Dünya’dan Haberler “Tecavüz vakaları evli çiftlerde daha çok”

Dünya’dan Haberler “Tecavüz vakaları evli çiftlerde daha çok”

Feminist Atölye (FEMA)
info@feministatolye.org

 


Birleşmiş Milletler 2 yıl boyunca, 6 farklı ülkede süren ve cinsel şiddetin temel nedenini araştırdığı geniş kapsamlı bir çalışmanın sonuçlarını açıkladı. BM'nin çalışması, kadına yönelik şiddetin, özellikle tecavüzün yaygınlığı ve arkasındaki nedenlere dair birden çok ülkede yapılan ilk ve en geniş kapsamlı araştırma. Buna göre araştırmaya katılan erkeklerin neredeyse dörtte biri, hayatlarında en az bir kez tecavüzde bulunduklarını söyledi. Tecavüz vakalarının özellikle evli ya da  ilişki yaşayan çiftlerde sık görüldüğünün tespit edilmesi ise araştırmanın göze çarpan verilerinden biri. Ancak her 10 erkekten biri tecavüz ettikleri kadının partnerleri olmadığını belirtti.
BM’nin bu çalışması Bangladeş, Çin, Kamboçya, Endonezya, Papua Yeni Gine ve Sri Lanka’da 10,000’den fazla erkek ile yapıldı. Araştırmacılar, Asya’lı erkeklerin cinsel geçmişini öğrenmek için hazırladıkları sorgu formlarında özellikle “tecavüz” kelimesini kullanmayıp, bunun yerine  “bir kadını cinsel birliktelik için zorladınız mı?” veya “Bir kadının alkollü olması, sizinle beraber olmak istediği anlamına gelebilir mi?” gibi sorular sordular. Böylelikle araştırmaya katılan erkeklerin “rıza” konusunda gösterdikleri hassasiyet sorgulanmış oldu. Araştırma sonuçlarında tecavüzde bulunduklarını söyleyen erkeklerin yarısından azı, bunu birden çok kez yaptığını belirtti.
Tecavüz vakalarının sıklığı ise ülkeden ülkeye de değişiyor. Papua Yeni Gine'de her 10 erkekten altısından fazlası, bir kadınla zorla cinsel ilişkiye girdiğini ifade etti. Araştırma yapılan ülkeler arasında tecavüzün en nadir görüldüğü yerse, Bangladeş'in kentsel alanları. Buralarda, tecavüz vakaları her 10 erkekten birinden azında görülürken, Sri Lanka'da her 10 erkekten birinden biraz fazlası tecavüzde bulunduğunu söyledi. Kamboçya, Çin ve Endonezya'da ise bu oran her beş erkekten birinden, katılımcıların yarısına kadar değişiyor.
Lancet Küresel Sağlık dergisinde yayımlanan araştırmanın yazarları, bu sonuçların tüm Asya ve Pasifik bölgesini temsil etmediğini, ancak araştırma yapılan yerlerdeki katılımcıların ilgili ülkelerdeki nüfus yapısını iyi yansıttığını vurguladı.
Ankete katılan erkeklerin neredeyse dörtte üçü, bir 'cinsel hak' olarak gördüklerinden tecavüzde bulunduklarını söyledi. Raporun yazarlarından Dr. Emma Fulu, 'Kadının rızası olup olmadığını dikkate almadan cinsel ilişkiye girmenin hakları olduğunu düşünüyorlar' dedi.
Tecavüzlerde rol oynayan ikinci en önemli nedense, bunu 'bir tür eğlence olarak görmek'.
Üçüncü nedense, erkeklerin kızdıkları zaman tecavüzü bir cezalandırma aracı olarak kullanmaları. Dr. Fulu, 'Belki de şaşırtıcı, ama en nadir görülen tecavüz nedeni alkol kullanımı' dedi.
BM’nin Asya ülkelerinde yapmış olduğu bu çalışma, eril tahakküme önemli bir ışık tutmakta, kadın bedeni üzerinde “hak” gören erkeklerin, tecavüzden çekinmediklerini ve kadını adeta kendi malları gibi gördüğünü yansıtmaktadır. Bu çalışma Asya ülkeleri genelindeki duruma ışık tutsa da, eril zihniyetin “bir” olduğu düşünüldüğünde çalışma sonuçlarını dünya genelinde de düşünmek mümkün olabilir. Ülkemizde bu gibi çalışmalar ve net veriler olmasa da evli çiftler arasında da tecavüze rastlanmakta, erkekler eş rızası almaya gerek duymadan veya tehdit etme yöntemini kullanarak maalesef tecavüz girişiminde bulunmaktadırlar. Kadın bedeni, kadınındır! Bunu eril beyinlere öğretene dek mücadeleye devam edeceğiz.

***

Okuduk Pek Sevdik!

Feminist Tarih Peşinde

Yazar: Joan Wallach Scott
Derleyen: Fahriye Dinçer, Özlem Aslan
Çeviren: Ayça Günaydın, Ayten Sönmez, Fahriye Dinçer, Öykü Tümer, Özlem Aslan
bgst Yayınları

 

Joan W. Scott’un son yirmi beş yıl içinde yazdığı makalelerden altısına odaklanıyor ve böylelikle Scott’un düşüncesinin bu süreç içerisinde geçirdiği dönüşümlerin izlerini sürmemize olanak sağlıyor. Bir kısmı daha önce Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar dergisinde yer almış olan bu makaleler, Joan Scott’un önsözüyle ilk defa bu kitapta bir araya toplanmış. Kitaptaki makaleler dört ana konu etrafında tartışılıyor: Toplumsal cinsiyet kategorisi, farklılık, deneyim ve tarih. Scott kitap boyunca bize tarih disiplinindeki yerleşik kavramları sorgulamamız gerektiğini ve feminist bir tarih yazımı için kadınlar kategorisinin var olan tarih anlatılarına eklenmesinin yeterli olmayacağını söylüyor. Öncelikle var olan kavramsallaştırma sorgulanmalı ve hangi soruların eleştirel bir tarih yazımını mümkün kılacağı tartışılmalıdır. Focaultcu bir yaklaşım benimseyen Scott, feminist tarih yazımının, kavramların tarihsel süreç içerisinde geçirdiği dönüşümlere bakarak onların doğallıklarını ve meşruiyetlerini kırmaya çalışması gerektiğini belirtir. Zira bu kavramların hangi iktidar yapılarını ve güç ilişkilerini desteklediğini, hangi alternatifleri bertaraf ettiğini araştırmayan bir feminist kuram eleştirel ve devrimci niteliğini kaybeder.

Feminist tarih yazımında toplumsal cinsiyet kavramı

“Eleştirel Tarihin Peşinde” başlıklı makalesinde Scott feminist tarih yazımının ve feminist hareketin tarihini, kendisinin bir öğrenci, aktivist ve tarihçi olarak yaşadığı deneyimler ile yoğurarak anlatır. Kendi pratiğiyle sürekli diyalog halinde olan Scott bu makalede, “Neden tarihi seçtim” diye sorar ve kendi düşünsel ve edimsel yolculuğunu okuyucuyla paylaşır. 20. yüzyılın başından itibaren sosyal bilimlerin geçirdiği dönüşümler ile paralel olarak tarihe yaklaşımı değişim gösteren Scott, vardığı son noktada kuramsız eleştirinin mümkün olmayacağını belirtir. Dolayısıyla kuram ile tarih bileştirilmeli, evrensel ve betimleyici tanımlamalardan uzaklaşılmalı ve bütün farklılık göndermeleri sorgulanmalıdır.
Kitabın ikinci makalesi “Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi” tam da böylesi bir farklılık göndermesini merkezine alıyor ve toplumsal cinsiyet kavramı aracılığıyla tartışmaya açıyor: Kadın ile erkek, dişil ile eril arasındaki farklılıklar. Feminist tarih yazımında toplumsal cinsiyet kavramına ihtiyaç duyulmaktadır çünkü “kadınlar da vardı” söylemi eleştirel bir tarih için yeterli değildir. Öncelikle kadınlar kategorisi tartışmaya açılmalıdır. Tarih yazımının dilinin, yöntemlerinin ve terimlerinin de sorgulanması ve kadın-erkek farklılıklarının, rollerinin ve bu rollere biçilen değerlerin toplumsal ve söylemsel inşa süreçlerine bakılması gerekmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği diğer eşitsizlikleri nasıl yapılandırır? Toplumsal cinsiyet sistemlerini belirleyen faktörler nelerdir? Toplumsal cinsiyet kimliği nasıl ve ne zaman oluşur? Tarih ile kuramı bağdaştırmaya çalışan Scott bu sorulara çeşitli kuramların (örn. ataerki kuramları, Marksist feminist kuram ve psikanalitik kuram) verdiği yanıtları araştırıyor ve tartışmaya açıyor. Tam yirmi dört yıl sonra yazdığı “Toplumsal Cinsiyet: Hala Faydalı bir Tarihsel Analiz Kategorisi mi?” makalesinde ise toplumsal cinsiyet kavramının günümüz kullanımının ne derece eleştirel olduğunu sorguluyor. Toplumsal cinsiyet kavramına yaklaşımında özellikle yapı sökümcü ve psikanalitik kuramlardan etkilendiğini belirten Scott, cins-toplumsal cinsiyet ayrımının yanıltıcı olduğunu, biyolojik temellere dayandığı düşünülen cinsel farklılıkların da inşa edilmiş anlam sistemleri olarak görülmesi gerektiğini vurguluyor. Dolayısıyla tarihin çeşitli dallarında araştırma yapan öğrencilerle akademisyenlerin dikkat etmesi gereken nokta, cinsiyetlendirilmiş kimliklerin sabit özlere gönderme yapmadığı, tarihsel süreçler içinde değişmekte olduğudur.

Yüzleşmeye hazır ve her daim eleştirel

“Kadınların Tarihi” makalesinde Scott “kadın tarihinin” geçirdiği dönüşüme ve akademisyenlerin bu dönüşümle ilişkilenme biçimlerine odaklanıyor. Scott bu alanın tarihinin “feminist hareketin ve tarih disiplininin değişen durumlarını” da göz önünde bulundurması gerektiğinin altını çiziyor ve anlatısına kadınların akademiye (ve dolayısıyla işgücüne) katılımının desteklendiği 60’lı yıllardan başlıyor. Bu süreç içerisinde, feminist duyarlılıklar taşıyan ve kadın tarihi üzerine çalışmalar yapan kadınlar pekçok kez siyaset yapmakla, ideolojik olmakla suçlanmışlardı. Tarih disiplininin nesnelliğine gölge düşürecek kadar araştırma konularıyla ilişkiliydiler. Dolayısıyla profesyonelliğin ne demek olduğunu ve tarihçilik mesleğinin normlarını kimlerin belirlediğini tartışmaya açtılar. Bu tartışma ister istemez kurumsal bilgiyi kimin elinde tuttuğuyla ilgiliydi zira bilginin sahibi, onun koruyucusu olan ve üretim koşullarını belirleyen beyaz erkek özneydi. Böylelikle Scott bize toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, tarihsel bilginin üretim ve yayılma aşamasında da hakim olduğunu ve dolayısıyla kadın tarihi çalışanların “disiplinin yapısını ve bilgi üretme koşullarını” da sorgulamaları gerektiğini gösteriyor. Kadınların Tarihi’nde bu tartışmayı yeniden ele alarak, kadınların tarihinin 80’ler ve 90’larda akademide kurumsallaşmasının sonuçlarını ve feminist hareketi nasıl etkilediğini inceliyor. Ve feminizmin “ütopik bir nihai kurtuluş vaadi” sunmak yerine bilinmeyenle yüzleşmeye hazır ve her daim eleştirel olması gerektiğini belirtiyor.
Scott’un “Deneyim” başlıklı makalesi, merkezine “kadınları” ya da tarihin sesi duyulmayan özneleri olan “ötekileri” koymayı amaçlayan tarihsel çalışmalar için bilhassa ufuk açıcı görünüyor. Farklılık tarihçilerinin tarihsel anlatılarda yer almayan toplulukların deneyimlerini görünür kılma çabaları, yürürlükte olan baskı mekanizmalarını açığa çıkardıkları için anlamlıdır. Fakat bu yaklaşım farklılıkların ilk başta nasıl kurulduğunu sorgulamaz, deneyimi tarihselleştirmez. Bu noktada Scott, deneyime yüklenen anlamın ve otoritenin sınırlarının belirlenmesini, deneyimin tarihçiyi mutlak doğruya götüren tartışmasız bir epistemolojik kaynak olarak görülmemesini önerir. Öznelerin ve failliğin inşa süreçlerine, deneyimin söylemsel karakterine yaptığı vurgularla Scott’un tarih anlayışının postyapısalcı kuramdan bir hayli etkilendiğini söylemek mümkün.
Bu özenli çalışma yalnızca feminist tarih yazımı ve feminist hareketin geçmişi ile ilgilenenler için değil, ana akım tarih yazımı pratiklerine nasıl meydan okunabileceği ve eleştirel bir tarih için hangi soruları sormamız, tarihsel analizin merkezine neyi koymamız gerektiğini merak edenler için de önemli bir başvuru kitabı.

 

Kaynak:  http://kitap.radikal.com.tr
 

Dergiler Haberleri