İki küçük çocuklu kayıp eşi Agni H.’nin anlatısı
Magda Zenon
(Çeviren: Nancy Antoniou & Doğuş Derya)
1974 Ağustosunda kocamın kaybolmasının ardından geçen yıllara bakarsam, içimdeki en baskın duygu, mutlak belirsizlik duygusudur. Kocamın kaderi ile ilgili bir belirsizlik duygusu… Ölüm haberi ile mi uyanacağım? Mezarını mı bulacağım? Yoksa aniden evimizin kapısı açılacak ve O, canlı ve güler yüzü ile görünecek mi? Kocamın kaderi gibi benim ne olduğum ve durumum da belirsizdi. Ben geliri olmayan, dul bir “kayıp eşi” miydim?
Belirsizlik iki oğlumun sorusuna cevap vermeye gelince de ortaya çıkıyordu: Babaları neden kayıptı? Bu kayıptan kim sorumluydu? Çocuklarıma verecek cevabım yoktu. Eksik kalan ailemiz, bu belirsizliği hem psikolojik hem de ekonomik düzeyde yaşıyordu ve bu duygu gibi, hayatımın içinde iki oğlum hiçbir şey olmamış gibi büyüyorlardı.
Eşim çok tatlı, pozitif, akıllı ve nazik bir adamdı. Kaybolması yüreğimde derin bir sızı olarak kaldı. Öyle bir sızı ki, 2 küçük çocukla hayatımın normal akışına devam etmek için hep saklamak zorundaydım. Yurdumuza kötülük getirenlerin kimler olduğunu biliyordum ve onlardan nefret ediyordum. İçimdeki korkunç yalnızlık sürerken, etrafımda devam eden hayata tutunabilmek için çocuklarımı büyütmeye odaklanıyor, bunun için çabalıyordum. Bütün zorluklara rağmen çocuklar bana keyif veriyordu- eşimin hiç tadamayacağı, tatma imkanı olmayacağı bir keyif.
1974 yılında olanları, her kesim kendisine göre yorumlayıp durumdan istifade etti ve bu durumdan istifade etmeye çalışanlar hala var. Temmuz olaylarını kendi yorumları ile anlatıp, bu olayları kendi çıkarları için kulanlar da oldu. Kıbrıs ve yurt dışındaki elçiliklerde, yüzlerce Kıbrıslı Rum kayıp yakınlarının sesleri duyuldu. Ağrılarımız, korkularımız ve kaygılarımız birbirine benziyordu ama, herkes evinin kapısından içeriye girdiğinde, kapısını kapattıktan sonra kendi dramı ile baş başa kalıyordu.
Belki kalbimdeki “özel” acıyı dinidir, boşaltırım diye psikoterapiye de başvurup, içimdeki kin ve şikayet nehrine kaynaklık eden ağır üzüntüden ve acıdan kurtulmaya çalışıyordum. Ve biliyordum ki verdiğim her ses aslında sağır kulaklarda son buluyordu. Dürüst olalım, bunca yıl yaşadığımız görünmez acıya hükümet bakmıyordu, bizleri rahatlatacak ipuçları vermiyordu.
Bütün hükümetler, her uluslararası toplantıda ya da bir resmi ziyaret öncesinde ve sonrasında, bizleri resmi söyleminin dekoru yapmak için topluyordu. Siyasiler, seçim dönemlerindeki tartışmalarda bizlere gelip Parlamento’da kayıplar ile ilgili takip komisyonu kurulacağını söylüyorlar ama sonra bu sözler sihirli bir şekilde kayboluyordu.
Geçenlerde bana kocamın kemikleri uzatıldı. Onun kemiklerini almak önce bana ve çocuklarıma ruhsal bir rahatlama getirdi ve o yaşadığımız belirsizlik dönemine son vererek yeni bir dönemi başlattı. Fakat bu sefer de yeni sorular başladı: Onu kim, nerede, nasıl, ne zaman öldürmüştü ve bütün sorulardan da öte, NEDEN öldürmüştü?
Kocamın bulunmasının hemen ardından bir uzman psikolog bizi ziyaret edip destek verdi. Koca 40 yıl içerisinde devletin bana verdiği destek sadece bu. 40 yıl…
Şimdi çocuklarım büyüdüler ve biz hep birlikte tartışıp birbirimizi destekliyoruz. Şimdi Kıbrıslı Türk kayıp yakınlarının yaşadıklarını biliyorum. Ve geriye, tarihe dönüp yeniden baktığımda dilediğim tek şey kötü ihtiraslardan ve misillemeden uzak yeni bir ada kurabilmek. Bizim neslimiz yaşadı; tarifsiz trajedilerle, sevdikleri eksilerek kayboldu bir nesil. Kayıp erkeklerinin akıbetinin belirsizliği ile özellikle biz kadınların hayatı durdu. Ve bizler, Kıbrıslıların son durgun nesli olarak, bir tedavi umuyoruz. Bu tedavi keşke insan pahasına yaptığımız hatalardan, kaderimizi belirleyen aptallıklardan çıkardığımız acı ama kıymetli bir ders olarak gençlere verilebilse. Bir daha bunların yaşanmaması için örnek olacak bir tedavi olabilse.