Neriman Cahit
Eğitim, inatçı bir tutumla çok yakından izlediğim bir konudur… Bu konuda – olumlu ya da olumsuz – yapılan her şeyi kaydeder… Gelişimini, toplumdaki yansımasını izler, notlar düşerim… Keşke, bu konuda söyleyecek çok olumlu şeyler olsa…Ama maalesef, yıllardır değişen her “Eğitim Bakanına” göre, her şeyin tu baştan başlandığını işin özüne / amacına öncelik verilmediği için de genellikle iş yapar gibi görünüp, yararlı sonuçlar doğurmayacak işleri “Reform” yaftası altında topluma sunar, yaz – boz tahtasına bir sonraki bakan tarafından silinecek, bir takım yazılar yazıp gideriz…
***
Ama olan… Çocuklarımıza, gençlerimize ve toplumun geleceğine olur…
***
Zorunlu gördüğüm böyle bir girişten sonra esas konumuz olan “Edebiyat Dersleri”nin nasıl harmanlanması gereğine gelelim…
Yıllardır, inatçı bir tutumla izlediğim, ikinci bir konu da bu; Bana büyük bir acı ve utanç veren bir konudur da bu… Ki, söyleye söyleye, yaza yaza hem dilimde hem de kalemimde tüy bitmiştir.
“Dünyada kendi yazar – çizerini – sanatçısını okutmayan, tanıtmayan tek ülke biz… Ve yıllardır, benim gerek çok seyrek de olsa girebildiğim ortaokul ve liselerdeki Türkçe dersleri… Gerekse, tanıdık ya da AKM avlusunda toplanan öğrencilere ısrarla sorduğum, ülkemiz yazarlarından kimi tanıyorsunuz?” sorusuna aldığım hazin bir susuştur, yüreğimi burkan…
Aslında, şöyle bir girişle başlamak istiyordum: “Düş olmazsa… Düşünce de olmaz…”
Yıllardır, K.Türk Toplumu dünyadan o kadar koparıldı… “Kendi yönetiminde dahi” öylesine sömürgeleştirildi ki !!!
Bu konuda söz çok uzar… O yüzden, gelin esas konumuzu sürdürelim ve şu ‘can alıcı’ soruyu soralım; “Edebiyat Eğitimimizde, eksik olan ne?” Deve gibi, ‘Neresi tamam ki!..” diyerek noktalayabiliriz… Ama ben sürdüreceğim…
Sözlerimin başında da söylediğim gibi, en büyük eksiklik ve ayıp kendi çocuklarımızın, kendi kültürünü ve özünü öğrenememesi… Böylece de, kendi kimliği ve özünden eksik bir fidan gibi büyümesi, yarı kök salması…
Bunun altını çizdikten sonra… Bugünkü öğretim süreçleri içinde Türkçenin / Edebiyatın öğretimine bakalım:
Yeni bir yüzyıla girdik… AB’ye girdik, giriyoruz gibi… Ama, her alanda olduğu gibi Edebiyat – Sanat alanında da “Gelecek Adına” sistemimize baktığımızda da… Hâlâ, umut vermekten çok uzağız…
Her hükümete göre değişen ‘Eğitim Programları’ kavram kargaşası, nitelikli ise niteliksizin yetkin ile sıradanın – her anlamda – son derece bir birine karıştığı… Bir, Telif Yasasının bile geçirilemediği… Yazarın – Sanatçının destek alabileceği, araştırmalarını sürdürebileceği, ‘Funda Toprağı’ asla oluşturulamamış talan bir bahçe durumundayız… Kitleler, Eğitim ve Sanattan alması gerekeni alamıyor…
Kendi payıma sadece Edebiyatın ve Sanatın kitlelerden kopuşunun bu sonucu hazırladığı görüşünü tam paylaşamıyorum… Çünkü…
Sorunun kaynağı, Eğitim Politikalarında ve Uygulamalarındadır…
İLLE DE ÖĞRETMEN…
Bu konuda, benim için Eğitim Bakanlığı’ndan / Hükümetten de önemli… En önemli unsur, öğretmenin kendisidir… Bu yüzden, işe öğretmenden başlamalı… Daha da doğrusu en önemlisi… Öğretmenin – Sendikası ile birlikte – bizzat kendisinin başlaması… Bu da tabii, büyük bir çaba, donanım ve bilinç gerektiriyor…
Öğretmen öncelikle, öğrettiği konunun – Dil ve Edebiyatın – bir ulusu var ya da yok edebilecek çok ciddi bir iş olduğunu kavramalı. Hatta, bu alanda kendisini bir Edebiyat Tarihçisi/ Bir Yazar/ Bir Şair olacak kadar donatmalı… Ama şunun altını da hemen çizmek istiyorum: Üniversiteyi bitirmek değildir yegâne koşul… Esas koşul: Öğretmenin yerli birikime sahip olup olmadığıdır…
Kİ bu, bir ömür boyu sürecek bir birikim çabasıdır…
***
“Ben, Edebiyat Hocası olarak bu sorumluluğu taşıyabilecek miyim?” sorusu çok önemlidir… Çünkü çocuklara zengin bir dil, kişilik, kimlik verebilecek olan anahtar onun elindedir… Öğretmen, bu konuda donanımsız, sert, buyurgan ve karamsar olma hakkının olmadığını bilmelidir…
Aydınlık, iyimser, güzel bir dünya için Eğitim…
Ve çocukları tanımak… Sevmek… Tıpkı Türkçe’yi sevdiği… Sevmesi gerektiği kadar sevmek… Onların ilgisini sürekli canlı tutmak… Yazılı olduğu kadar, anlatım – metot – dile getirim de çok önemlidir…
Ve dil… Evet dil çok çok önemli…
Ama ne gündelik ne de çok kitabi bir dil…
Bazen çarpıcı, bazen eğlendirici, bazen düşündürücü, bazen şiirsel… Çünkü çocuğun bir ömür boyu kendini ifadesi, yaşama karşı tavrı ve dönüştürücülüğü,tamamıyla ‘Anadilini öğrenip’ kendisini ifade edebilmesine bağlıdır…
Bilelim ki, Eğitimde beyaz tebeşir, kara ya da beyaz tahta ve çatık kaşlı,yarı donanımlı öğretmen devri çoktan kapanmıştır…
- Çocuğa, kendini tam olarak ifade edebilecek ve ona estetik bir tat verebilecek… Bunu aşılayacak dilini / konusunu çok iyi bilen bir Türkçe / Edebiyat öğretmenidir…
***
Hal böyle iken… Çağının çok gerisine düşen, ders programlarının emir kulu olmayı sürdürecek midir öğretmen…
Yoksa… Güvenilen, okuyan, okuduğunu özgürce öğretip tartışabilen… Bu yolla öğrencisi ile bütünleşen bir öğretmen mi olacaktır…
Yıllar yılıdır ta İngiliz Sömürge Döneminden beridir… Bakanlık tarafından, öğretmene de, çocuğa da nasıl düşünecekleri söylendi. Ama… ‘Düşünsel Üretim Gücünü’ geliştirmek yerine… Sürekli bilgi ve kavram aktarımı yolu seçildi: Yani: Ezberleme – Kendine verileni aktarma… Ve test… Sorgulamayı, eleştirmeyi, üretmeyi bilmeyen öğrenci yaşamın daha da hızlı ve çok yönlü akışına hangi doğrular ve donanımla katılacaktır?...
Maalesef öğrencilerimiz, çağdaş bilgilenme ve bilgilendirme özgürlüğünü hiç tadamıyor…
***
Evet, kuramlar, Edebiyat Tarihi, Biyografi bilgileri ve incelemeler… Tam anlamıyla yapılmıyorsa da… Bunların önem ve değeri yadsınamaz… Fakat… Edebiyat Öğretiminin üst düzey – Hatta Türkçe’nin de üzerinde ‘bir ikinci dil gibi öğretimi özgür düşünme, duyarlılık, yüreklilik… Duyuş, yöneliş, dikkat… Gözlem, düş, bellek, kavrayış, zekâ… Sentez, çözümleme, çalışma… YAŞAM… Başkaları ile birlikte YAŞAM…
Hepsiyle birlikte de, bir ‘Kendini Tanıma Eğitimi’ olduğunun / olması gerektiğinin unutulmaması…
Ve bunları yüzde yüz uygulamaya geçilmek için daha fazla geç kalınmaması…
Müfredat engeli mi? Bilinçli bir öğretmen onun üstesinden gelebilir…
Yanılma, bilgi ve yöntem eksikliği kadar… Öğrencinin bir amaç olmaktan çok… Belli bir amacın aracı gibi görülmesinden de vazgeçilmeli… Ve, ilkeler yeniden gözden geçirilmelidir…
(Sürecek)