“Dünyayı Bugünde Sevmek”* (Hannah Arendt’in Politika Anlayışı)

“Dünyayı Bugünde Sevmek”* (Hannah Arendt’in Politika Anlayışı)

 

Fatmagül Berktay Türkiye’de Hannah Arendt deyince akla ilk gelen, ona dair kapsamlı çalışmaları olan bir akademisyen-yazar. “Dünyayı Bugünde Sevmek”  kitabı ise, yazarın Arendt’in ‘politika anlayışı’nı ortaya koyması bakımından dikkate değer bir çalışma. Yirminci yüzyılın en önemli siyaset teorisyenlerinden  birisi olan ve 1975 yılında hayata veda eden Arendt’in, bugünlerde yeniden gündemde olmasının -olması gerektiğinin- nedenleri ise bizatihî Arendt’in düşünce ve zihniyet dünyasının belirli bir zamana ya da döneme sığdırılamayacak kadar geniş ufuklu ve yaratıcı karakteri olsa gerek. Tam da Berktay’ın belirttiği gibi Arendt okumanın en aydınlatıcı yanı onun “alışılmış kategorilere, sınıflandırmalara, klişelere meydan okuyan ve her olguyu kendi somutluğu içinde analiz eden sarsılmaz bağımsız düşünce çabasıdır.“  Dünyanın yirminci yüzyıl sonu itibarıyla yaşadığı altüst oluşlar sonrası bugün içinde bulunduğu, gerek siyasal/toplumsal ve gerekse düşünce/zihniyet ortamının kaotik konumu göz önüne alındığında, Arendt’in neden hâlâ gündemde olduğu kolayca anlaşılabilir.

1964 yılında Alman gazeteci Günter Gaus’la gerçekleşen ve “Ne kalıyor geriye? Dil kalıyor” başlığıyla yayınlanan söyleşide (Bu söyleşi yakın geçmişte Dipnot Yayınları arasında çıkan ve Arent’in denemelerini içeren “Formasyon, Sürgün, Totalitarizm -Anlama Denemeleri 1930-1954-“ başlıklı çalışmada da yer alıyor) dile getirdikleri arasında şu iki cümle, kanımca Arent’in düşünce dünyasının ve buna bağlı olarak sürdürdüğü yaşam pratiğinin esaslarını ortaya koymaktadır:

“Benim için önemli olan, anlamaktır. Bana göre yazmak bir anlama arayışıdır, anlama sürecinin bir parçasıdır.” Nitekim Berktay da söz konusu çalışmasında Arendt’in bu konudaki duyarlılığının altını çizer ve “Arendt’i okumak ve anlamaya çalışmak, sürekli yeni sorulara açılan, hiç beklenmedik dönemeçlerle karşılaşılan, kimi zaman tedirgin edici de olabilen dönüşsüz bir düşünme labirentine girmek anlamına ” gelir notunu düşer.  Gerçekten de ‘anlama çabası’, ‘yazmak’ ve ‘üslûp’, Arendt’te öne çıkan ve birbirini tamamlayan vazgeçilmez özelliklerdir. Belki en çarpıcı yan ise  bu özellikler toplamından ortaya “şair ile filozof arasındaki bir öykü anlatıcısı” çıkmasıdır ki, bu durum Arendt metinlerine has bir ayrıcalık olduğu kadar, akademik dilin büyük oranda o takır tukur eden, kılçıklı, ruhsuz dili karşısında ‘alternatif bir dil’ olmak bakımından da dikkate değerdir. Bu dilin Arendt’e mahsus bir başka özelliği ise “son sözü söylemeye, tartışmayı sonuçlandırmaya yanaşmayan” bir yanı olması, haliyle “olguların somutluğunun ve çoğulluğunun yakalanmasına izin” vermesidir.

Arendt’in ‘politika’ anlayışı da zaten en başta bu “çoğulluğu” içermektedir. Onun için politika “salt bir iktidar mücadelesi, yöneten ile yönetilen arasındaki ayrım, ya da ekonomik kaynakların bölüşülmesi vb. değildir”. Ona göre “politikanın yer aldığı kamusal alan, her şeyden önce, eylem/söylem ve karşılıklı tanınma aracılığıyla yurttaşların kendi aralarında oluşturdukları  ve kendilerini ilgilendiren kararlara katıldıkları bir çoğulluk uzamıdır.”  Günümüzde ‘makro’ siyasetler yanında en az onlar kadar -hatta belki daha da çok- önem kazanan ‘mikro’ siyasetlerin gerçerlilik kazandığı düşünülür ve yine günümüz demokrasilerinin temel meselelerinin ‘çoğulculuk’, ‘katılımcılık’ ve ‘şeffaflık’ olduğu göz önüne alınırsa,  Arendt’in önceden söylediklerinin bu esaslarla kesiştiği de açıklıkla görülebilir. Siyasete olan güvenin azaldığı, siyasetin ve siyasetçinin kötülendiği -bunun için haklı gerekçeler var kuşkusuz- bugünün koşullarında Arendt’in ‘sahici’ olan politika ile’sahte’ olan poltika ayrımına dikkat çekmesi ise yine ayrı bir önem arz etmektedir. ‘Sahici’ politikayı “özgürlüğü politik alana söz ve eylem ile katılmakta gören ve deneyimleyen, böylece politik birlikteliğin sürdürülmesine doğrudan katılan bir yurttaşlık ideali ile tanımlayan” Arendt, “sahici politika olanağı çöktüğü zaman onun yerini ister istemez, günümüz toplumlarında (çoğunlukla) olduğu gibi, kitle kültürünün desteğinde örgütlü politik yalanların, tahakküm ve hatta şiddetin” doldurduğuna, başka bir ifadeyle ‘sahte’ politikanın ön aldığına dikkat çeker. Ve nihayet siyasetin bugün itibarıyla içine düştüğü açmazdan ve dünyanın ürkütücü kaos hâlinden kurtulmanın yolunun siyaseti ve dünyayı hâkir görmekten (conyemptus mundi) değil, her şeye rağmen, onu yaşanan bir dünya hâline getirmenin mücadelesini içkin, dünya sevgisinden (amor mundi) geçtiğine ısrarla vurgu yapar.

Son söz: Arendt okumak, bugünün dünyasını anlamada, onu daha yaşanılır hâle doğru değiştirip dönüştürme mücadelesinde göz ardı edilemeyecek düşünce zenginliği ve derinliği içermektedir.

*”Dünyayı Bugünde Sevmek”. Fatmagül Berktay. İstanbul: Metis. 2012. 256 s.

Dergiler Haberleri