden Kıbrıslı Türk liderlere tam anlamıyla karşı olan amcam, İnönü ve Ecevit’e Kıbrıs’ın durumunu anlatmak için Ankara’ya gitti. İnönü ile bir görüşme ayarladı. Bu randevudan bir gün önce, o zamanlar İnönü’nün sağ kolu ve tanınmış bir haftalık derginin baş yazarı olan Ecevit’in ofisine kadar amcama eşlik ettim. Birkaç hafta sonra bu dergide, Kıbrıs Türk liderlerin liderliğe uygun olmayan pozisyonları ve tavırları hakkında bir makale çıktı. Sonradan, Ankara sokaklarında iki kez Sayın Ecevit ile karşılaştım. Her seferinde benden amcama selamlarını iletmemi istedi. İlerleyen zaman içinde Ecevit, Kıbrıs konusunda ve Amerika karşıtı davranış tarzıyla, özellikle Türk politikacıları arasında şahin durumuna geldi.
Fakat amcamın İnönü ile yapacağı görüşme hiç gerçekleşmedi, çünkü Ecevit ile görüşmesinden sonra, karısıyla beraber bir uçağa kadar askerler tarafından refakat edildi ve Kıbrıs’a geri döndürüldüler. Amcamın bana anlattığına gore, refakatçılardan müfreze subayı ile ilginç bir olay yaşamıştı. Subay, uçağın merdivenlerinden çıkarak uçağın kapısına kadar gelmiş ve yapmakta olduğu şeyden üzüntü duyduğunu fakat emir altında olduğunu söyleyerek özür dilemişti. Amcam, kendisinin Ankara’ya olan ziyaretini öğrenen Kıbrıslı Türk liderlerin, bu olayı hemen Alpaslan Türkeş’e bildirdiklerinden şüpheleniyordu. Alpaslan Türkeş, Kıbrıs asıllıydı, sağcıydı, darbecilerden biri olmasının yanısıra, o zamanlar Türkiye’de güçlü durumda olan Milli Birlik Komitesi’nin üyesiydi. Türkeş’in, sağcı hareket “Bozkurtlar”ın kurucusu olduğu herkes tarafından bilinmektedir (Özgür,2000,33-34).
Aşağıdaki yazılar da 1950’li yılların sonlarında yine İsmet İnönü’nün damadı Toker’in çıkardığı Kim Dergisi’nde yer almaktaydı:
“Kıbrıs’ta 1959 yılında doruğa çıkan siyasal tartışmalar ve liderler arasındaki görüş farklılıkları 1959 yılında Türkiye’de yayımlanan “KİM” dergisine şu şekilde yansımaktaydı(Hasgüler,2005,sf.174-175):
“Küçük taraftarları, Baf’ta yapılacak olan Kooperatif bankası idare heyeti seçimleri için Baf’ta nüfuzu yüksek olan Dr. İhsan Ali’yi saf dışı etmek ya da en azından tarafsız kılmak istiyorlardı. Bu amaçla Küçük’ten daha sempatik gözüken Denktaş’ı, Dr. İhsan Ali’yle görüşmeye yollamışlardır. Görüşme esnasında Denktaş halk önünde İhsan Ali’yle münakaşa etmek zorunda kalmıştır:
Baf, Kıbrıs’taki mühim merkezlerden biriydi ve coğrafi durumu itibarıyla Lefkoşa’dan bir hayli de uzaktaydı. Ve asıl mühim tarafı Dr. Küçük’ün nüfuz sahasının dışındaydı. Baf’a hakim olan zat, Dr. İhsan Ali idi. İhsan Ali 1953’den beri Kooperatif bankasının başkanıydı. Baf’ta Türkler kadar Rumlar tarafından da sevilir ve sayılırdı. Kıbrıs ihtilafının en had günlerinde evine Türk bayrağı astığı halde, hastalarının büyük kısmı Rumlardandı. Dr. İhsan Ali, Türk milliyetçisiydi ama Kıbrıs Türktür Partisi’nin takip etmekte olduğu hareket tarzını doğru ve yerinde bulmuyordu(sf.175).
Bu belgeler yanında şu anda okumakta olduğum rahmetli şair ve yazarlarımızdan Özker Yaşın’ın “Nevzat ve Ben “ adlı kitabında (1997,349-350) anlatıkları da oldukça ilginçtir:
“Reşad Ekrem Koçu bana özgün düşünmeyi, her söylenene inanmayıp gerçeği araştırıp bulmayı öğretti. Örneğin ilkokul ve ortaokul yıllarımızda hocalarımız bize son Osmanlı Padişahı Mehmed Vahidettin’i hep aşağıladılar ve bir “vatan haini” olarak tanıttılar. Gerçeğin bize anlatılıp kafamıza sokulduğu şekilde olmadığını, ben ilk kez tarih öğretmenim Reşad Ekrem Koçu’dan öğrendim. Vahidettin hakkında anlattıkları ve yaptığı yorum beni öylesine etkiledi ki yaşamım boyunca hiç kimse hakkındaki sövgü veya övgüleri ciddiye alıp bunlara körü körüne inanmadım. Vatan haini diye aşağılanan nice insanların gerçekte büyük vatanseverler olduklarını gördüm. Ulusal kahraman, büyük vatansever diye tanıtılanların bazılarının da, bu sıfatlara hiç de layık olmadıklarını görüp düş kırıklığına uğradım. Örneğin Kıbrıs’ta hiç kimse Rauf Denktaş’ın “ulusal bir kahraman” Dr İhsan Ali’nin “vatan haini” olduğuna beni inandıramamıştır”
Yukarıda da dediğimiz gibi aslında resmi tarihle gayrı resmi tarih tartışmalarının ciddi ciddi artık yapılması gerekiyor bu toplumda. Çünkü toplum yanlışları doğru, doğruları da yanlış algılayabiliyor…
(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 5.5.2018)
BİR KİTAP… BİR YAZAR…
“Tamama – Yorgos Andreadis…”
Tamer Çilingir
Yazgısını ve adını değiştirmeye karar verdiğinde her dinden ve mezhepten Pontoslu Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Lazlar, Kürtler, Türkler, kim bilir belki de Trabzon’da bir meydana, belki bir caddeye ya da bir tiyatro binasına verecekler senin adını gururla.
Almanya’da yaptığı bir konuşmada Karadeniz’e seslenen Yorgo Andreadis, şöyle diyordu:
’’Biz sizi ne dost ne de komşu sayıyoruz. Biz sizi kardeş sayıyoruz. Dünyada Müslüman inancına sahip ve Kuran’a inanan milyonlarca insan var. Yine dünyada Hristiyan inancına sahip ve İncil’e inanan milyonlarca insan var. Ama dünyada sadece biz kemençeyi seviyor, kemençe ile oynuyor ve kemençe ile mezara gidiyoruz’’
Yorgo, yaşı küçük olmasına rağmen Yunanistan’ın Nazilerce işgaline de tanık olmuştu. Kendisini o yıllar için ‘’yalın bir seyirci’’ olarak tanımlayacaktı. İşgal dönemindeki şiddet, büyüklere yönelikti. Onu ve küçükleri, yine onun deyimiyle, açlık tehdit ediyordu sadece o yıllarda.Devlet baskısıyla ve iktidarın gücüyle ise 19 yaşında tanışacaktı. Üniversitede okumak için Almanya’ya gitmeye karar verdiğinde pasaport başvurusuna bir türlü yanıt alamıyordu. 1955 yılının Haziran ayından Kasım’ına kadar alamadı pasaportunu. Sonuçta “hatır için” pasaportunu alabildi. 1954 seçimlerinde ailesinin, özellikle erkek kardeşinin “solcularla işbirliği” içinde olması idi pasaportun verilememe gerekçesi.
1960 yılının Mart ayının başında Türkiye’ye gitmek için Almanya’nın Freiburg şehrinin büyük garında trene bindi. 1955 yılında 19 yaşında iken okumak için geldiği Almanya’dan 5 yıl boyunca hiç dışarı çıkmamıştı. Şimdi ilk kez Almanya’dan ayrılırken üstelik Yunanistan’a değil, Türkiye’ye gidiyordu. Üniversite yıllarında 4 yıl boyunca Türkçe derslerine katılıp Türkçe öğrenmişti.Bu ilk gidişin ardından anneannesi ve babasının yurdu olan Trabzon’a toplam elli iki kez daha gitti. Bu arada adı ‘’Mübadele’’ olan o trajik hikâyeyi içeren bir dizi kitabı yayınlandı. Kitapları Yunanistan’dan daha çok Türkiye’de ilgi görüyordu. Üstelik de kat kat fazla sayıda.
1991-1992 yılında, Tamama, Pontus’un Yitik Kızı adlı kitabı Abdi İpekçi ödülüne layık görüldü. Ödül töreni 1993 yılında İstanbul’da yapıldı. Tamama, Pontus’un Yitik Kızı adlı kitabı Yeşim Ustaoğlu tarafından “Bulutları Beklerken” adıyla sinema filmi de yapıldı.Önce evini ve yurdunu, sonra küçük kardeşini, sonra da babasını ve annesini yitiren ablaları ile birlikte öksüz ve köksüz kalan Pontos’un kayıp kızı Tamama’nın öyküsüydü bu. Kitabın telifini Trabzon’daki Sümela Manastırı’nın restorasyon kuruluna devretti.
Tolika Bacikam Al Beni, Temel Garip Todoron adlı kitapları da Pontos’un yitik diğer çocukları ile ilgiliydi. Pontos’ta yüz yıl önce yaşanan acılar, Tamama, Tolika ve Todoron ile gözler önüne seriliyordu.Gizli Din Taşıyanlar adlı kitabıyla, Karadeniz’de yaşanan gizli Hristiyanlığı anlatırken, kendi ailesinin hikâyesiydi gözlerimizin önüne döktüğü. Bir toplumun yüzyıllar boyunca inancını gizli yaşamak zorunda oluşunu anlatıyordu bu kitabında. Üstelik yaşananlar Trabzon ve Gümüşhane illerinde idi.Bu kitabın telif haklarını da Folklor Müzesi’nin kuruluşuna katkı olsun diye Foça Belediye’sine armağan etti. Trabzon’da tanıştığı Hüsnü Paşaoğlu’nun oğluyla kızını evlendirerek, Pontos ile olan bağlarını bir kat daha perçinledi. Dünürü ölünce de “Neden Kardeşim Hüsnü” diye bir kitap yazdı ve mezarına iki halkın barışına yaptığı katkı için Türkçe ve Rumca teşekkür yazısı olan bir mermer plaket koydu. Plakette; “ Burada bir Yunan-Türk dostluğu hayalcisi ve savaşçısı uyumakta” yazıyordu.”Neden Kardeşim Hüsnü” adli kitabının telif haklarını, dostu, kardeşi ve dünürü Hüsnü’nün anısına Hüsnü’nün doğum yeri Tonya’da bir lise yapılması için Trabzon Valiliği’ne armağan etti.
Türkiye’de edebiyat çevrelerinin birçok etkinliğine davet edildi. Çeşitli zamanlarda bu etkinliklerde konuşmalar yaptı.Bu arada dünyadan ve tabi ki Pontos illerinden binlerce mektup aldı. Yüzlercesiyle yazışmayı sürdürmek için elinden geleni yaptı.
KURDUĞU DOSTLUKLAR IRKÇILARIN TEPKİSİNİ ÇEKTİ
Kitapları ve kurduğu dostluklar her iki tarafın; Yunanistan (az sayıda olmak kaydıyla) ve Türkiye ırkçılarının tepkisini çekti. Yunanistan’da ‘’Ankara’nın paralı ajanı’’ iftirasıyla karşılaştı. Yaptıklarıyla Yunan milli duygularını körelttiğini iddia ediyordu, Yunanistan’daki bazı çevreler. Bir radyo programına telefonla katılan birisi Yorgo Andreadis’e ‘’Sayın Andreadis, kitabınızı İzmir’de tanıttığınızda Pontos’un Helen olduğunu söyleyebildiniz mi?’’ diye bir soru sordu. Yorgo, “Unuttum. Ancak öteki sefer gittiğimizde sizi de yanıma alacağım, kendiniz söylersiniz’’ diye yanıt verdi.
VELİ KÜÇÜK’ÜN ADREADİS ALEYHİNDEKİ KAMPANYASI
Türkiye cephesinde ise olaylar daha planlı şekilleniyordu. Giresun Jandarma Alay Komutanı Tuğgeneral Veli Küçük, Andreadis aleyhinde kampanya başlattı. Küçük, serbestçe satılan kitaplarının el altından bölgede dağıtıldığını iddia etti. Andreadis hakkında “Pontusçu” diye haberler çıkmasını sağladı.
Trabzon’da yayınlanan Karadeniz gazetesinde imzasız bir yazı çıktı hakkında. ‘’Yorgo Andreadis’in kitapları Türk halkını incitip, zarar veriyor, babasının Bağımsız Pontos Meclisi üyesi olduğunu bilmiyor musunuz? Büyük Atatürk’ün kapattığı, Merzifon Koleji’nin devamı olan, Anadolu Koleji’nden mezun olduğunu bilmiyor musunuz kendisinin?’’Yazıyı yazanın Karadeniz Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ekrem Ekün olduğu çıktığı ortaya. Yorgo, gazeteye hakkında çıkan yazıya yanıt içerikli bir yazı yolladı. Ekrem Ekün’e ve Yorgo’ya Trabzon’da birlikte katılacakları bir açık oturum önerisi yapıldı. Yorgo öneriyi kabul etti ama Ekün’den bir daha haber çıkmadı.
Sürmene’de düzenlenen bir seminerde soyadı Mumcuğlu olan bir korgeneral,‘’Bundan yetmiş beş yıl önce toprağımızda Yunanlılardan birinin annesi bir ağaç dikmiş, dedesi de bir kulübe yaptırmış. Şimdi memleketimize ipotek koydurmak istiyorlar. Ve kara papaz Andreadis, Sürmene’de bir manastır yaptırmak istiyor’’ diye bir konuşma yaptı.
11 Kasım 1998 tarihinde Yeni Şafak gazetesi Veli Küçük’ün kampanyasına devam etti. İki tam sayfa çıkan yazıda, Yorgo Andreadis, Karadeniz’de bir Pontos devleti kurulmasına çalışıyordu. Gençleri bu amaçla topluyor, Sümela Manastırı’nın yeniden işlevli hale getirilmesi için uğraşıyordu. Yazının başında Sümela ve Yorgo Andreadis’in fotoğrafı vardı. İmza Hüseyin Likoğlu’na aitti. Yorgo 12 Kasım’da Hüseyin Likoğlu ile telefonda görüştü. Romeika (Pontos Rumcası) dilini kusursuz konuşuyordu Hüseyin Likoğlu. Bu denli provokatörce saldırmasının nedeni sordu Yorgo. Bu düzmece bilgileri nerden topladığı konusunda onu sıkıştırdı.Hüseyin Likoğlu’nun yanıtı, “öyle söylediler, öyle yazdım” oldu.
4 Aralık 1988 Cuma günü Türkiye’ye, Yeşilköy Havalimanı’ndan giriş yapmak isteyen Yorgo Andreadis’in eline sınır dışı edildiğine dair bir belge verildi. O günden itibaren Türkiye’ye girişi yasaklandı.Kendisine verilmeyen ama Yunan Dışişleri Bakanlığı’na bildirilen sınır dışı edilme gerekçesi şöyle idi:”Türkiye’de istenmeyen kişidir. Çünkü barışa karşı ve aşırı tehlikelidir. Türk halkının güvenliğini ve huzurunu bozmak isteyen güçlerle işbirliği içindedir ve Türk devletini tehdit edenlerle birlikte hareket etmektedir. Bu nedenle kendisine ‘GİT’ denmiştir’’
İleriki yıllarda da Yorgo Andreadis hakkındaki kampanyalar devam etti. Kâh Ankara’da Turkish Daily News, kâh Milliyet ve Hürriyet gazeteleri, kâh televizyon programlarıyla Hulki Cevizoğlu, bu kampanyanın öncülüğü için yarış ettiler.
17 Ağustos depreminde üç kamyon yardım malzemesi topladı. Kendi getiremediği için de eşiyle Türkiye’ye gönderdi. Ülkeye giriş yasağının kalkması için Yaşar Kemal ve onlarca aydın 2004’te imza kampanyası düzenledi.
ERDOĞAN’A YAZDIĞI MEKTUP
Bir gün Türkiye’ye gidebilmek için yıllarca bekledi, bu arada dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazarak Trabzon’a gömülmek istediğini söyledi. Mektupta şu sözlerle yaşadığı hasreti ifade ediyordu:
“10 yıl bekledim. Bana ‘AİHM’ye git’ dediler gitmedim. Dava açmadım. Sabırla bekledim, bu haksızlığın giderilmesini, iftiraların geri alınmasını. 73 yaşında olduğumu ve bana karşı yapılan adaletsizliğin giderilmesi için daha birkaç 10 yıl bekleyecek zamanımın kalmadığını hesaba katın. Gerçekten de bu adaletsiz, yersiz ve kabul edilemez kararı düzeltemeyecek durumdaysanız ve Türkiye’ye girişimin yasaklanmasındaki ısrarınız sürüyorsa, o zaman lütfen son arzumun yerine getirilmesine ve ecelim geldiğinde, 90 kuşaktır atalarımın ebedi istirahatgâhlarında yattıkları Trabzon’a gömülmeme izin verin.”
İki yıl önce aramızdan ayrıldığında ne yazık ki Trabzona gömülmesine izin verilmedi…
KARADENİZ’İN KANLI GEÇMİŞİNİ 22 KİTAPLA ANLATTI
Yorgo Andreadis: 1880 yıllarında Karadeniz’den Batum’a oradan da Selanik’e göç etmiş bir ailenin çocuğudur. Babası Kyriako Andreadis 1880’li yıllarda Batum’da kurulmuş bulunan Pontos Ulusal Meclisi üyesidir. Yorgo Andreadis’in 1916 – 1924 tarihleri arasında Karadeniz’de yaşananları anlattığı 22 adet kitabı bulunmaktadır. Bunlardan Türkçe’ye çevrilen yedisi şunlardı;
– Neden Kardeşim Hüsnü
– Pontus’un Yitik Kızı Tamama
– Gizli Din Taşıyanlar
– Tolika Bacikam Al Beni
– Temel Garip Todoron
– Pontos’taki Evim
–İstenmeyen Adam
(MAVRİ THALASSA – Tamer Çilingir – 17.3.2018)