TÜRK LİRASININ 2018’DE STERLİN VE DOLAR KARŞISINDAKİ DEĞER KAYBI
1 Ocak 2018’den 13 Ağustos 2018’e kadar Türk Lirasının Sterlin karşısındaki değer kaybı, yani yaşanan devalüasyon tam %77 olmuştur.
Bakınız, 1 Ocak 2018’de 1 Sterlin 5.10680 Türk Lirası iken, dün 14 Ağustos’ta en düşük 8.2045 ve en yüksek 8.8851Türk Lirası olmuştur. Bu da 1 Ocak-14 Ağustos 2018 arasında Türk Lirası’nın Sterlin karşısındaki değer kaybının en düşük %61, en yüksek %74 olduğunu göstermektedir
Son 3 ayda ise 1 Sterlin en düşük 5,7075 ve en yüksek 9,0524 Türk Lirası karşılık buldu. Buradan hareketle son 3 ayda Türk Lirası’nın Sterlin ile karşılaştırıldığında gerçekleşen en düşük ve en yüksek değerleri arasındaki değer kaybı da %59’dur.
1 Ocak 2018 Sterlin-Türk Lirası kuru ile son 3 ayın en düşük değeri arasındaki değer kaybının %12 olduğu da dikkate alındığında son 3 ayda ne kadar yüksek bir devalüasyonla karşı karşıya olunduğu görülebilir.
Yaklaşık 1 ay önce 10 Temmuz’da 1 Sterlin 6.06250 Türk Lirası iken, dün de en yüksek 8.8851 Türk Lirası’na çıktığından, Sterlin karşısında Türk Lirası değer kaybının %62 gerçekleştiğini görüyoruz.
Sterlin-Dolar paritesinde ise 1 Ocak-14 Ağustos 2018 arasında durum şöyle seyretmiştir:
1 Ocak’ta 1 Sterlin=1.35391 Dolar iken, 14 Ağustos’ta, yani dün, 1 Sterlin=1.2743 Dolar olmuştur. Buradan da Sterlin’in Dolar karşısında 2018’deki değer kaybının %6 olduğu görülmektedir. Aynı dönemde 1 Dolar 3.75 Türk Lirası’ndan 6.53 Türk Lirasına fırlamıştır. Yani Türk Lirası Dolar karşısında %74 değer kaybetmiştir. Sterlin, Dolar karşısında bu dönemde %6 değer kaybetmesine karşın, Türk Lirası karşısında Dolar’ın kazandığından daha fazla değer kazanmıştır.
Özellikle Kuzey Kıbrıs’ta neredeyse her şeyin dövize endekslenerek satıldığı dikkate alındığında, yaşadığımız durum hiç de iç açıcı görülmemektedir.
Bir malı satın alan tüccar veya çiftçi veya üretici, borcunu ödeyebilmesi için, maliyet üzerine %50 mi, %60 mı yoksa %70 ya da %80 mi koyup mu satacak?
Bu fiyata satmazsa, sattığı malı yerine nasıl koyacak?
Satmazsa nasıl borç ödeyecek?
Ödeyemez...!
Peki ya halk?
Halkın halini hiç konuşmayalım!
Bütün bu yaşanan gelişmeler ve süreç zarfında ise, bankaların kârlarının artarak devam etmesi normal bir durum mu? Akıl kârı mı?
Bankalar elbette ki kâr etsin. Bütün bu olumsuz gelişmeler üzerine sakın ha bir de bankalar krizleri yaşanmasın. Bankaların güçlü olması herkes için kesinlikle bir güvencedir. Ancak bankalar kâr ederken esnafa, zanaatkâra, hayvancıya, girişimciye de kazandırmalı değil mi?
Elbette ki kazandırmalı, fakat işin rengi hiç de öyle görünmüyor. Ekonomiden bankalar sistemine giren paralar, bankalar tarafından yeterince yatırımda kullanılmıyor...
Öyle bir sektör düşünün ki, kârları diğer bütün sektörlerden oldukça daha yüksek ...
Neredeyse hesapsız ve kitapsız, ülke kalkınmasına dönük olarak sanki plânsız ve programsız bir borç verme müessesesi!
12 milyarlık Merkez Bankası sermayesinin 9 milyarı borç !
KKTC günden güne ve yıldan yıla ağır bir borç yükünün altına girerken, sektörlerdeki işletmelerin hatırı sayılır bir kesimi de birer birer ya kapanıyor ya da borçları giderek katlanıyor.
Bir düşünelim bakalım, var mı bu coğrafyada herhangi bir banka yatırımcı kuruluşlara yarı yarıya ortak olan?
BORÇLAR GİDEREK ARTIYOR
Ekonomi yönetimi açısından birinci önceliğin kamu borçlarının çevrilebilmesi olduğunu biliyoruz; doğrudur…
Ancak daha verimli bir “Borca Dayalı Bankacılık” formülü olabilir...
Bu formülleri düşünmek ise bizim işimiz değildir…
Örneğin, özel sektör yatırımlarının devam ettirilebilmesi de, sadece devlete düşen bir vazife değildir...
Bu, daha çok bankacılarımıza düşen bir vazifedir...
Ancak maalesef bankacılar bu konuda görevlerini gereğince ve yeterince yapmıyorlar...
Altından kalkılmaz bir borç yükünün altına girilmiştir ülkemizde!
Hatta bu borç azalmayacak; aksine, bu sistem değişmediği sürece de akıl almaz boyutlarda artacak ...
LİKİDİTE MEKANİZMASI
Sonuçta devletin borçları sadece devleti alâkadar eder...
Burada asıl önemli olan, son zamanlarda binden fazla işletmenin kapatılması işidir...
Düşünülmesi gereken konu ise, ülkemizde giderek küçülen bir ekonomi modeli söz konusu iken, bankaların nasıl kâr elde edebildikleridir!
Hani nerede işletmelere ilâç olabilecek olan “likid mekanizması”nın hayata geçirilmesi?!
“GİZLİ REÇETE”!
Yıllardır bu köşede de yazıp borca dayalı bankacılık sisteminin değiştirilmesi gerektiğini vurguluyoruz.
Ama hani nerede?
Hükümetler geliyor gidiyor fakat bu konuya maalesef eğilebilen olmuyor.
Bakınız aşağıdaki yazı 2015 yılında Yenidüzen’de yayımlanan bir yazımdan alıntıdır. Bakalım ne değişmiş o günden bugüne!
“…Gelelim bugüne:
Ülkemizde her yıl vergi rekortmenleri açıklanıyor. Listeye bir göz atın.
Kurumsal bazda ilk 10'a giren kaç tane banka var? 7 banka var...
Diğer taraftan bakıyorsunuz, binlerce esnaf batmış; ama bankalar kâr üstüne kâr ediyorlar...
Neden?
Çünkü "ekonomimiz", "Borca Dayalı Bankacılık" sistemi üzerine kurulu...
Bugün sistemde 16 milyar TL kaydî para görülüyor, ama bunun 13 milyarı borç!
Yani bizler, hepimiz, 3 milyar liranın yanı sıra, 16 milyar lira kaydî paranın (bilgisayar ekranlarında yaratılmış, gerçekte olmayan) yıllık faizini ödemek için çırpınıp duruyoruz...
Bu durum hiçbir zaman da bitmiyor ve bitmeyecektir.
Çünkü "fiyat ve para” bir avuç insan arasında dolaşan bir güç haline geldi...
Çünkü "Kısmi Rezerv Bankacılık" sürekli para üretiyor ve bunun faizini de sistem hepimize takır takır ödetiyor!
Batan da batıyor! Sadece batanın sermayesi el değiştiriyor...
Sermaye, tefecinin, finans kapitalistinin oluyor!
Çünkü bankalar işletmelere, teşebbüslere ortak olmuyor...
Siz hiç bankaların özel sektör teşebbüslerine %50 ortak olduğunu gördünüz mü bu ülkede ?!.”
HALÂ MI AYNI REÇETE?
Hükümet bugün tedbirlerini açıkladı...
Bankalarla ilgili pek bir şey yok!
Oysa ki gelecekle kucaklaşmak için çıkılan yolda, geçmişte yapılan hataları tekrarlıyor olmak, büyük bir çelişki yaratıyor...
Paranın ve halkın, parayı tekrardan ve tekrardan satanların eline düşmesine mani olacak tedbirler/yasalar nerede?
Bu ülkede hükümet edenler de bilmelidir ki, sermayeye dayalı bir hiyerarşi yaratmak ya da bu yaratılan hiyerarşinin sürmesine göz yummak, Kıbrıs Türk Halkı'nın varlıklarının soyulmasına, tüketilmesine ve el değiştirtilmesine ve Halkın sırtından para kazanılmasına göz yummakla eşdeğerdir...
"Gelecek yağmacılar"ının Kıbrıslı Türklere ilham edip reva gördükleri iktisat düzeninin "Gizli Reçetesi" yıllardır zaten buydu!
Hâlâ bu mu?!