Neriman CAHİT
Çok meraklı, hatta ‘dedikoducu’ diyebileceğim bir dost… ‘Çatkapı’ geldi… O kadar da işim var ki!
Ama, ne diyebilirsin ki!
Üstelik çok da yorgunum…
Ama, bereket konuşan o…
Konuyu – genelde – bana dayandırıyor ama kös dinliyorum…
Neler neler anlatıyor ki…
Taa, eskilere giderek…
Neredeyse, benim kendi içimde çözdüğüm… Özümde açılan yaraları ‘sevgi’ ile kapattığım ve beni yaralayanları çoktan unuttuğum bir “huzur dönemi” yaratmaya çalışıyorum…
Ama arkadaşım, durmadan tırnaklamaya çalışıyor kabuklar bağlayan yaralarımı…
Yorumlar… Yorumlar… Sürüyor…
- Yok diyorum, bende hiçbir kalıntıları yok… Yara izlerini de taşımıyorum… Ben işime bakıyorum…
* * *
Bir süre sonra izin isteyerek kalkıp gidiyor…
* * *
O gelmeden henüz başladığım: ‘Giardano Bruno’nun yaşamını’ okumayı sürdürüyorum… Sakin, öfkesiz… Eskiden olsa, kim bilir, hangi yanardağın lavlarını püskürtürdüm… Ama ben, yakılarak öldürülüşünden 400 yılı aşkın bir zaman sürecinden sonra, Bruno’nun yaşamını, yakılışını okuyorum yeniden, ‘tüylerim ürpererek…’
* * *
Dünyanın sonsuzluğunu savunduğu için: Engizisyon Mahkemesince, yedi yıl süren bir yargılamadan sonra, ‘Roma Valilik Mahkemesi’, kararı verir…
“Bruna dinsizdir, yakılarak temizlenecektir!”
Ve yakılır…
* * *
Düşüncelerinden ötürü öldürülenler ne denli çok…
Sokrates’i düşüncelerinden ötürü, ‘baldıran’ şerbetiyle zehirleyerek öldürüyorlar… Devrimciliği nedeniyle Babeuf’un başını giyotinle kesiyorlar…
“Enelhak- Tanrı Benim” diyen, “Hallac-ı Mansur’a, ölüm şerbetini içiriyorlar…
Pir Sultan Abdal’ı, Şeyh Bedrettin’i asıyorlar…
Mithat Paşa’yı boğdurtuyor, Sabahattin Ali’yi, öldürtüyorlar…
* * *
Ya işkence edilenler!
Yıldızların düşmediğini söylediği için, Prinelli’yi kırbaçlatmışlar…
- Kan dolaşımını kanıtladığı için: Harvi’ye zulmedilmiş…
- Dünya’nın Güneş çevresinde döndüğünü söylediği için ‘Galileo’ yargılanmış…
- Yaratılışın gizemini araladığı için Campanella, yirmi yedi kez sorguya çekilmiş… Yedi kez, tüyler ürpertici işkenceye uğramış…
- Pascal’ı din… Montaigne’yi töre adına… Moliere’i, din ve ahlak adına ‘aforoz’ etmişler…
* * *
Bir dörtlükle bitirelim…
“Bırak, başkasına ayna tutmayı,
Onu, bir kere de kendine çevir,
Ellere şirk dersi vermeden önce,
Kendi içindeki putları devir…”
Artık devir değişmiş…
Gün be gün, ne de çabuk değişiyor her şey… Sadece dünyada değil… Ülkemizde de!
Artık, çok sevdiğim Lefkoşa’nın sokaklarında dolaşamıyorum…
Her şey karışık her şey devasa…
Sanki, her şey insandan daha güçlü…
İnsan, bu gücün gölgesinde kalıyor…
Ürkmüş… yorgun… çok yorgun…
Ve umutsuz…
Ekonomide, devir değişmiş… Artık, devir “DEV” boyutların devri…
* * *
Ve insan korkmuş, sinmiş…
Dünyanın neresinde olursa olsun, artık göz gözü görmeyen maddi ve manevi fırtınalar, seller ve üzerine gelen onca şeye “karşı” durmadan yol alması gereken, “yolcu” bir kuş!
Boranlara dayanabilen, başarıyla uçtukları farz edilenlerin dahi, kanatları o kadar yorgun ki!
Konabileceği, huzurlu bir yer olmadığı için de, hep uçmak zorunda…
Ve, hedefe asla varamayacağını bile bile; çünkü, belirli bir hedef yok… Hedef o kadar değişken ki!
Bütün kararlar, bütün hedefler, sevdalar hep yarım kalmaya mahkum… Çünkü kimsenin vakti ve takati yok artık onları tamamlamaya… Yanı başındakinin, en yakınındakini, canının içindekini dahi tanımaya nicedir vakti yok!
İnsanın, kendini dahi anlamaya, sevmeye ve tanımaya da…
Yitirdiği o kadar çok şey var ki!