Kıbrıslı Türklerin dünyaya açılma hedefi doğru bir vizyondu. Annan Planı döneminde oluşan olumlu hava birçok yönüyle olumlu sonuçlara yol açmıştı. Lakin arkasını getirmedik. Ya da getiremedik.
Ankara kaynaklı müdahalelerin bu denli yoğun, pervasız ve aleni olmasının en önemli nedenlerinden biri de tekrardan ‘içe kapanma’dır.
Unutmayalım ki 2002-2004 dönemindeki toplumsal kalkışmanın iki ana hedefi vardı. Birincisi Kıbrıs’ta federal bir çözüm ve bununla beraber AB üyeliği…
Bu siyasi hedeflerin ötesinde toplum ‘içe kapanmışlıktan kurtulmak’ istiyordu. ‘Dünyalı’ olabilmek… Yani özgürlük…
Ambargosuz, izolasyonsuz yaşayabilmek…
Bir başka ülke yurttaşı gibi ‘geçerli pasaport‘ taşıyıp, dilediği yere uçabilmek…
Daha fazla dağılıp yeryüzünden silinmemek, tükenmemek, yok olmamak…
Doğadaki her canlının en doğal içgüdüsü değil midir zaten bu?
Bu kadar basit, bu kadar yalın, bu kadar doğal…
***
Sonraki süreç malum… Kıbrıslı Rumların ‘ohi’si ile ‘Birleşik Kıbrıs’ hayali bir başka bahara kalınca, AB ve diğer bazı örgütler, ülkeler düzeyinde girişimler yapıldı. Tüzükler falan çıkarıldı. Yüzde 65’lik ‘evet’in yarattığı sempati ile bazı adımlar atıldı.
‘AB’ye uyum’ yönünde ciddi işler yapıldı…
Kıbrıslı Türklere ayrılan AB fonları arttı, kapsamı genişledi…
Ama daha sonra bu işler sekteye uğramaya başladı.
Çünkü Türkiye’nin AB motivasyonu azaldı. Ankara Batılılaşma hedefinden uzaklaştı. AB adaylık statüsünü Kıbrıs’la sağlayan Türkiye geri vitesi takınca, Lefkoşa’nın kuzeyi de ayağını benzinden çekti.
Ana-yavru ilişkisi derinleşti, ekonomik protokoller sertleşti, Türkiye’nin içerisinde yaşanan siyasal karmaşalar buraya fazlasıyla yansıdı.
En uzunu bir buçuk sene sürebilen, Ankara’dan esen her rüzgarla dağılmaya açık ‘hükümetler devri’ başladı.
Sosyal ve ekonomik hakların budanmasını demokratik haklar ve özgürlüklere saldırılar izledi.
Sonuç olarak Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve halen bitmeyen UBP kurultayında yaşananlara kadar vardı.
***
Üç aşağı beş yukarı gelişmeler böyle oldu. Şimdi toplumun en azından yarısı bu durumdan şikayetçi. Sokak eylemleri başladı. 15-16 yıl sonra binlerce insan İnönü Meydanı’na geri döndü.
O günkü talepler ile bugünkü talepler birbirine hiç de uzak değil…
Dikkat edin, 2000’lerin başında da insanlar ‘özgürlük’ talep ediyordu, şimdi, 2020’de de…
Değişen ne peki?
Mesajın adresi…
O zamanlar talep edilen yer AB idi, BM idi, dünya idi…
Şimdi ise Ankara!..
Neden mi böyle oldu?
Çünkü dünyadan koptuk.
Sesimizi kimseye duyurmaz, duyuramaz hale geldik.
O yüzden bağırıyoruz, ‘Ankara elini yakamızdan çek’ diye…
Ankara’dakilerin bunu duymayacağını, duymazdan geleceğini bile bile…
Bu işte bir yanlışlık olmalı!