İyiliği de besleyen bizleriz...
Kötülüğü de...
* * *
Nedense, hep “olumsuz”u öne çıkarmak gibi bir ruh halinde yaşıyoruz.
Birbirimizin “güzelliklerini” izlemek yerine, “açıklarını” arıyoruz, dikkatle...
Yanlışlarını...
Eksikliklerini...
“Kötü” huylarını...
* * *
Bir başkasının “eksiği” ile var olmaya çalışıyoruz...
Kendimize değil, “ötekine” yoğunlaşma...
“Güzelliğe” değil, “çirkinliğe” odaklanma...
“Umudu” değil “umutsuzluğu” körükleme gibi bir hastalık bedenden bedene, yürekten yüreğe, akıldan akıla yayılıyor hızla...
* * *
İlla ki birilerinin sırtına basmak gerekmez, yükselmek için...
Kendi basamaklarımızı yaratabiliriz, emekle...
Bilgiyle ve akılla, tırmanabiliriz hedeflerimize...
İşbirliğini, hoşgörüyü, üretimi “kanat” yapabiliriz kollarımızın altına, geleceğe uçmak için...
* * *
Bu coğrafyada birlikte yaşamaya mecburuz....
Dili, dini, kültürü, ideolojisi, rengi, rozeti, doğumu, aksanı, kültürü ne kadar farklı olursa olsun, hepimiz...
Evet, birlikte...
Bir başkası için kazdığımız her kuyu, bir gün önümüze çıkacaktır mutlaka...
Ve düşeceğiz, yoktur kaçarı...
Gün gele, kendi kazdığımız kuyulara!..
Meclis’te sayılmak!
Meclis’te, ÇAKICI kavga etmiş, şiddet görmüş, şov yapmış, kızmış, gülmüş...
Müş miş muş...
* * *
MECLİS’te bir parti ya da vekil saygı görmek istiyorsa, yapması gereken nettir:
“TOPLUM SORUNLARINI MECLİS’E TAŞIMAK...”
Ama bununla da yetinmemek.
Yol göstermek, çözüm önerileri ortaya koymak...
* * *
Bunun için de daha fazla YÜZLEŞMEK gerekiyor gençle, yaşlıyla, işçiyle, çiftçiyle, öğretmenle, hekimle, işsizle, akademisyenle...
Lefke’deki... Çatoz’daki.. Aysergi’deki..
Karpaz’daki... Maraş’taki... Girne’deki...
Haspolat’taki... Elye’deki... Vadili’deki...
İşsiz gencin...Tarladaki emekçinin... Sanayicinin...
Öğrencinin... Bir tezgahtarın, veznedarın...
Bir memurun, engellinin...
Bir hekimin, demircinin...
Toplumun her kesiminin sorunlarını dinler, birebir örneklerle Meclis’e taşır, çözüm önerir, takipçisi olursanız, işte o zaman gerçekten saygı görürsünüz...
İstediğiniz kadar olay yaratınız.
Tüm kameraları üzerinize çeviriniz.
İstediğiniz kadar bağırınız, çağırınız, kendinizi yerlere atınız...
Birkaç gün konuşulur, o da belirli bir çevrede...
Gülerler, kızarlar ama “güvenmezler” size...
Eğer kendinize oynar, toplumun yaşamına dokunmazsanız, “geçici alkışlar” alırsınız sadece...
Hangisi?
TDP Genel Başkanı Çakıcı’ya, perde gerisinde, iki seçenek sunulsaydı.
1) Kürsüde, dilediğiniz kadar konuşunuz, kimse ses çıkarmasın ve sizi engellemesin, düşüncelerinizi özgürce açıklayınız...
2) Kürsüde siz konuşurken, Meclis Başkanı sözünüze son versin, UBP’li vekiller gelsin, tekme tokat sizi aşağıya atsın, medya da tüm bunları görüntülesin.
* * *
Hangisini seçerdi?
Bu sorunun yanıtı, önemlidir!..
Bir düşününüz...
Kim?!
Özel Temsilci, bizim Meclis’teki vekillerin kendisini temsil etmediği yazmış, internette...
Bunu anladık da.
“Vekaletini” kime verdi, onu anlamadık daha!..