Geçenlerde Lefkoşa Dereboyu’ndaki Orman Dairesi’nin fidanlığına gittim. Kızım dut ağacı istedi, kara dut… İsteğine uymamak olmazdı. Gittim almak için…
Girmeden kaldırım üzerinde bir kadın oturuyor, uzun yıpranmış elbisesi, başında yarı örtülmüş, yarı düşmüş çemberi, “bakar mısın?” dedi.
Kıyafet birşeyler söylüyor ama elini açıp da dilenmiyor.
“Evet?” dedim.
“Türkiye’den geldim, yiyecek birşeyim yok” dedi.
Elini açmamış ama izah yaparak dileniyor.
“O zaman neden Türkiye’den çıkıp geldin?” diye sordum ama içimden…
Gerçekten de Türkiye’den çıkıp gelen ama cebinde yiyecek alacak parası olmayan biri ülkeye nasıl girer?
Yok eğer gerçekte öyle bir şey yok da yeni geliştirilen bir dilenme biçimi mi, bir tür çalışma yöntemi mi bu acaba?
Yoksa memlekette dilenci çeteleri var da farklı yöntemlerle farklı noktalara mı konuşlandılar?
Çünkü farklı yerlerde farklı biçimde dilenenler de görüyoruz zaman zaman…
Hatta çoğalan biçimde…
Bununla ilgili bir önlem çalışması var mı merak ediyorum yoksa “bırakınız yapsınlar” mı deniyor!..
***
Neyse biz dut ağacından girmiştik konuya, “kara dut fidanı” sordum görevliye… “Dut fidanı var ama siyah değil, kırmızı” dedi. Kırmızı da pişince siyah olur diye düşündüm, aldım. Şimdi sonbaharı bekliyorum dikmek için… Ayyorgi’de annemin evine dikmek durumundayım bahçesi olduğu için… Benim apartman dairesindeki balkonda saksı içinde dut ağacı büyütmek kolay olmaz herhalde!..
Şuraya gelmek istiyorum aslında;
“Dikilmiş bir ağacın olsun” denir ya… Gerçi başka amaçla söylenmiş ama gerçek anlamında alırsak güzel bir şey, hem de çok. Yine oturduğum apartmanın bahçesine 20 yıl önce diktiğim çam ağacı şimdi apartmanın boyunu geçerken büyük bir haz duyuyor insan… Yanındaki iki süs ağacı dediğimiz yine çamın boyundaki ağaçlar ve kaldırıma diktiğim palmiyeler… Apartmana ilk yerleşeniz ve o ağaçlar da o yılların simgesi… Yeşil Barış Hareketi olarak defalarca yaptığımız fidan dikimlerindeki o küçücük fidelerin şimdi kocaman bir ağaca ve bir ormana dönüştüklerini görmek gibi de keyif veren birşey yok herhalde…
Ama o fidanların, o ağaçların zarar görebileceği, kuruyabileceği, betonlaşmaya kurban gidebileceği, bir sorumsuzun çıkarabileceği bir yangında kül olabilecekleri akla gelince bir o kadar da içi cız ediyor insanın…
Çünkü onların büyümesine yardımcı olup bir anda gittiklerini görebilme endişesi önemli bir varlığını kaybetme duygusu veriyor insana…
***
Onları korumak istiyor, ondan sonra geleceklere bırakmak istiyor, çoğaltarak emanet etmek istiyor… Yaşadığı yeri, memleketi güzelleştirmek, sağlıklı hale getirmek istiyor…
Daha güzel bir ülkede yaşamak için, siyasetin ve Kıbrıs’ta çözümün yanında başka şeylere de ihtiyaç var. Ekonomi lâzım, üretim lâzım, demokrasi lâzım, iyi idare lâzım ve tarım da lâzım, yeşil de lâzım, ağaç da lâzım…
Şimdi “yiyecek param yok” diye dilenecek duruma düşenler, belki o zaman büyümüş bir ağacın gölgesinde cebinde parası huzurlu bir şekilde parkta oynayan çocuklarını seyrediyor olacaktır.
0.003 TL
Geçtiğimiz hafta yine bu köşede hükümetin plajlarla ilgili hatırlatmasını yazmış ve plaj işletmecilerinin bu hatırlatılan yasanın işlerliğini nasıl hayata geçireceklerini sormuştuk. Sorarken de işletmecilerin plaj girişinde bilet kesme yerine kullanılan hizmetin karşılığı plajda para almasını istemiştik. Tabii bu paranın miktarını günün şartlarına uygun hale getirirsek şemsiye-şezlong veya hizmet bedeli 3 lira, 5 lira diyebiliriz. “Benim plajım lüks” diyenler için de bir tavan fiyat belirlenebilir. Ancak birkaç gün önce Girne Mahkemesi’nde verilen bir kararda plajda hizmet karşılığının 0.003 tl olduğu yazıldı. Yani plaja giden bir kişi şemsiye, şezlong ve duş kullanacaksa 0.009 tl ödeyecek. Bir de oto park ücreti olsun, onunla 0.012 tl… E öyle bir para yok şimdi. Ödeyecek olan öyle bir para bulup ödeyemez, bütün para verecek, e o zaman görevli ne yapacak? 50 kuruş bulup ödeseniz bile o biçilen ücretten kat be kat fazla olacak! Gerçek ama şaka gibi… Elbette ki sayın Yargıç yasalarda yazan miktara baktı, kararını ona göre verdi. Yargıç kendine göre bir miktar belirleyemezdi. Ne yazıyorsa o… Ama o yazılan taaa 1993 yılından kalmış. Yani hükümetimiz plaj işletmecilerine yasayı, yani denizlerin halkın malı olduğunu, ancak hizmet karşılığı para alınabileceğini hatırlatırken bir de hizmet bedelini tekrar belirleseydi keşke!..
Bizden heyecanlar…
Yenicami de şampiyon oldu ama Galatasaray’ın şampiyonluğu kadar yaşamadı Kıbrıs o heyecanı… İyi, güzel tabii Fenerbahçe’nin de, Beşiktaş’ın da maçları, şampiyonlukları, başarıları hayata başka bir heyecan katıyor, özellikle uluslararası heyecanlar çok daha katmerli… Ama benim ülkemin başarılarının daha bir ön planda olduğu günleri de aramıyor değilim.
Asker ve yılan
Dün Yenidüzen’de okuduğum askeri ısıran yılan hikâyesi bütün gün beni güldürdü. Lefkoşa Hastanesi Başhekimi Bülent Dizdarlı’nın anlatımıyla okuduğum haberde ısıran yılanı da beraberinde acil servise getiren askerin tedaviyi de oruçlu olduğu için reddetmesi haberine dakikalarca hatta aklıma geldikçe de sürekli güldüm. Okumadıysanız https://www.yeniduzen.com/acile-yilanla-birlikte-gitti-102538h.htm adresini tıklayın, eminim çok güleceksiniz.
"Var olmak algılamaktır. Ağaçlar algılayan birileri olduğu sürece vardırlar. Ormanda bir ağaç devrilse kimse duyar mı?"
George Berkeley