35’i Kıbrıslı Türk sporcu ve öğretmenlerden oluşan kafilenin yanı sıra toplam 72 kişiye mezar olan İsias Otel davasında bugün ikinci duruşma gerçekleşiyor...
Adıyaman Adliyesi’nde dün başlayan duruşma, 11 sanığın ifade vermesinin ardından bugün 127 müştekinin dinlenmesiyle devam edecek. Müştekiler arasında Şampiyon Melekler’in aileleri, yine İsias Otel’de hayatını kaybeden turist rehberleri ile söz konusu otel çalışanları bulunuyor.
Bu kapsamda mahkeme, Şampiyon Melekler takımından Aras Aktuğtalı’nın babası Murat Aktuğralı’yı müşteki olarak dinledi.
Aktuğralı, otel sahibi Bozkurt ailesinin dünkü duruşmada sarf ettikleri sözlere dikkat çekti, “Bir tiyatro gösterisi izlediğimizi hissine kapıldım. Tek ağızdan papağan gibi konuştular” dedi.
Aktuğralı, deprem gününü ve çocuğunu bulduğu günü mahkemede aktardı…
“Dünkü sanıklar ve eklenecek yeni kişilerle sorumlu herkesin en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyoruz. Bunların hepsi katil, ahlaksızdırlar. İnsan olan bunu yapmaz. Deprem öldürmedi bizi siz öldürdünüz, katilsiniz” diyen Aktuğralı, mahkemede şu sözleri sarf etti:
“Her halde yeryüzünde en son gelmek istediğim şehirdeyim. Dün itibariyle duruşma başladı. 11 sanığı dinledik. Bir tiyatro gösterisi izlediğimizi hissine kapıldım. Tek ağızdan papağan gibi konuştular. Ben bu şehre ikinci kez gelirken, sanıkların gözünün içlerine baka baka katil olduklarını, cinayet mahalli yarattıklarını söylemek için geldi. Umarım davanın devamında bu imkan yaratılır ve bu sanıkların yüzüne bakarak konuşuruz.
3 Şubat 2023 tarihinde GMTMK kız ve erkek takımı ve Canbolat Özgürlük okulları Adıyaman’a geldik. Birlikte akşam yemeği yedik, ertesi gün planlandığı gibi maç sahalarına gidildi, akşam yemeği alındı. Çocuklarımız belki de bir kere daha gelemeyecekleri yere geldiler, spor aşkıyla doluydular. Belki de hayatımızda hiç gelemeyeceğimiz bir yere çocuklarımızın mutluluğuna ortak olabilmek adına geldik. Geçtiğimiz yıl Aksaray ilinde finallerde Türkiye ikincisi olmuşlardı takım arkadaşları, ağabeyleri. İlk maçımızı yaptık Pazar sabahı, bazı çocuklarımız ilk kez kar görmüşlerdi, son kez oldu…
Maçlarını oynadılar, hem kız hem de erkek takımımız ilk maçlarını kazandılar. Bu arada Canbulat Özgürlük Ortaokulu’nun 1 hafta öncesine kadar planları bizimle kalmaktaydı, fakat rezervasyon konusunda yaşanan sıkıntıda Adıyaman Park Otel’de kaldılar.
Maçlardan sonra Pazar günü onları Kervansaray diye bir restorana götürdük, akşam da yürüyerek otele döndük. Oğlumu en son o anda yemek sırasında gördüm, baba değişini orada hatırlıyorum. Akşam saat 22:00 gibi otele geri döndük ve biz bazı öğretmen ve veli arkadaşlar bize açılan otel mutfağında sohbet ettik. Ben 00:00 gibi enkazdan çıkan Recep Kılıç arkadaşımla birlikte odalarımıza çıktık. 00:00’dan deprem saatine kadar geçen süre zarfında iki kere uyandım. Deprem sırasında hafif uykuda olduğum için depremi hissederek şarjdaki telefonumu söküp çocuklara gibebilme düşüğncesiyle ayağa kalktım. O kadar sallanıyorduk ki yürüyemiyorduk, bina su gibi sallanıyordu. Olduğum yere çöktüm ve karşımdaki duvara “dayan, dayan” şeklinde kendi içimden yalvardığımı hatırlıyorum. Bu düşünceler içimden geçerken çok büyük bir sesle odanın üzerime yıkıldığını hatırlıyorum. Bir süre yerde yatır şekilde, üzerimde enkaz parçalarıyla durdum. Sarsıntının devam ettiğini o an da hissedebiliyordum. Telefonumun ışığını açarak derin bir nefes aldım, sadece toz duman görünüyordu. Ayaklarımın üzerinde bir takım yükler vardı. Ben de o anda hayatımın son anlarını orada geçireceğimi düşündüm. Çok geçmeden hava sirkülasyonu olduğunu hissettim. Benim odamın numarası 310'du. Ayaklarımı hareket ettireceğimi anlayınca kendimi geri geri sürünerek kurtardım ve eğili pozisyonda oluşan boşlukta ne olduğunu anlamaya çalıştım, etrafıma baktım. Ayaklarımın üzerinde buzluk olduğunu anladım ve birkaç adım atarak gök yüzünü gördüm. Ben üçüncü katta yapının en üstünde buldum kendimi. Üst katlar üzerimden kopmuştu. Enkazdan yine sağ kurtulan arkadaşımla sadece “sadece biz mi yıkıldık” dedim. Çevremizdeki bazı binaların ayakta olduğunu gördüm.
Bir süre sonra enkazdan kendini kurtaran Recep Kılıç arkadaşımız bana seslendi, tanımadım. Recep sen misin? Diye sordum. Onu öyle tanıdım. Rehber olduğunu anladığım iki kişi sağ kurtulmuştu. Onlarla iletişim kurduk. Recep titriyordu. Ben odamda bulabildiğim ne bulduysam üzerimi giydim. Recep’e enkazdan bir şeyler bulup ona verdim. Pervin arkadaşımızın parmakları yaralıydı, ona tekrar bir çökme olmak amacıyla Recep’le yardımlaşarak bandaj sardık. Orada yardım bekledik, çocuklara çağırdık. Çocuklar Çocuklar diye bağırıyorduk, hiç ses yoktu. Birkaç ses arabası ve ambulans sesi duyuyorduk. Recep bana Esra öğretmenin sesini duyduğunu söyledi, ama göremiyorduk. 1-2 saat orada bekledik.
Sonra zemin kattan birileri bizimle iletişim kurdu, yardım isteyip istemediğimizi sordu. Çocukları görüp görmediklerini sorduk. Bir süre daha bekledik, inanılmaz soğuktu. Islandık ve zeminden gelen kişinin ışığını tutmasıyla zemine inebilecek bir yol bulduk ve aşağıya indik. Yıkıntının ne kadar kötü olduğunu o an hissedebiliyorduk. Bastığımız yerde sağlam parça olmadığını görüyorduk, büyük parçalar yoktu. Zemine indiğimizde enkazın etrafında dolaşarak Atatürk Bulvara doğru çıktık. Enkazın bulvarı kapattığını gördük. Biz sadece üçümüz ordaydık, 39 kişiden üç kişi kalmıştık. Birkaç kişinin enkazda sıkıştığını o anda gördük. Ellerimizle müdahale edecek durumumuz yoktu. Tekrar çıktığımız yere doğru gittik. Birisinin sıkıştığını gördük, elini tutmamızı istedi. Ağrı kesicimiz olup olmadığını sordu. Belinden aşağısı enkaz altındaydı. Ardından sığınacak bir yer aradık.
Hemen İsias Otel’in yanında otoparkın içinde Kızılay’ın camlarını kırarak içeriye girmek istedik. Tek amaç çocuklara ulaşıp onları kurtarmayı istedik ama enkazın ne kadar kötü olduğunu gördük. Kızılay’ın camı açıktı aileler oraya sığınmıştı. Sabah 06:30 gibi telefon ilk kez çalıştı. Eşime mesaj atmıştım ben kurtuldum ama çocuklara ulaşamıyoruz. Ama mesaj gitmemişti. Enver ve Ruşen Karakaya bize ilk ulaşanlardı.
Bir süre sonra oğlumun oda arkadaşı Mert Topukçuoğlu’nun babası bana ulaştı. Ayni bilgiyi onlara da verdim. Cumhurbaşkanlığı danışmanı bana ulaştı, ona durumu aktardım ve acil yardım ihtiyacı olduğunu söyledim. Biz Kızılay Kan Bağış yerine sığındığımız anlarda sabah saatlerinde okul sporları ile ilgili bir beyefendi gelerek heyetimizle ilgili bilgi istedi, aktardık. Otelin müdürü isminin sadece Cuma olduğunu bildiğim kişi, hangi isimlerin kurtulduğunun bilgisini aldı. Titriyorduk, çok soğuktu. Yiyecek ve su yoktu.
Gün aydınlandığında enkazın ne kadar kötü olduğunu daha net gördük. Onu gördükten sonra benim hayatım durdu. O anda enkazdan birinin kurtulmasının mucize olduğunu anladım. Gün sonunda KKTC’den gelen yardım heyeti ve ailelerimiz ilk yardımları bize ulaştırdılar ve arama kurtarma başladı. Gün içinde öğle saatlerinde çok şiddetli bir sarsıntı daha oldu. Biz Kızılay’dan kendimizi dışarıya attık.
Ertesi gün daha detaylı daha kapsamlı Mardin Belediyesinden gelen kurtarma ekipleriyle çalışmalar başladı. Sanırım Çarşamba günü ekibimizden ilk cenazemize ulaştık. Doruk’tu. Ve artık az da olan ümitlerimizin bittiğini fark ettik. Otel enkazının bir teknik tecizatında kabloların mavi ve kırmızı döşemelerle olduğunu hatırlıyorum Her tarafta kablolar vardı. Oğlumun bavulu da bu renkteydi, ben o bavulu kendim bulmak istemediğim için bakamadım. Çocuklar çıkıyordu. Hepsi uyur pozisyonda, kıpırdayamadan. Perşembe günü oğlumun oda arkadaşları bulundu. Artık oğlum Aras’ın cenazesinin de yakın olduğunu biliyordum. Saat 1 civarlarında oğlumu da buldular ve teşhis için çadıra gittim. Oğlum uyur pozisyonundaydı. Cenazeyi teşhis ettim oğlumu buldum. Üzerinde kanama yoktu. Bir şekilde bir yerde sıkıştıklarını anlıyorum. Ağır bir tahribat yoktu. Gözleri maviydi, gözlerini görünce Aras’tır dedim. Cuma gün boyu bekledik. Diğer bulunan cenazelerle ülkemize gidip cenazelerimizi defnettik. Biz her gün 6 Şubat’a uyanıyoruz. Gözümüzü her açtığımızda yaş var.
Oğlumu canımı bu şehre gömdüm. Benim tek umudumdu Aras. Dün inanın duyduklarıma inanamadım. Bu 11 sanığın tamamı ama az ama çok, bizlere yüzümüze baka baka yalan söylediler. Her şeyi tamam yaptığını iddia eden Ahmet Bozkurt, oğulları, kızları hepsi suçlular. Benim ve ailelerin hayatlarını bitirdiler. Enkazın yakınına giden herkes betonundan demirine, teknik donanımın doğru olmadığını anlıyordu zaten. Acaba bunlar otel enkazı ile yüzleşti mi? Acaba. Çocuklarımızın ayaklarına toz kondurmazken, tonlarca ağırlığın arasından çıkardık biz. Hiç bilmiyorum bu kişiler Adıyaman’dan ne zaman ayrıldı. Ama bayağı hızlı ayrıldıklarını düşünüyorum. Ben bu kişilerin üzerindeki bu hırkayı çıkarıp çocukların yüzlerini onlara göstermek istiyorum. Biz yaşamıyoruz. Dünkü sanıklar ve eklenecek yeni kişilerle sorumlu herkesin en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyoruz. Bunların hepsi katil, ahlaksızdırlar. İnsan olan bunu yapmaz. Deprem öldürmedi bizi siz öldürdünüz, katilsiniz.”