Sıcak ve yorucu bir Ağustos’tu. Sanırım hepimiz ekonomik kriz, çalkantılar, horoz dövüşünü andıran ve kime ne fayda sağladığı belli olmayan siyasi restleşmeler, tozu dumana katan çıkar fırtınaları, ötekileştirici naralar arasında boğulmamak için çabaladık. Kimisi felak nas okudu, kimisi denize sarıldı, kimisi mangal yaktı. Ama işte kafasını dışarı çıkardığı anda gündemin sert rüzgârıyla sallandı. “Bir şey yapmalı!” şarkısının “hey!” bölümünde “ney?” diye soranlar da vardı. Eylemek, soru sormakla başlıyordu. Gasp edilen kamu alanları, kodamanlara peşkeş çekilen sahiller, sürekli artan betonlaşma, şehirlerimizin günbegün çirkinleşen, estetikten yoksun silüetleri, cittaslow köylere dikilen 15 katlı apartmanlar, bir proje gibi büyük bir istikrarla korunan delik deşik yollar, etin kilosu, nefret söylemleri, milliyetçilik tamtamları için sorulmalıydı bu soru: ne yapmalı?
Kötülüğe “bu kötülüktür” demek ve kötülüğün sıradanlaştırılmasına direnmek bile iyi bir başlangıç olurdu. Kendi kirinden, ötekinin güzelliğini bir türlü göremeyen, kutsallarının ardına gizlenip kendiyle yüzleşemeyen, sevemeyenlerden oluşan ikiyüzlü bir topluluğa, üzerinde yükselmeye çalıştığı enkazı işaret etmek, nefis bir ara sıcak. Eşitlik ilkesi hiçbirimizin ahlâk anlayışı, milli değerleriyle ilgili değil; saygının ve bir arada yaşamanın ne olduğunu hatırlamak hazmı kolaylaştıran, lezzetli bir ana yemek, hepimize iyi geleceğine kuşku yok. Antibiyotikler, spreyler, ağrıkesiciler bizi iyileştirmiyor; derin nefesler alabileceğimiz bir ağaç altı, iki kuş sesini de ekledim tatlı olarak.
Afiyette, verimli bir Eylül olsun..
Emel Kaya