Sanırım bu başlığı okur okumaz pek çoğumuzun olduğu gibi sizin de aklınıza sokaklarımızdaki son model arabalar gelecektir. Ve doğal olarak siz de ajitasyon yaptığımı düşünerek isyan edeceksiniz.
Bu isyanı yaptığınız için ilk başta haklı olacaksınız. Çünkü gelişmiş, modern ve zengin olarak tanımladığımız Finlandiya, Norveç veya Avusturya gibi ülkelerde bile bu kadar lüks arabanın sokaklarda olmadığını siz de benim gibi biliyorsunuz. Eğer araba kullanmanın ihtiyaç değil de lüks olduğu bir ülke yaşıyor olsaydık, bu tespitinizde haklı olacaktınız.
Ama konunun biraz daha içine girdiğimizde görüyoruz ki aslında durum en temelinde ne kadar lüks arabalara değil, ne kadar düzenli bir toplu taşıma sistemine sahip olduğunuzla alakalı. Bizi zengin hissettiren arabalarımız, aslında fakirliğimizin başlıca sebeplerinden biri. Yani fakirliğimiz aslında sürdüğümüz arabalardan değil, sürmek zorunda kaldığımız arabalardan kaynaklanıyor.
Genelden özele inerek bakalım. Kıbrıslı Türkler olarak ortalama bir hane halkı gelirimiz var. Belki de bu hane halkı geliri dünyanın pek çok ülkesinden daha iyi bir noktada. Bu gelir, mutfak masrafları gibi o ülkeye özel giderlerle karşılaştırılınca yaşanabilir bir seviyede bulunuyor.
Fakat hane halkımıza kalan bu ortalama aylık gelir, devletin sağlayamadığı birçok hizmetten dolayı sürekli giderlerle darbe alıyor ve bizi fakirleştiriyor.
- Örneğin bir Kıbrıslı Türk “araba kullanmadan yaşayacağım” deme bir hakkına sahip değildir. Ülkede bütünlüklü bir toplu taşıma sistemi olmadığından dolayı Kıbrıslı Türkler araba satın almak zorundadır. Ülkede toplu taşıma sistemi olsa nispeten azalacak ulaşım giderleri aslında hiç de az değildir.
Aylık benzin gideri, seyrüsefer ücreti, araba taksiti, sigorta ve servis ücreti gibi giderler ailenin aylık bütçesinden parçalar koparmakta ve Kıbrıslı Türkleri fakirleştirecek ilk darbeyi vurmaktadır.
- İkinci konu ise sağlık sistemimizdir. Geçtiğimiz yıllar içinde çevremizdeki insanların yaşadığı tecrübeler bana göstermiştir ki KKTC’nin devlet hastanesinde kritik bir ameliyata girmek büyük cesaret ister.
Maalesef durum öyle bir noktaya gelmiştir ki özel ile devlet arasındaki fark artık hayat-memat meselesidir. Sağlıktan sorumlu pek çok yönetici bunu reddetse bile, konu kendi sağlıkları olunca siyasetçilerin çok büyük bir kısmı kritik ameliyatlarını özel hastanelerde veya yurt dışında yapmayı tercih etmektedir. Herkesin hayatı “gıymatlıdır”.
Bu sebepten dolayı Kıbrıslı Türkler kritik ameliyatlar için özel hastaneleri tercih etmek zorunda bırakılmaktadır.
- Beledi hizmetler konusunda ülkede ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Çoğu belediyemiz, bırakın bir pazar günümüzü geçireceğimiz piknik alanı, meydan, parkur veya bisiklet patikası yapmayı, yürüyeceğimiz kaldırımı bile yapmaktan acizdir.
Durum böyle olduğu için de Kıbrıslı Türkler sosyalleşmek için kafelerde, zinde kalmak için ise spor salonlarında para harcamak zorundadır.
- Eğitim sistemimiz ise bu süreç içerisinde hane halkı gelirine en büyük zararı veren etkendir. Gelişmiş sosyal devletlerde eğitim, lisans ve yüksek lisans ücretsiz ve bursludur. Lisans öncesi eğitim sistemimizin ciddi bir reforma ihtiyacı olduğu artık herkesin kabul ettiği bir gerçektir.
Dahası senelerdir ülkede eğitim bayrağını taşıyan kamu üniversitelerimiz, kişisel hırsların ve kavgaların doğrultusunda kalitesinden ciddi ödünler vermektedir.
Temel olarak Kıbrıslı Türk bir aile çocuklarının eğitimi için ilkokul çağından itibaren ciddi bir bütçe ayırmak zorundadır.
Devletin sunmakta aciz kaldığı bu ve bunun gibi daha birçok hizmet Kıbrıslı Türklerin aylık bütçesinde ciddi giderler oluşturmakta ve net hesapta bizleri dünyanın en fakir halkları arasına koymaktadır.
Bu noktada artık siyasilerimizin ciddi bir karar vermesinin zamanı gelmiştir: Ya bu devletin bir devlet olduğunu benimseyecek ve bu yapıyı sosyal hizmet verecek şekilde yapılandıracağız, ya da sırf koltuk sahibi olmak için bu işlemeyen bu yapıyı devlet olarak topluma satmaktan vazgeçeceğiz.
Çünkü gelirine oranla dünyanın en yüksek vergilerini ödeyen Kıbrıslı Türkler, sosyal hizmetlerden mahrum bırakılarak dünyanın en fakir halkı haline getirilmeye mahkum değildir. Bunu yapmaya hiçbir grubun, hiçbir partinin veya hiçbir oligarşinin hakkı yoktur.