DÜNYAYA İNCELİKLE DOKUNABİLMEK

Serifos adasındaki üç günlük güzel tatilin ardından feribotla Atina’ya gidecektik. Arkadaşım arabayı park edeceğini, yukarıya çıkıp çevik davranarak ikimiz için oturacak yer tutmamı istemişti. Telaş içinde merdivenleri tırmanmıştım. İnsanlar akın

 

 

Serifos adasındaki üç günlük güzel tatilin ardından feribotla  Atina’ya gidecektik. Arkadaşım  arabayı park edeceğini, yukarıya çıkıp çevik davranarak ikimiz için oturacak yer tutmamı  istemişti. Telaş içinde merdivenleri tırmanmıştım. İnsanlar akın akın boş koltuklara  hücum ediyorlardı. Ben biraz da ürkmüş halde şaşkın şaşkın ilerliyordum kendine bir yer kapmaya çalışan, birden bencilleşivermiş kalabalığın arasında... Gözüme birkaç boş yer  ilişmiş ama tereddüt  geçirdiğim bir anda başkalarına kaptırıvermiştim. Sonunda o çaresizlik anı gelmişti. Bütün salon dolmuştu. Hatta güvertedeki en kötü yerler bile...  Arkadaşım yanıma geldiğinde beceriksizliğimin utancı içinde bakmıştım yüzüne... Onun gizli öfkesini gördüğüm an mı olmuştu bu  yoksa benim bakışımla birlikte mi gelmişti o gizlenmeye çalışılıp başarılamayan kızgınlık; bilemiyorum. Bulduğumuz iki rahatsız sandalyede, yabancılaşmış bir biçimde  seyahat etmiştik saatlerce. Evde, ertesi gün ben bazı şirinlikler yapıp kendimi bağışlatmayı başarana dek  sürmüştü bu dillendirilmemiş  hınç. Tek bir laf edilmemişti bu konuda. Sadece ikimizin gözlerine  ve bedenlerine yazılmıştı her şey. Benimkine mahcubiyet, onunkine öfke ve küçümseme...

Sonraları hep ziyaret edip durdum bu anıyı, hayattaki beceriksizliğimin güçlü  bir alegorisi olarak... Detaylarını filan düşünüp durdum.  Bazen bütün  hayatımın buna benzediği duygusuna bile kapıldım. Ürkeklik ve tereddüttün insanı hep en kötüye mahkum ettiğini. ..Hayat karşısındaki  beceriksizliğimi anlatıp durdu bana bu anı. Hatta sonraları ilişkinin bozulmasını bile hep o günkü kırılma anına bağladım.

Bu kötü hatıra, başka benzeri durumları  da çağrıştırarak hep çoğaltıp durdu kendini... Sadece kendimi düşünememek, başkalarının önünü kesip bir şeyleri alamamakla ilgiliydi bu...  Birilerinin beni iterek önüme geçmesine izin vermek, hatta itmelerine gerek kalmadan gidip oturabileceğim bir yer için kibarlıkla onların önünü açmakla ilgili... Önümde duranı, bana ait olanı paralize olmuş halde hırsla gelen bir başkasına uzatma sersemliği. Bir aşk üçgenininde ,karşımda ağlayan bir kadına çok sevdiğimi kahrolarak bırakıp gitme hali. Bunların dışında bencil davrandığım bazı istisnai durumlar ve bunlarla ilgili sürüp giden suçluluk duyguları... Her iki uçta da mutsuzluk sonuçta...

Bu dünyada da, o gemideki gibi mutsuz, kırgın gitmekteymişim gibi gelir bana bazen. Hiç unutmuyorum, o gün içimdeki travma depreşmiş ve  bir süre için yüzümü yitirmiştim. Daha önce birkaç kez daha başıma gelmiş tuhaf  bir durumdu bu. Bir keresinde bir arkadaşımın ısrarıyla saçımı kestirmiştim ve aynanın önünde birden  Ankara’ya üniversiteye yeni başlamak için giden kendimi görmüştüm. Yeni saçımla birlikte özgüvenim de o eski zamanlardaki gibi yerlerde sürünmeye başlamıştı.  Yüzüm bana ait değildi sanki. Kontrolümden çıkmış, istemediğim bir ifadeye bürünmüştü. Garip bir biçimde haftalarca sürmüştü bu psikoloji. Kendimden çıkıp başka bir zamana, bellekte kayıtlı bir kederli döneme doğru yol almıştım. Sadece saçımı kestirmiştim sonuçta. Sakalını kestirince iktidarsızlaşan bir mitolojik karakter, ya da benzeri  doğrultuda bir Doğu inancı vardı sanırım. Bunun gibi bir şeydi başıma gelen. Bir çeşit zihin bulanıklığı.

Başarısızlıkları için çeşitli bahaneler bulabilir kuşkusuz insan.  Ama zalim bir kavgayla, başkalarının üstüne basılarak elde edilen başarılar da  pek kutlanası gelmiyor bana.

Hayat geçiyor ama...  Zorbalığı, hırsı, bencilliği ödüllendirerek geçiyor.  Sonuçta vapurda kimileri rahat bir koltukta kimileri ise beceriksizliği konusunda kendini yiyerek kötü bir sandalyede oturarak seyahat ediyor. Üstelik yanındakini de buna mahkum ederek.

O tıkış tıkış güvertede bir takım insanlarla iç içe otururken tahta sandalyeleri keyifli kılmaya çalışmıştım; Bunu hatırlıyorum. Gülümsemeye çalışarak,  ayaklarımı arkadaşımın kucağına uzatıp biraz sıcaklık, biraz dayanışma duygusu yaratarak... Çevredekilerle ilgili  zekice felsefi ve komik yorumlar yapıp onu gülümsetmeye çalışarak...  Büfeden kahve getirerek... Ama nedense bir burukluk vardı hepsinde. Zihnime kazınan  kızgın yüz ifadesi içimi parça parça etmişti. Yitirdiğim güveni elde edemeyeceğimi anlamıştım.

Aramızdakinin koşulsuz, gerçek bir sevgi olmadığını da hissetmiştim  o an. Aslında bir rastlantının buluşturduğu iki yabancı olduğumuzu... Ruhlarımız arasındaki derin boşluğu...

Yine de düşünürüm bazen. O gün rahat bir koltukta oturmuş olsaydım böyle bir yazı yazamayacaktım, insanın derinlerinde gizlenene bu kadar kafa yormayacaktım diye... Genelde  zor geçen bir hayatım oldu belki ama içine doğru derinleşen, adalet duygusuyla bağını yitirmeyen bir hayattı bu...

Belki de bir züğürt tesellisidir ama şöyle avunurum geçmişim için hayıflandığım bazı zamanlarda : Ömür boyu, elimi uzatsam tutabileceğim pek çok şeyi kaptırmışımdır belki başkalarına ama benden alamayacakları bir duruşu   da hep korumaya  gayret etmişimdir...  İktidar arzusunun zorba ve açgözlü çağrısına prim vermemek, sistemin dayattığı insan tipine teslim olmamak, dünyaya incelikle dokunabilmek çabasıdır bu...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri