Feminist Atölye
feministatolye@gmail.com
“Dominik Cumhuriyeti'nin Cibas bölgesinde dünyaya gelen ve Mirabal Kardeşler olarak tanınan üç kız kardeş Patria, Minerva ve Maria Teresa, ülkenin son 30 yılına damgasını vuran Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele veriyordu. 1960 yılının Haziran ayında Clandestine Hareketi'ni kurdular ve diktatörlük karşıtı mücadeleleri ülke çapına yayıldı. Mirabal Kardeşler mücadeleleri boyunca ağır baskılara maruz kalıp, hapis cezalarına çarptırıldılar. 25 Kasım 1960'da üç kız kardeş, diktatörlük askerlerince tecavüz edilerek öldürüldü. Bu tecavüzler kamuoyuna "araba kazası" olarak duyuruldu. Kendileri görmese de, kurdukları Clandestine Hareketi, öldürülmelerinden bir yıl sonra diktatörlüğün sona ermesinde önemli rol oynadı. Mirabal kız kardeşler, özgürlük ve insan hakları için verdikleri mücadeleyle tüm dünyada tanındılar, insan hakları mücadelesi ve kadın hareketinde sembolleştiler. Ölümlerinden 29 yıl sonra, 1999 yılında Birleşmiş Milletler, 25 Kasım'ı "Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü" olarak kabul etti.”
Her yıl düzenlenen etkinliklerde anılan Mirabal kardeşlerin baskı ve şiddet altında geçen hayatları ve cesur başkaldırılarını bitiren acı sonları, 1960’tan beri yanan ateşin tazelenmesi, güçlenmesi ve mücadelenin büyümesinde önemli bir tetikleyicidir.
Mirabal kardeşler bugün yaşamış olsaydı, maruz kaldıkları şiddetin sesi bu kadar duyulur muydu? Acısı o günkü gibi hissedilir miydi? O günkü özgürlük mücadelesinde yarattıkları etki, bugün de hissedilir miydi? Buradan elbette ki yaşanan tecavüz ve cinayetlerin hafife aldığı düşünülmemelidir. Ancak 1960’tan bugüne geçen süreçte, insanlığın gelmiş olduğu duyarlılık yada farkındalık düzeyi sorgulanmalıdır.Yada gelememiş olduğu...
Güç, iktidar ve hırs gibi kelimeler, peşinde şiddeti de sürükler ve şiddet, adım attığı her yeri kasırga gibi tahrip etmeden geçip gitmez. Ne kadar zaman geçtiğinin önemi yoktur. Teknolojinin ne kadar geliştiğinin de. İnsanlığın medeniyet seviyesine de bakmaz “şiddet”, eğitim seviyesine de. 56 yıl öncesi ile bugünü karşılaştıracak olursak, şiddetin her türlüsünün dünyada ne kadar derinlerde kökleştiğinin dehşet tablosunu görmüş oluruz.
• BM raporlarına göre; şu anda kaydı tutulabilen iki milyondan fazla kız çocuğu ve kadın “dünya seks endüstrisi”nin köleleri olarak dolaşımdadır.
• Hindistan'da halen "Sati" geleneğine uyarak kendisini kocasının cenazesinde yakan kadınlar mevcuttur. Hint yasalarınca Sati'ye teşvik edenlere idam cezası verilmektedir.
• ABD'nin Irak'a müdahalesi sırasında ilk 5 aylık sürede 20 bin kadına tecavüz edilmiştir.
• Kongo'da Fransız vatandaşı olan BM askerlerinin tecavüzleri, BM deki İngiliz askerlerin Kenya’da bulundukları süre içinde yüzlerce genç kıza tecavüz etmiş olmaları sebebi ile sayısız davaların açılmaya başlanması üzerine, Kofi Annan Şubat 2005'te BM bünyesinde çalışan bütün “barış koruyucu”larının bulundukları yerlerdeki sivil halkla “sosyalleşmelerini” yasaklayan bir genelge yayınladı. Konu ile ilgili raporlara göre Kanada ve İtalya askerlerinin Somali de yaptığı işkenceler, Burundi, Haiti ve Liberya'daki tecavüzlerle ilgili soruşturmalar da sümektedir.
• Nijerya’da kuzeyde hükümet güçleriyle silahlı grup Boko Haram arasındaki çatışma, Boko Haram’ın Çibok kasabasında 276 kız öğrenciyi kaçırmasıyla bütün dünyada manşetlere taşındı. Bu, grubun sayısız suçlarından sadece biriydi. Nijerya güvenlik güçlerinin ve onlarla çalışan kişilerin, Boko Haram mensubu veya destekçisi olduğunu düşündükleri kişilere karşı işledikleri korkunç suçlar ise o kadar fark edilmedi. Yaşanan işkence, tecavüz ve toplu katliamlar dünya basınında neredeyse hiç yer almadı.
• 1992-1995 yılları arasında gerçekleşen Bosna Hersek savaşı sırasında yaklaşık olarak 50 bin kadın tecavüze uğramıştır.
• Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, bölgenin tamamında kadınlar ve kız çocukları hem yasalar karşısında ve resmi politikalar sonucunda ayrımcılığa uğradı, hem de cinsel ve diğer şiddet türlerine karşı yeterli şekilde korunamadı. Bu ayrımcılık 2014’te iyice belirginleşti ve iyileşmeye dair çok az işaret görüldü. Mısır’da erkeklerden oluşan gruplar, Kahire’nin Tahrir Meydanı çevresindeki sokaklarda kadın göstericilere saldırdı ve cinsel tacizde bulundu.. Hem İran, hem de Suudi Arabistan hükümetlerinin kadınhakları konusunda sicili korkunçtu. Birçok kadın hakları aktivistinin son yıllarda gözaltına alındığı veya cezaevine gönderildiği İran’da yetkililer, bazı spor müsabakalarına seyirci olarak gitmeleri resmi olarak yasaklandığı için eylem yapan kız çocuklarını ve kadınları gözaltına aldı. Suudi Arabistan’da yetkililer resmi araba kullanma yasağına karşı gelmeye kalkan kadınları ya gözaltına aldı ya da tehdit etti. İki ülkede de yetkililer ayrıca kadınlar için sıkı kıyafet ve davranış kuralları şart koştu ve zinayı ölümle cezalandıran kanunları kaldırmadı. Yemen’de kadın ve kız çocukları erken yaşta ve zorla evlendirilmeye devam ettiği gibi, bazı vilayetlerde de kadın sünneti oranı hala yüksekti. Hükümetlerin, kadın ve kız çocuklarını cinsel şiddet ve aile içi şiddetten korumak adına sergiledikleri genel başarısızlıklar arasında, Irak’taki İD kuvvetlerinin, etnik veya dini azınlıklardan belki binlerce kadın ve kız çocuğunu zorla kaçırıp aralarında İD’nin de bulunduğu silahlı grup mensuplarına “eş” ya da köle olarak satma şeklindeki aşırılıkları yeni bir dip noktası oluşturdu; ama dini liderler bu durumu hafif bir şekilde kınamanın ötesine geçmedi.
Bu rakamların sıralandığı listelerle sayfalar doldurulabilir. Ancak buradaki korkutan gerçek satırlar dolusu kelimelerde yada rakamlarda değil, insanın içindeki şiddet duygusunun yıllar geçse bile törpülenememesindedir. 59 yıl önce yaşananla günümüzde kadına karşı uygulanan şiddet ve bu şiddettin yaşamın sonlandırılmasına kadar varması, aynı derecede can yakıcıdır. Ancak 59 yıl önce olduğu gibi bugün de bu şiddet sarmalı kalıcı bir değişime yol açamamaktadır. Bu şiddet sarmalına karşı ayakta kalabilmek çoğu zaman bireysel bir direniş, bazen de örgütlenmiş kadınlar sayesinde mümkün olabilmektedir.
Yıllar öcne bir sözlü görüşmede yaşlı bir kadın çocukluğundan beri birlikte yaşadığı Kıbrıslı Rum bir kadının çığlıklarının ruhunda açtığı derin yaraları anlatmıştı bana. Sadece tecavüze uğrayan çocukluk arkadaşı, komşusu değil, kendi de iyileşmemişti yıllar içinde. Arkadaşını yok saymış, unutmak istemişti. Bu şekilde ona yardım edememenin yarattığı suçluluk duygusunu örtmeye çalışmıştı. Olmamıştı. Çığlıklar her kapalı odada kulaklarında çınlamıştı yıllar boyunca. Deli sorular gelmişti aklına inandığı her şeyi sorgulatan.
Bu coğrafyadan çok uzaklarda, yakınlarda belki yanıbaşımızda gizlenen çığlıkları duyabilmemimiz için insan gözümüzle bakmamız yeter oysa. O çığlıkları duyabildiğimiz gün şiddete karşı örgütlenmenin de yolunu açmış olacağız.
- Ne ? ? Şiddet bizimle mi doğar ?
İnanmayın o bir deli saçması...
https://www.bilka.org.tr
Uluslararasi Af Örgütü Raporu 2014/15
Koral Özkoraltay
koralozkoraltay@yahoo.com
------------------------------------------
CADI SÜPÜRGESİ
Aldığı kararların nelere mal olacağının öngörüsünden uzak, kendi fikrini üretme yeterliliğine sahip olmadığı için Türkiye güdümünden çıkamamış Hükümet yetkililerinin, sabah namazı niyetine cenaze namazlarına sebep olan şuursuz kararlarını bir an önce geri çekmelerini ısrarla tekrarlıyoruz. Bu yolların güvenliğini sağlamakla sorumlu tüm yetkilileri, yıllardır toplanan vergilerin ne yol ne de ışık olarak bize geri dönmesini engelleyip, ceplerine doğru yol açan tüm sorumluları süpürgemizle süpürmek istiyoruz. Ölüm sessizliği değil, barış şenliği beklediğimizi ümitle haykırıyoruz.
------------------------------------------
Malumatı Nisvan
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), eski Demokratik Kongo Cumhuriyeti Devlet Başkan Yardımcısı Jean Pierre Bemba’yı, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde 2002-2003 döneminde savaş ve insanlık suçu işlediği gerekçesiyle mahkûm etti. Tarihi kararda mahkeme ilk kez tecavüzü savaş suçu olarak gördü.
Daha fazla: https://tr.sputniknews.com/afrika/201603241021713357-ucm-tecavuz-kongo-bemba-afrika/
------------------------------------------
Mor Kitaplık
Masallar ve Toplumsal Cinsiyet
Yazar: Melek Ö. Sezer Yayınevi : Evrensel Basım Yayın
Timsahlarla aynı ırmakta yüzmezsiniz, vahşi bir ormana silahsız dalmazsınız, bir aslan karşı dağdan bile kükrese kaçarsınız. Ama yemyeşil bir kırda uzanıp göğe bakarken rahat; çimlerden yavaş yavaş zerkedilen bir zehir varsa, savunmasızsınız. Belki de masallarla mışıl mışıl uykuya dalarsınız. Derken günü gelir sorarsınız: Bir ölü olan Pamuk Prenses'in öpülmesi neden bizi dehşete düşürmez? Yalnızca basit bir öpücük boğazındaki elmayı nasıl çıkarır? Yoksa ima edilen bir sarsılma mıdır? Hansel ve Gretel'in aileleri tarafından fakirliğe çare olarak ormana atılmaları ve haneye tecavüz, yamyamlık, cinayet, hırsızlıkla devam eden maceralarının anlamı nedir? Cam tabut, camdan papuçlar ve peri kızlarının kuğu kanatları çalınınca evlenmeye mecbur olması ne anlama gelir? Elmanın yalnızca kırmızı tarafının zehirlenmesi, kırmızı papuçları sevdiği için ayakları kesilen Karin, Kırmızı Başlıklı Kız… Kırmızı neyin simgesidir? Masallarda işlenen kodlar, yetişkin yaşamımızda bizi nasıl etkiler? Bu masal analizi kitabında aslında hep bildiğiniz şeylere şaşıracaksınız.
https://www.bilka.org.tr/