Birden neden böyle bir anıya gittim bilmem ama gündemin ağırlığından olmalı sabah kendimde kalkacak enerjiyi bulamayıp yatakta oyalanırken 14 yaşlarındaki kolej günlerimden bir sahne geçti gözümün önünden. Kantine doğru yürüyorum ve yan tarafta bekleşen iki kızdan biri, işittirebileceği biçimde alaycı bir söz söylüyor bana dair. Donup kalıyorum; bir yandan da anlamaya çalışıyorum. İlkokuldan beri biliyorum onu; başka bir sınıftan, bir öğretmenin kızı... Hiç konuşmamışız. Ne yaptım; neden acıtmak istiyor, bunu anlamıyorum. İçimde ona karşı olumlu ya da olumsuz hiçbir duygu, bu sözleri kurmasına neden olacak hiçbir anı bulamıyorum. Belki de içe kapanıklıktan gelen ilgisizliğimi, iletişim kurmaya yönelik ürkekliğimi bir olumsuzluk olarak görüyordu şimdi düşününce.
Tipine sinir olmak derler ya, belki böyle bir refleks. O yaşlardaki kırılganlığım biraz da dünyayı, insanı anlayamamakla ilgiliydi. Şimdi daha iyi anlıyorum da ne oluyor diye düşündüm hemen. Masumiyetimi koruyayım diye direndikçe büyüyemiyorsun belki.
Başkalarının öfke ve nefret dolu sözleri hala yaralar beni. Dengem bozulur; bununla nasıl başa çıkacağımı bilemem. Kendi içimdeki öfkeye gelince, onu ehlileştirmeye çalışıyorum zaman zaman ama bu bazen ayağına basılan bir insanın kontrolsüz bağırışı gibi denetlenemez bir durum.
Evde de hep bunu görürdüm. Sürekli birileri çekiştirilir; çok yakın bazı arkadaşlarla birden yollar ayrılır, olumlu duygular hissettiğim akrabalar, teyze ve amcalarla ilgili içimi kanatan sözler söylenirdi.
Yine de o günlerde insanların ilgisi ve iletişimi kendi dar çevrelerindekilere yönelikti. Bir komşuyla ilgili dedikodu yapılırdı. Babamın çevresinde şairlerarası kıskançlıklar ve politik liderlerle ilgili çekiştirmeler, onların ahlaksızlığına ve zalimliğine dair anlatılar vardı.
Bugünden bakınca nasıl da sessiz görünüyor o günler. Şimdilerde ekranların başında bin bir türlü sözel şiddeti yükleniyoruz. Kendimize doğru gelene büyük bir öfkeyle yanıt veriyoruz hemen. Sonra biz başkalarına yöneliyoruz. Bize saldıranın ne denli değersiz ve ruhsuz olduğunu kanıtlarsak saldırıyla yıprananı geri alacağımızı düşünüyoruz. Buna dair bir garip görüntü oluşmuştu kafamda: birbirine bastırıp dibe çökerten, diptekinin birden fırlayıp ötekini bastırdığı, suyun üzerinde inip çıkan, birbirine toslayan amip tipi canlılar.
Birileriyle didişmenin, tartışmanın hoş ve eğlenceli bir pratik de olabileceğini düşünüyorum kuşkusuz. Farklı görüşlerin varlığına tahammül taşıyan ve bazı görüşleri hafife alan, “çatışmacı mutabakatı” arayan biraz da dalgacı bir tavır, kimseyi fazla hırpalamayan bir şey olurdu. Görüşünü kıyasıya savunur ve taraftar bulmaya çalışırsın ama ötekileri de gaflet ve dalalet içinde görmezsin. Varsın öyle düşünsünler, öyle konuşsunlar onlar da.
Kapılar açıldıktan kısa süre sonra bir Kıbrıslı Türk, bir Rum köyüne gider ve kahveye oturur: Kahveciye seslenir: “Bana bir Türk kahvesi getir”. Kahveci yanına gelir ve “O, Türk kahvesi değil Elen kahvesi” der. Kıbrıslı Türk ısrar eder: ”Hayır, Türk kahvesi” Kahveci diretir: “Hayır Elen kahvesi”. İnatlaşma sürer. Sonunda Kıbrıslı Türk: “Eeee, siz de yani, karagözümüzü aldınız, baklavamızı, dolmamızı aldınız şimdi de kahvemizi mi alacaksınız?” der.
Kahveci başlar sıralamaya “İstanbul’u aldınız, Trabzon’u aldınız...” Kim kimmiş, neyi kimden almış? Biri kahve içmek öbürü kahve satmak isteyen iki Kıbrıs köylüsünü bu niye ilgilendiriyormuş? Bunun ne komik bir didişme olduğunu fark edip gülüşürler. Sonunda kahveci bir Elen kahvesi yapar; Kıbrıslı Türk de Türk kahvesini içer ve Euro ödeyip gider.
Tarihin ağırlığı ile başa çıkmak için acılarla yüzleşirken hayattan keyif almayı güzelliklerin tadını çıkarmayı da unutmamalı kuşkusuz.
Şu anda Orta Doğu öylesine bir yangın yeri ki düşününce bütün gülümsemeler donuyor dudaklarda.
Aklım hep geçen hafta gittiğim Diyarbakır’da. Barış grubunun yeni çalışmalarına katılmak istiyorum ama yakında Kıbrıs’a dönmem gerek.
14 Ocak Perşembe akşamı 19.00’da Suudi Arabistan’da idama mahkum edilen şair/ küratör Ashraf Fayadh ile dayanışma için dünyayla aynı anda 1984 Bar’da şiirlerini okuyacağız
Ashraf nasıl kurtulabilir diye düşünürken dün gece aklıma etkili bir fikir geldi ve gerekli girişimde bulundum. Şimdi burada yazamam ama umarım işe yarar.
Çok zor zamanlar bunlar. Vicdanlı, cesur insanların sayısı azımsanmayacak düzeyde ama kötülerin şiddeti galip geliyor hep.
Bu değişebilir! Zekâmızı ve yüreğimizi kalkan yapıp gerilebiliriz bu kötülüğü. Kesinlikle!