Dilek Öncül Kodan
Merhaba
Bu haftaki kitabımız Zülfü Livaneli’nin “Huzursuzluk” romanı… Mardinli Hüseyin ile Irak ve Şam İslam Devleti-IŞİD zulmünü misliyle yaşamış Ezidi kızı Meleknaz’ın hikâyesi...
Doğan Kitap’tan çıkan 160 sayfalık romanın ilk baskı yılı 2017.
İstanbul’un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren -kahraman gazeteci- İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine doğduğu kadim kent Mardin’e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da sona ermiş hayatını araştırmaya koyulur. Böylece âdeta bir girdabın içine çekilir, tutkuyla ve hırsla gizemli bir kadının peşine düşer.
Güçlü cümleler, kelimeler yok aslında romanda. Ağdalı uzun anlatımları, betimlemeleri olmadığı için bir sanat eseri olarak anılamaz. Ama her zamanki gibi içtenlik var, empati var, duygu seli var. Kocaman yürekli kocaman bir müzisyenin “müziği” var kitapta… Merhametten yola çıkarak insanları-insanlığı sorguluyor Zülfü Livaneli.
Romanın kahramanı İbrahim, “Derdim olanları dünya âleme duyurmak falan değil, insanları bakın neler oluyor bu dünyada diye sarsmak da değil, bunların hepsini Angelina Joliler benden kat kat iyi yapıyor. Ben sadece kendimi tedavi etmek için yazıyorum, insan denilen yaratıkların arasında yaşama gücünü tekrar bulabilmek için.” Diyor.
Romanın sonunda, “galiba yapmam gerekeni bulmuştum. Telefonumun ses alma tuşuna bastım, çocuğunu emziren Meleknazların yanına çömeldim, sorularıma başladım…” diyor gazeteci İbrahim.
Aslında biz gazeteciler, medya çalışanlarının da tıpatıp aynısını yapması gerekmiyor mu? Birkaç kişi de olsa birilerine ulaşmak -dünyayı ve daha güzel bir yer umudu için yapabileceklerini hatırlatmak-…
Ve …“Merhamet zulmün merhemi olamaz!” Romanın kahramanı İbrahim, Meleknaz’a duyduğu şeyin sevda değil de merhamet olduğunu sorgulamaya başlıyor ve “Daha yüzünü bile görmeden Meleknaz’a duyduğum bu tutku, aslında ne kadar iyi bir insan olduğumu -kendine bile- kanıtlama çabası mı? Sarsılmış, yabancılaşmış, her türlü değerden yoksun hayatıma bir anlam katma girişimi mi?” diye düşünüyor.
İbrahim, kızın kendine yardım etmesini ve içindeki huzursuzluğu dindirmesini istiyor. Oysa o huzursuzluk değil mi bizi arayışa iten, ne istediğimizi bulduran, ne yapmamız gerektiğini söyleyen… O huzursuzluğu röportaja dönüştürüyor İbrahim, bir parça da olsa umuda, insana, kendine sarılmak-tedavi olmak için; bir parça da olsa mağdurun -umudunu yitirmişin- sesine ses olmak için…
15 gün sonra yeniden buluşmak ve edebiyata hep birlikte sığınmak üzere, hoşça kalın…