Pek çok şeyi yanlış biliyor olmamız değil esas sorun. Bu yanlış bilgi üzerine bir yargı oluşturup sonra o yargıyı temel alarak bir sonuca gitmemiz. Yetmezmiş gibi o sonucu alıp bir yerlere ve de oradan başka bir yerlere ilerlememiz. Konuşup duran kalabalıklardan kaçmak istiyorum bazen bu yüzden… Hele o kesinci, o kalem kıran tonu hissedince… Kendim fazla konuşunca da bir kirlilik hissi yaşıyorum kimi zaman. Bazen sessizlikte bir katharsis vardır. Bu baş döndürücü dünyada en çok kalpten gelen bir fısıltıyı seviyorum. Adalet duygusu ile bezenmiş bir hakikat arayıcına doğru akıyor içim. Tevazu dolu bir bilgelikte özenle kurulmuş cümleler çalabiliyor kalbimi. Sözün manipülasyonundan beni kurtaran tek yer iyi edebiyat. Şairin, yazarın numara yapmadan, göz boyamaya çalışmadan içtenlikle var olduğu ve bunun değerli bir birikim, zekâ ve duyarlılıkla inşa edildiği yaratımlar kast ettiğim. Bir görüşü dayatmıyor, gerçeği biliyorum ve bunu size dikte ediyorum demiyor, bizi tehdit edip zorlamıyor en azından.
Yanlış bilgi sistemli olarak enjekte ediliyor; bu kimilerinin emellerine erişmesi için bir araç çünkü. Birden yaygınlaşıyor, onay ya da tepkiyi örgütleyebiliyor bir anda.
Hepimizin kafasında bazı kişilere dair etiketler, kesin yargılar var. Kodlar ve göstergeler üzerinden okuyoruz dünyayı… Bunların sahteliğini, bizi maniple etmek amacıyla oluşturulduklarını hesaba katmadan…
Geçmiş de böyleydi mutlaka. Şu anda toplumsal belleğe kayıtlı pek çok “doğru” aslında zamanlarının maniple amaçlı enjektelerinden başka bir şey değil.
Bunca yalan içinde yolumuzu nasıl bulacağız? Okuyup araştırarak ve kalbimize sorarak derim ben.
İçimi acıtan bir yalnızlığa doğru ilerliyorum kimi zaman. Şiir yazabilmek için buna ihtiyacım var çünkü. Dünyanın kavgacı, zehirli etkilerinden arınıp ta en derinlerdeki o insana ulaşmaya çalışıyorum.
Cam kırıklarıyla dolu bir yol beni geçmişe götüren… Canım çok acıyor anıların penceresini açınca. Bir anıdan kırk türlü anlatı çıkarabiliyorum. Hangi ayrıntıları öne çıkarıp, bağlamı nasıl kurduğuma göre değişiyor anlatı.
Kimi insanlara nasıl da kırılmışım; kimi insanları ise nasıl da kırmışımdır kim bilir. En acısı yüzleşme yaşanmadan ölüp gidenler. Artık ancak edebiyatla ulaşılır onlara. Edebiyat ölenleri diriltip onlarla diyaloğa girebilir çünkü… Yanıt veremeyeceklerdir ama…
Birer hayat gezginiyiz; misafiriz bu dünyada… Başkaları da bize misafir.
Kalabalıklardan kaçıyorum ya bu yabanilik bir kibir, bir beğenmezlik olarak algılanıyor çoğu zaman. Oysa düpedüz kırılganlık nedeni… Umarsız bir masumiyet arayışı…
Bazı zamanlar ise o bariz haksızlığa karşı kaplan kesiliyorum. Kaçınılmaz bir öfkeye dönüşüyor bu. Kendimi yatıştırmam zaman alıyor.
Birisinin yüzüne bakınca bana taktığı markayı, derinlerinde gizli beğenmezliği, inkarı ve hatta nefreti görebiliyorum kimi zaman. Gözlerin dilini anadilinden önce öğreniyor insan. Hiçbir maske gizleyemiyor bazen bunu.
Burada bu antropolog bakışı kurtarıyor. Üstüne alınmamak, kendine bile bir öteki olup yaşanan o sahneyi, derinlerinde gizli olanı izlemek. Bu her zaman mümkün değil ama. Sahici bir dünyada var olmak istiyor insan.
Bu dünyayı tanımlamak yetmiyor; onu değiştirmek istiyorsun. Hatta bazen tam da o anda değiştirebilmek. Yanlışı ve haksızlığı düzeltmek.
Her birimizin benzersiz birer hikayesi, bu hikâyenin oluşturduğu bir iç karmaşası var. Sancılı, korkulu, acı dolu bir varoluş insanınki…
Dünya ise bir başka açıdan bakınca muhteşem bir yer. Doğan her güne uyanıyor olmak bile başlı başına bir sevinç nedeni.
Her gün gidenler olsa da sıkı sıkı tutmamız gereken nice sevdiklerimiz var.
Acıyarak, hırpalanarak bazen de mutlu olup gönenerek ilerleyeceğiz. İşaretleri doğru okumaya, yalanı görmeye, manipülasyonu bertaraf etmeye çalışacağız. Başka çaresi yok.
Dünya yanlışıyla doğrusuyla bizim evimiz ve onu güzelleştirmek için yapacağımız bir şeyler vardır mutlaka.