Emekli edebiyat öğretmeni, yazar Gülgün Serdar, yaşamı boyunca Kıbrıs Türk kadının tarihi süreçte yaşadıklarıyla, uğradığı baskılar ve yaşadığı sorunlarla ilgili de çalışmalar yapmış bir isim.
Öğretmenlik mesleğinin en yüce meslek olduğuna inançla sürdürdüğü meslek hayatında Kıbrıslı Türklere ait bir edebiyat olduğuna inanan Gülgün Serdar, çalışmalarıyla bunu ispatlamaya gayret ettiğini anlatıyor.
Serdar, öğretmenlik mesleğini seçmesinde anne ve babasının öğretmen olması, ders veren öğretmenlerin etkileri ve öğretmenliğin en yüce meslek olduğuna yönelik inancının rol oynadığını belirtti.
Günümüzde kadınların eğitim seviyesi ve iş hayatındaki atılımlarının geçmişe oranla daha iyi bir noktada olduğuna işaret eden Serdar, kadından sorumlu bir birimin olmayışının en büyük eksiklik olduğunu söyledi.
Serdar ile yaşamını, öğretmenlik mesleğini, Kıbrıs Türk kadınının mücadelesini, hangi noktadan hangi noktaya geldiğini Türk Ajansı Kıbrıs’a (TAK) anlattı.
“Pergama’daki çocukluk… Eğitim için fedakarlık”
1944 yılında Lefkoşa’da öğretmen bir anne babanın beşinci çocuğu olarak dünyaya gelen Gülgün Serdar’ın, babasının öğretmenlik mesleği dolayısıyla çocukluğu Beyarmudu’nda (Pergama) geçti.
Annesi de Lefkoşa’daki Viktorya İslam İnas Sanayi Mektebi’nde öğretmenlik yapıyordu ancak İngiliz Sömürge İdaresi kadınların evlendikten sonra işlerine devam etmelerini izin vermediğinden evlenince işinden istifa etmek zorunda kalmıştı.
Babası yeniden tayin olunca Baf’a gitmişler ve ilkokula orada başlamış Gülgün Serdar, daha sonra kardeşleri ilkokulu bitirince annesi ve kardeşleriyle Lefkoşa Yenicami bölgesindeki evlerinde yaşamaya devam ettiler.
Babasının Baf’tan sadece haftada bir gün gelip Lefkoşa’da ailesini gördüğünü anlatan Serdar, “Ailem eğitimin önemine çok inanırdı. Eğitimin gerekliliği için bu hasrete dayandık” dedi.
Yaşamı boyunca birçok tarihi ana tanıklık ettiğini anlatan Serdar, “Tarihi yaşamaktan yazmaya fırsat olmadı” dedi.
“İstanbul’da eğitim. Öğretmenlik en yüce meslek”
1955 olaylarını, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, 1974’ü yaşadığını söyleyen Serdar, “EOKA kurulduğunda 8 yaşındaydım. Ona karşılık Türk örgütleri kurulmaya başlamıştı. Onların eylemlerini gördük. 1958’de köyler yağmalandı, ‘Ya taksim ya ölüm’ sloganlarıyla yürüyüşler yapıldı” dedi.
Serdar, öğretmenlik mesleğini seçmesinde anne ve babasının öğretmen olması, ders veren öğretmenlerin etkileri ve öğretmenliğin en yüce meslek olduğuna yönelin inancının rol oynadığını belirtti.
Lisenin ardından Gülgün Serdar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitime başladı.
İstanbul’da eğitim gördüğü sırada 1963 olaylarının yaşandığını belirten Serdar, eylemler ve açlık grevleri yaptıklarını söyledi.
Adaya girişlerinin o dönemin Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios tarafından engellendiğini dile getiren Serdar, Kıbrıslıların ülkelerine isyan ettiğini söyledi ve bizi ülkeye almadı. Ancak üç yıl sonra ülkemize dönebildik” dedi.
“Üç kuşak 20 Temmuz Fen Lisesi”
Mezun olup ülkeye döndükten sonra Lefkoşa’daki Türk Kız Lisesi’nde şimdiki 20 Temmuz Fen Lisesi’nde öğretmenliğe başladığını kaydeden Serdar, annesi, kendisi ve kızının da o okuldan mezun olduğunu, annesinin okulda öğretmen ve müdür olarak görev yaptığını anlattı.
“Biz üç kuşak o okuldan mezun oldu. Ben ve annem okulda öğrenci sonra da öğretmen olduk. Daha sonra kızım o okulda okuyup mezun oldu” diyen Serdar, evlendikten sonra Lefke’ye taşındığını söyledi.
Serdar, 13 yıl Lefke’de yaşadıktan sonra Lefkoşa’ya döndüğünü, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nda edebiyat müfettişi olarak görev aldığını, Yakın Doğu ve Doğu Akdeniz üniversitelerinin edebiyat bölümlerinde dersler verdiğini kaydetti.
Öğretmenlik mesleğine duyduğu sevgiyi Serdar, şu ifadelerle anlatıyor:
“Dünyaya yine gelsem yine öğretmen olurdum. Aynı sınıflarda ders vermek isterdim. Çünkü benim, bir değil, binlerce çocuğum var ve gerek ailemi, gerekse öğrencilerimin tümünü sevgiyle kucaklayacak bir yüreğim”
“Eserler, kitaplar…”
Kıbrıslı Türklere ait bir edebiyat olduğuna inandığını ve çalışmalarıyla bunu ispatlamaya gayret ettiğini belirten Serdar, çalışmaları ile ilgili bilgi verdi.
İlk kitabını 1986 yılında yayımlıyor Serdar, isimi “1571’den 1964’e Kıbrıs Türk Edebiyatı’nda Gazavatname, Destan, Efsane, Kahramanlık Şiiri”, ikinci kitabı “Kıbrıs Türk Edebiyatında Kaynak Eserler” ve üçüncü kitabı “Şairlerimiz-Şiirlerimiz” Bayrak Radyo Televizyonunda yayınlanan bazı çalışmalarını da içeriyor. Dördüncü kitabı Kıbrıs Türk Kadınlar Birliği-50. Yıl Armağanı ise Kıbrıs Türk kadın kimliğini alanındaki uğraşlarının simgesi oluyor.
“İngiliz dönemi baskılar..”
Kıbrıs Türk kadınının tarihi süreçte yaşadıkları, uğradığı baskılar ve yaşadığı sorunlarla ilgili de çalışmalar ve tespitler yapmış Gülgün Serdar:
“1571-1878 döneminde kırsal kesimde erkeklerle kadınların bir arada çalışıyordu, eğitim açısından yeterli imkanlar bulunmuyordu, kız çocukları 11-15 yaş arasında evlendiriliyordu. 1878-1960 döneminde ise adanın bir anlaşma ile İngilizlere devredilmesinin ardından, Kıbrıs Türk kadını için baskının etkili olduğu bir dönem başladı.
Kızların eğitimi için kurulan Viktorya İslam İnas Sanayi Mektebi’nden mezun olduktan sonra sağlık ve eğitim alanında çalışan kadınlar evlendikleri zaman İngiliz Sömürge İdaresi tarafından işten durduruluyordu.”
İngiliz idaresi döneminde ciddi baskılara maruz kaldığını anlatan Serdar, nüfus sayımlarında kadın ve çocukların sayılmadığını belirtti.
Serdar, bu durumun Rumlar için de geçerli olduğunu ifade etti.
Kadınlar dernek ve okul aile birlikleri aracılığıyla seslerini duyurmaya çalıştıklarını dile getiren Serdar, Lefkoşa Tük Hanımları Cemiyet-i Hariyyesi’nin ilk kurulan kadın derneği olduğunu ardından 1950’li yıllarda Kıbrıs Türk Kadınlar Birliği’nin kurulduğunu söyledi.
Serdar, 1940’lı yıllarda ise Araplara kız satıldığını buna yönelik araştırmalar bulunduğunu, fakirlik nedeniyle ailelerin diğer çocuklarını kötü şartlardan korumak amacıyla bunu yaptığının sanıldığını kaydetti.
“Milli mücadelede kadın erkek birlikte çalıştı”
Kıbrıs Türk kadınının 1963 hadiselerinden itibaren milli mücadelede erkeklerle birlikte mücadeleye katıldığını söyleyen Serdar, her alanda emek verdiklerini belirtti.
Kadınların mücahitlere yemek sağladığını, sağlık alanında uğraştığını, dikimevlerinde terzilik yaptıklarını söyleyen Serdar, “o yıllarda kadınlar hem kadın hem erkek oldu. Milli mücadeleye büyük katkı sağladılar. Gizli dikimevleri vardı ve oralarda da çalışırlardı” dedi.
Serdar, buna rağmen 1960 yılında Kurucu Meclis’te sadece Fatma Azgın’ın görev aldığını belirtti.
Kurtuluş mücadelesine destek için kadın her türlü işi yaptı, desteği verdi.” diyen Serdar, 1974’te de kadın erkek birlikte çalıştığını anlattı.
1951’de medeni aile kanununun çıkarıldığını ve resmi nikahların başladığını dile getiren Serdar, Dr. Fazıl Küçük ile eşi Süheyla Küçük’ün evlenmek için bu yasanın çıkmasını beklediklerini anlattı.
Kadınların yönetim kadroları ve Meclis’te erkeklerden daha az yer almasının nedenleri arasında tüm bunları etkileri olduğuna inandığını söyleyen Serdar, ayrıca erkeklere destek olmak, aile ve anne olma ve aşırı hırslı olmamanın da rol oynadığını belirtti.
“Kadınların üst kademe yöneticiliği ve meclis temsilinde sayısı hala yeterli değil”
Kadınların üst kademe yöneticiliği ve Meclis temsilinde sayısının yeterli olmadığını kaydeden Serdar, bunun çeşitli nedenleri olduğunu belirtti.
Serdar, “Kadının ailesinden bir erkek siyasete girerse o girmez. Çocukları okul çağındaysa maddi ve manevi zamanını ayırmak istemez, ailesini ön plana koyar” diye konuştu.
Günümüzde kadınların eğitim seviyesi ve iş hayatındaki atılımlarının geçmişe oranla daha iyi bir noktada olduğuna işaret eden Serdar, kadından sorumlu bir birimin olmayışının en büyük eksiklik olduğunu söyledi.
Serdar, “Bu birim yasası yokken vardı şimdi yasası var ama yasadaki bir eksiklik nedeniyle atama yapılamıyor. Bu hatayı düzeltmeleri gerekiyor. Bu neden yapılmıyor?” diye sordu.
“Kadına yönelik şiddetle mücadelede basına görev düşüyor”
Kadın yönelik şiddete de değinen Serdar, televizyon ve gazetelerin bunun tetikleyicisi olduğunu, medyanın bu konuda dikkatli olması gerektiğini belirtti.
Serdar, kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik birimler kurulması, kadının hayatını kolaylaştıracak adımlar atılması gerektiğini söyleyerek, buna örnek olarak devlet bünyesinde kreşler açılmasını gösterdi.
Atatürk’ün “Dünyadaki her şey kadının eseridir” sözünü hatırlatan Serdar, kadınların eğitimli olmasının önemine değindi.
Çocukların dili, dini, manevi değerleri, adet, gelenekleri, dini, kültürel değerleri, annelerinden öğrendiklerini söyleyen Serdar, kadınların bu görevlerini bilmesi, uygulaması ve bundan gurur duyması gerektiğini belirtti.
Kadınların çocuklar üzerinde fazla baskı kurmadan düşe kalka öğrenmelerini sağlamaları için çaba harcaması gerektiğini dile getiren Serdar, gençlerin hak ve özgürlüklerini ve geçmişini bilmesinin önemine vurgu yaptı.
Haber: Gözde Süreç Sarı Fotoğraf: Süleyman Önal