‘Duran adam’ ve sosyal transformasyon

Sami Özuslu

 

Yaşamakta olduğumuz yüzyıl, düşünsel olarak geride bıraktığımız yüzyılın gölgesinde kalmaya devam ediyor.
21’inci yüzyılı hala 20’nci yüzyılda yapılan tespitler, değerlendirmeler ve ortaya konulan görüşlerle oluma alışkanlığı terkedilmiş değil.
Aslında zamanı yüzyıllara göre kategorize etmek çok doğru olmasa gerek. Bunun yerine bilimsel, teknolojik, sosyolojik, jeostratejik bakımdan devreleri deeğrlendirmek daha doğru olacak.
Zaman bir düz çizgi gibidir aslında... Dünüyle, yarınıyla beraberdir bugün... Birini diğerinden bıçakla kesip ayıramazsınız.
2010’lu yılların geçmiş teorilerle ve deneyimlerle izah edilme gayreti en çok da o dönemlerde yaşayanların bugünelerde de ‘yönetici’ kadrolar arasında yer alıyor olmasından kaynaklanıyor.
Burada ‘eski-yeni’ kavgasını açma gibi bir derdim yok. Zaten bu durum sadece bugüne dair bir tespit de değil... Bundan 50 yıl öncesinde de yönetici kadrolar, kendi yetiştikleri dönemin konjonktürüne göre düşünsel yapılarını oluşturmuş, haliyle ilerleyen süreçte o koşulların değişimine uymakta zorlanmışlardı.
Yani kimse üzerine alınmasın.
**
Toplumlar sürekli değişiyor. Bizim toplumumuz da değişiyor. Bu değişimi anlamak, ona göre davranmak önemli...
Dünya da değişiyor. Dünyayı doğru anlamak, topluma yön verme iddiasında olanların dorğu yolu önce bulmalarını, sonra da o yolu topluma göstermelerini sağlar.
Eğer eski mantıklar, alışkanlıklar, değerler ısrarla devam ettirilmek istenirse ‘toplumsal reflü’ hastalığı ortaya çıkar. Bunun en belirgin sonucu siyasal yaşama küsmek, devlet otoritesine tepki duymak ve giderek umutsuzluğa yelken açmaktır.
Tüm bunlara bir de ‘nev-i şahsına münhasır’ sorun ve sıkıntılar eklenirse vay o toplumun haline!..
**
Türkiye’de yaşanan eylemler zinciri ve devletin uyguladığı dengesiz şiddet olayları birçok mesajın içerisinde toplumsal transformasyonu da içeriyor.
Türkiye’yi yönetenler kendi halklarının değiştiğini, dönüştüğünü anlamış gibi görünmüyor. Yahut o değişimi görmek, kabullenmek istemiyor.
Merkeziyetçi, muhafazakar, otoriteye tapan, dini vecibeleri tamam, az ile yetinmeye, şükretmeye alış(tırıl)mışt bir toplumun ayaklanması herkese sürpriz geldi.
Tazyikli suya karşı duran kırmızı elbiseli genç kızın ruh halini nasıl izah edersiniz ki bu yaklaşımla?
Yahut biber gazı sıkılacağını bile bile çocuklarını alıp meydana giden annelerinkini?
En son ‘trend’, şu Taksim’de ayak üstü 8 saat hareketsiz kalan delikanlının zeka dolu eylemini?
Hangi doktrinle, hangi ideolojiyle açıklanabilir ki tüm bunlar?
**
Değişim esastır. Dünya değişiyor. Topumlar değişiyor. Teknoloji değişiyor.
Bunların toplamında insanın düşünceleri de, dünya görüşü de değişiyor.
Toplumlar dönüşüyor.
Bunu görmnek, yakalamak gerekiyor.
Türkiye deneyimiyle buradaki transformasyonu izlemek, incelemek gerekiyor.
İnsan davranışlarında neler var?
Gençler bu ülkeden ne bekliyor?
Kadınların yaşama, işe, siyasete, dünyaya bakışları nereden nereye geldi?
Ve çocuklar...
Onlar etraflarındaki bilgisayar, televizyon, oyuncak aleminden nasıl bir dünya kurguluyorlar zihinlerinde...
‘Savaş’ mesela ne anlama geliyor onlar için?
Ya da ‘mücadele’ ne demektir acaba bugünün gencecik bireyleri için?
Transformasyon sürüyor büyük bir hızla...
Ve hiçbir şey bizim algıladığımız gibi değil belki...