“Kendimizi tanımıyoruz. Biz ki insan olarak tanıyan ve bileniz, kendimizi tanımıyor, bilmiyoruz.
Bunun temel nedeni şudur: kendimizi hiçbir zaman aramadık ki, bir gün bulalım.”
Bu cümleler Friedrich Nietzsche’ye aittir.
Alman düşünüre göre, kendimize yabancıyız, çünkü yaşadıklarımızı derinlemesine düşünmeye, vakit, yürek ve akıl ayırmıyoruz.
Kimiz? Nereden gelip nereye gidiyoruz? Bu ve bu gibi soruları sormuyoruz bile.
Bir şeyler yaşıyoruz, bir şeyler oluyor ama ne yaşadığımızın farkında değiliz.
Bazen “ne oldu böyle, başımıza neler geldi” diye aniden irkiliyoruz ama bu sorulara yanıt veremiyoruz.
Çünkü kendimize uzak, kendimize yabancıyız.
Böyleyiz, çünkü hayatın akışı içinde durup yaşadıklarımızı sorgulamıyoruz. Derinlemesine irdelemiyoruz. Duygularımızın ve akıl yürütme biçimimizin kaynaklarına inemiyoruz, bunları sorgulamıyoruz. Gezgincinin bir an durup araziyi taraması gibi bir tarama yapmıyoruz.
Ülkemizin sıcak 1974 yazının üstünden 45, soğuk 1963 kışının üstünden ise 56 yıl geçti.
Yani, yarım asırdan fazla bir süreden beri hiçbir normal güne uyanamadık.
Küçük, çok küçük bir ülkede yaşıyoruz. Sınırları çoktan kaldırmış Avrupa Birliği içinde yer alan ama tel örgülerle bölünmüş bir ülke. Karada, havada ve denizde her an kavga etmeye hazır askerler var.
Düşünmeyen bir ülkeyiz biz.
Örneğin, siz Kıbrıslı Rumlar, nereden gelip nereye gittiğinizi düşünüyor musunuz?
On yıllarca metafizik bir ülkünün peşinde koştunuz. Kendinize ve ülkeye zarar verdiniz. Sonra, kurulan bağımsız devlette Kıbrıslı Türklerin haklarını “aşırı imtiyaz” olarak gördünüz ve kavga çıkardınız. Şimdilerde de, ülkenin berbat hale geldiğini görmezden gelerek, hala Kıbrıslı Türklerle iktidar paylaşımına yanaşmıyorsunuz. Geç keşfettiğiniz devlet milliyetçiliğine hapsolmuş, etrafınızda olup biteni, hatta kendi başınıza gelenleri ve gelmekte olanları görmüyorsunuz. Çünkü düşünmeden yaşıyorsunuz...
Ya siz Kıbrıslı Türkler?
Siz nereye doğru yol aldığınızın farkında mısınız? Sert milliyetçilik yaptınız ve küçük ülkenizin bölünmesi için mücadele ettiniz. Fakat geldiğiniz yere bakın! Varoluşunuzun ömrünü tamamlamak üzere olduğunu alıyor musunuz? Olmayan bir devletin uyduruk milliyetçiliğini yaparak gülünç duruma düşüyorsunuz. Her gün güçten düşüyor, acizliğiniz biraz daha büyüyor ama sizi nüfusuyla, ekonomisiyle ve askeriyle kuşatan devletin imparatorluk hayalleriyle donatılmış milliyetçiliği karşısında deve koşu gibi başınızı kuma sokuyorsunuz. Fiili ilhak koşullarında yaşıyorsunuz, seçilmişler giderek daha büyük oranda atanmış memurlara dönüşüyor. Ama siz onların kapılarında çocuklarınıza istikbal arıyorsunuz.
Evet, burası düşünmeden yaşayan bir ülkedir. Burada kimse bir an durup kendi içine ve etrafına bakmıyor.
Ve elbette düşünmeden nasıl yaşanılırsa, burada da öyle yaşanılır...