Korona Günleri -4
Covid-19 sonrası nasıl bir toplum düzeni yaratılması gerektiği yönünde, son bir aylık zaman içerisinde pek çok değerli tartışmaya tanık olduk. Kapitalist sistemin, dönemsel ekonomik krizine ek önemli bir sistemsel krize neden olduğunu ortaya koyan değerlendirmelere; insanın varoluşu ve yaşam tercihlerinin değişmesi gerektiğini vurgulayan; küresel ısıtma krizi ve nükleer savaş olasılığının, Covid-19 salgını sonra insanlığı bekleyen temel sorunlar olduğunu hatırlatan; ulus devletlerin sağlık yapılanmasının olası salgınlara karşı başarısız ve kırılgan olduğunu dile getiren; siyasetin, küresel salgınların karar süreçlerindeki başarısız hamlelerini şikayet eden; kapitalist sistemin sürdürüldüğü sürece insanlığın varlığına dair bir tehditte dönüştüğüne dair pek çok tartışma.
Bu tartışmaları yapan bilim insanları ya da entelektüellerin sadece sosyalist dünyaya ait olduğunu düşünmek oldukça yanıltıcıdır. Çünkü öyle değil. Bugün sağ ve sermaye kesimi, sol referanslar üzerinden arayış içerisindedir ve güncel siyasete dair önermelerde belki de bu bakımdan solun da önündedir.
Özellikle Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl yaptığı toplantıların son beş yılını incelediğinizde, Neoliberal sistemin sürdürülemez olduğunu, büyük eşitsizlik yarattığını bunun düzeltilmesi gerektiğini açık açık tartıştıklarını okursunuz; olası bir salgının yaratacağı büyük küresel yıkıma karşı dünya sağlık sisteminin gerek ülkeler arası entegrasyon gerekse altyapı olarak yetersizliklerinin ortaya konduğu; yine ekolojik kriz, küresel ısıtma karşısında süratle adım atılması gerektiği…konuşulmaktadır.
Bill & Melinda Gates ve küresel sermayenin ünlü Rockefeller Vakıflarının da virüs salgını olasılıkları ve sonuçları üzerine rapor ve sunuşları olduğunu, geçmiş beş yıllı kapsayan raporlarından görebiliriz. Yine ABD’de her yıl yapılan üst düzey “sağlık güvenliği” oturumlarının sonuncusunun 2019 Eylül’ünde virüs salgını üzerine yapıldığını da biliyoruz.
Tüm bu tartışmalar içerisinde küreselleşmenin ortadan kalkacağı ve yeniden ulus devletlere dönüş olacağı iddiası ise muhafazakar seçkinlerin bencil milliyetçi özlemlerinden başka bir şey olmadığı gibi, pek de dikkate alınmayan bir iddiadır.
Dolayısıyla kapitalist sistemin sürdürülemezliğinin dönemsel olgularla ilgili bir sorun olmadığı artık kabul edilmiştir. Bu konuda, sağ tarafından Karl Marks’ın referans olarak gösterilmesi ise hiç de şaşırtıcı değildir.
* * *
Ülke yönetimleri, toplumlar henüz kitlesel bağışıklığa kavuşmadan ve virüsün aşısı bulunmadan “açılmaya” başlıyor. Bunun nedeni ağırlıklı olarak ekonomidir. Ekonomik gerekçeler çoğu yerde sağlığın önüne geçmeye başlıyor. Bu tehlikeli tercihin yüksek risk içerdiğini bir yere not etmek gerekir. Her bir bireyin yaşam tarzını bu noktada zorunlu olarak değiştirmek zorunda kalacağı açık. Bu durum ekonomik anlayıştan başlayarak toplumun eğitim, sağlık gibi pek çok alanında ciddi değişimleri de beraberinde getirecektir.
Elbette uzaktan eğitim için, güçlü internet altyapısı ve her bir toplum bireyinin sahip olması gereken temel teknolojik cihazlara ihtiyaç var. Eğitim anlayışının da bu yeni koşullara kendini değişerek hazırlaması gerekecektir.
Kamu sağlık politikası, uzun vadeli planlamalarla düzenlenmeli, yapısı güçlendirilmeli ve olasılığı düşük olmayan salgınlara karşı her bir vatandaşın sağlığını koşulsuz koruyacak bir yapı geliştirilmelidir.
Evrensel gelir hakkı, gelir düzeyi her ne olursa olsun, periyodik olarak verilecek maddi bir miktarın her bir vatandaşın yaşayabileceği bir ekonomik düzey olacak şekilde ele alınması gerekirken, servet vergisi gibi alternatif vergi düzenlemeleri ile neoliberalizmin yarattığı büyük eşitsizliği ortadan kaldıracak güçlü hamlelere ihtiyaç vardır.
Her yıl yayınlanan Dünya Eşitsizlik Raporuna göre, dünya gelirinin en üst %1’lik dilimi, toplam ekonomik büyümeden en yoksul bireylerden oluşan %50’lik kesimin aldığının iki katını alıyor. Ekonomik eşitsizliğin temelinde büyük ölçüde özel kişi ya da kurumlara ya da kamuya ait olabilen sermayenin mülkiyetindeki eşitsizlikler vardır. 1980’lerden itibaren kamudan özele yapılan servet transferleri, özelleştirmeler eşitsizliğin temeli olarak ortada duruyor.
Gerçekten de Murat Belge’nin de belirttiği gibi, özellikle son 40 yıldır: “Oldukça pervasız bir kapitalizm, gürültülü bir hegemonya kurdu.” insanların üzerinde.
* *
Dünya değişirken, Kıbrıslı Türkler izleyici olmaya devam mı edecek?
Bu sorunun cevabı bizde ve ülkelerdeki tartışmalarda, arayışlarda yatmakta. Görebildiğim kadarıyla bizde bu yönde bir arayış pek yok. Kanaat önderlerinin büyük çoğunluğu eskiye geri dönmek istiyor, yani, dünün KKTC’sine. Daha iyi bir KKTC için ise, demokrasiyi daraltıp, yönetimi şirketleştirecek teknokratik yönetim tercihleri üzerinden Başkanlık sistemini öne sürerek, eskiyi ısıtıp ısıtıp yeniymişçesine karşımıza çıkarıyorlar.
Siyasi projeksiyon olarak düne dönmemek adına yarına nasıl yol alacağımız yönündeki “gaile” sınırlı. Daha çok salgını az hasarla bitirmeye dönük değerlendirmeler oldu, son dönemde.
Dünyaya, Birleşik Federal Kıbrıs ile bağlanmaktan başka bir kurtuluş yolu yok, ama bu değil mesele aslında. Yaşam modelimiz her ne olursa olsun çok daha sosyal ve insan odaklı bir düzenin kurulması, ekonomik eşitsizliği ortadan kaldıracak adımlar için ne yapabiliriz, sorusunun sorulmasıdır.
* * *
Bugün 1 Mayıs, işçinin emekçinin bayramı; kutlu olsun. Mesele galiba sadece bugün değil, her gün 1 Mayıs gibi yaşamakta.