Dr Sibel Siber: Vekaleten Hastalık

Konuk Yazar

 

Dr Sibel Siber


    Otuzlu yaşlardaki genç adam, çekingen adımlarla acil servisin kapısından içeriye girdi; üstü başı kan içindeydi.  Kaza geçirdiğini zannetmiştim. Hemen  kolundan tutarak, nöbetçi hemşireyle birlikte onu sedyeye yatırdık. Yaralı olmadığını, sabahtan beri kan kustuğunu söyledi. Kanamasının nedenini bulmak için sorduğum sorulara yanıt vermekten kaçınıyor, bir an önce kendisine serum takmamız ve tedaviye başlamamız  gerektiğini söylüyordu.
Bu arada dıştan gözlenen dramatik tablonun aksine, muayenesinde hiçbir anormal bulguya rastlayamamıştım. Gözlem odasında tuttuğumuz hastanın laboratuar  tetkikleri de normal gelmişti. Bu durumu ona izah etmeye çalışırken, aniden sözümü kesti ve tanı koymak için gerekirse kendisini ameliyata almamızı önerdi.Tuhafıma gitmişti ; çünkü hastaların kendi ağızlarıyla cerrahi müdahale istemesi pek rastlanılan bir durum değildi. Şimdilik bir müdahale yapamayacağımızı, sadece onu gözlem altında tutacağımızı söyleyince telaşlandı; elini cebine atıp kapalı bir zarf çıkardı.“İşte bu zarfta beni daha önce muayene eden doktorun yazdığı rapor var… Lütfen okuyun ve hemen tedavime başlayın!” dedi öfkeyle…
    Zarftan çıkan mektup, “Sevgili meslektaşım,” diye başlıyordu. Raporda, hastanın bir çok kez uydurma hastalık öyküleriyle kendi hastanelerine müracaat ettiği, her defasında bir çok tetkikin yapıldığı ama hiçbir hastalık bulgusuna rastlanmadığı yazıyordu. Hastaya, endoskopi dahil her türlü girişimsel tetkikin bir çok kez tekrarlandığı da özellikle belirtiliyordu. Son olarak ise, yine kanama geçirdiği iddiasıyla üstü başı kan içinde acil servise müracaat etmiş. Bu kez durumdan şüphe edilerek, üzerindeki kan tetkik edilmiş ve hayvan kanı olduğu ortaya çıkmış… Muhtemelen bir tavuk kesip kanını üzerine sürmüş …Genç hasta, raporda ne yazdığını bilmediği için zarfı bana vermiş  ve durum böylece aydınlanmıştı.

    Kanlı gömleği ile acil servise tedavi olmak için gelen bu kişide, ‘Munchausen Sendromu’ adı verilen bir hastalık mevcuttu. Bu hastaların, uydurma hastalık öyküleri ile hastane hastane dolaştıkları ve  hasta olduklarına doktorları ikna etmekte de çok başarılı oldukları söylenmektedir. Kendilerine uygulanan cerrahi girişim dahil her türlü tetkike sevinerek onay vermeleri de en önemli özelliklerinden biri olarak belirtilmektedir.

    İlk kez 1951 yılında, Asher tarafından tanımlanan bu sendrom, adını Karl Fredrich von Munchausen’den almış. 18. Yüzyılda yaşamış bir Alman baronu olan bu şahıs, Rus ordusunda paralı bir süvariymiş. Rus–Osmanlı savaşından dönüşte, öylesine abartılı kahramanlık öyküleri anlatmış ki, ünü her tarafa yayılmış. Sonunda anlattıklarının yalan olduğu ortaya çıkınca, bu sefer yalancılığıyla ün salmış.  İşte, o nedenle yalan hastalık öyküleriyle doktorlara baş vuran bu hasta grubu, “Munchausen sendromu”  diye tanımlanıyor. Bu hastaların, gözlemlenen ciddi psikiyatrik bozukluğu olmadığı için en zeki gözlemcileri bile yanıltabildikleri söylenmektedir.

   Munchausen sendromu’nda; uydurma hastalıktan, yapılan tetkik ve tedavilerden ve bazen de ölümcül sonuçlarından bizzat hastanın  kendisi zarar görmektedir. Halbuki benzer bir hastalık türü vardır ki burada kişi, kurban olarak kendisini değil, çocuğunu seçmektedir. Yani çocuğuna hasta süsü vermekte ve kendi çocuğuna yapılan ameliyat dahil her türlü girişimi memnuniyetle karşılamaktadır. İşte bu durum, ‘Munchausen by Proxy sendromu’veya diğer bir deyişle ‘vekaleten hastalık’ olarak adlandırılmaktadır.

   İlk kez 1977’de Meadow tarafından tanımlanan bu hastalık, bir çocuk istismarı türüdür. Çocuklar, bir hastalık uydurularak genelde anneleri tarafından hastaneye götürülmektedir. Çoğu kez de doktorlar çocuğun hasta olduğuna ikna olarak, tanı koymak için gereksiz girişimler yapabilmektedir. Bazen de çocuğa zarar verebilecek gereksiz tedaviler verilebilmektedir. Yani doktorlar da bilmeden, çocuğunu çok seven bir annenin uydurma hastalık senaryosuna eşlik etmekte ve bu istismarın bir parçası olabilmektedirler.

   Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Türk Pediatri Kurumu’nun düzenlediği sempozyumda, çocuk istismarı konusunda bilgi veren Gazi Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Figen Şahin, çocuk istismarının bir türü olan ‘vekaleten hastalık’ ile ilgili bilgi vererek, bazı olguları paylaştı.Bunlardan bir tanesi şöyle:

    Anne, 9 aylık bebeğinin kanaması olduğu yakınmasıyla doktora müracaat ediyor. Kanıt olarak da elindeki bebeğin kanlı bezini doktora gösteriyor. Çocuk hastaneye yatırılıyor, birçok girişimsel tetkik yapılıyor, filmler çekiliyor; fakat hiçbir bulguya rastlanmıyor. Çocuk tam taburcu edilecekken anne, bebeğinin kanamasının tekrarladığını söylüyor ve yine bebeğin bezindeki kanı doktora gösteriyor. Bebeğin bu kanamaları ayda bir kez tekrarlıyor. En sonunda annenin kendi adet kanını çocuğun bezine sürdüğü ve böylelikle hasta süsü verdiği anlaşılıyor. Bu annelerin; sevimli, çocuklarına aşırı ilgili ve bariz psikiyatrik bozukluk belirtisi göstermemesinin de sağlıkçıları yanıltan önemli bir durum olduğunu vurguladı Prof. Şahin konuşmasında.

    Dünya Sağlık Örgütü çocuk istismarını şu şekilde tanımlamaktadır:  “Bir yetişkin veya devlet tarafından bilerek veya bilmeyerek yapılan  ve çocuğun sağlığını,  fiziki ve psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranışlar.”  Bu istismarlar, duygusal, fiziksel ve cinsel istismar şeklinde görülmektedir. İşte, pek de tanık olmadığımızı düşündüğüm‘vekaleten hastalık’ da böyle ciddi bir istismar türü. Ne yazık ki bu hastalık senaryosuna bağlı olarak, dünyada birçok çocuk psişik ve bedensel zarar görmekte  ve  hayatını kaybedebilmektedir.

   Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de maalesef çocuk istismarı yaşanmaktadır. Çocuk istismarının önlenmesiyle ilgili yasa çalışmalarının yakın bir zamanda Meclis’imizin gündeminde olmasını ümit ediyoruz..